Cemil Akmaca, içlerinden çıkan, kendini yetiştirmiş, geleceğe daha bir inançla bakan, iyiyi, güzeli, doğruyu öğrendiği geleneklerini unutmamış ve kalıcı olmasını sağlamayı hedefleyen bir roman.
Kim bizi nasıl bilirse, onun için öyleyiz. Sahi, herkes kadar iyiyiz, herkes kadar kötü. Herkes kadar temiziz, herkes kadar pis. Kuşkusuz herkes kadar hasta oluruz, herkes kadar sağlıklıyız da. Herkes kadar severiz, herkes kadar sevilmek isteriz. Herkes kadardır duygularımız, gözyaşlarımız, sevinçlerimiz, acılarımız…
Tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış nitelemeyle “dokunulmazlar” denmiş, göçebe olarak bilinen… zaman içerisinde kentsel yaşamın –yani dört duvar arasının- cendere gibi sıkmasından kurtulmak isteğiyle özlem duyulan özgür ruhlu Romanlar üzerine bir anlatı “Çeribaşı Rüstem Aga”. Kitabın hazırlanmasında büyük desteği olan Hüseyin Irmak, bu kadim halkın Çingene, Çigane, Ciganin, Zigeuner, Zingani, Tsigane, Tigani adlarının bu “dokunulmazlar”dan türetildiğini söylüyor ve temel bilgiler veriyor Romanlar üzerine.
Göçebe yerine sürgün edilmiş bir halk olduğunu bilerek atarsak ilk adımımızı, tanımlamamız da daha kolay olacaktır muhakkak. Bunca sürgün, bunca baskı ve eziyet doğaldır ki eğitimli olmalarının önündeki en büyük engel. Bu da kendilerini kendilerinin değil, dışarıdan birilerinin, onların diliyle “gace”lerin anlattığı bir halk olarak tanınmalarını sağlamış. Buna da bağlı olarak iyiliklerle kötülükler, doğrularla yanlışlar çoğunlukla ters dönmüş, giderek de karmakarış bir hal almış.
Kurtulmak yok tek başına
Cemil Akmaca, içlerinden çıkan, kendini yetiştirmiş, geleceğe daha bir inançla bakan, iyiyi, güzeli, doğruyu öğrendiği geleneklerini unutmamış ve kalıcı olmasını sağlamayı hedefleyen bir Roman.
“Abla ben Erzurumluyum, onlarsa Çingene! Beni alır elimi keserler, bir gözümü kör eder dilendirirler!” (s. 35) sözleriyle başlıyor asıl anlatım. Görmediğimiz, bilmediğimiz, tanımadığımız insanlar, birilerinin anlatımının dilden dile dolaşmasıyla -tabii, eklene eklene büyüyerek de- bu günlere gelmiş. Cemil Akmaca, ağırlıklı bunun üzerine gidiyor ve yumuşak, içten, kolay okunur bir dille hiç de sanıldığı gibi olmadığını anlatıyor, kendi naifliğiyle.
Tesadüfün iğne deliği
İlginç ve kördüğümün açılmasını sağlayan rastlantıların sadece filmlerde olduğunu düşünürüz. Oysa yaşamda da çıkar karşımıza türlü umulmadık durumlar. Bazen denk gelir hiç takılmadan sürer yıllarca… Ama bir takıldı mı, öldürallah düzelmez, akmaz bir türlü. Cemil Akmaca, kendisine anlatılanlardan el alarak yaşadıklarını anlatıyor. Kurgunun hemen hiç sırıtmadığı (belki de çok az olduğu içindir) roman bir boyutuyla kurulu düzene geçişin sancılarını da anlatıyor. Bu, sadece kendileri ve/veya romanda anlatılanlar için değil, hepimiz için geçerli. Gerçekten de 1960’larda başlayan toplumsal değişimle ne aile birliği kaldı ne gelenek görenek ne de dayanışma, imece. Kapitalizm darmadağın etti. Feodal bir anlayışla, çeribaşılığın geçerliliği bitiverdi çok kısa bir sürede. Siz bunu “dede”liğin, “pir”liğin, “keyfani”liğin, “usta”lığın bitişi olarak da kabul edebilirsiniz. Kader birliği etmiş, birbirine tutunmuş insanların da bu azgın akışa karşı gelemediğinin öyküsü “Çeribaşı Rüstem Aga”da Cemil Akmaca’nın anlattığı. İki kardeşin, düğün gibi, günümüzde, insanların buluşmasını sağlayan hemen tek olanağı bile atlamış olmalarını başka nasıl anlayabiliriz.
Irkçılık, bir dönüm noktası
Kızları Cevher’in yanına Mehmet ve Cafer’i de oğul kabul eden Manoş ile Rüstem Aga, zorlu ve zorunlu göç sonucu İstanbul’a, “Çingene mekânı” kabul edilen, eski Ermeni mezarlığı üzerine yerleşmeye gelirler. Rüstem Aga’nın derdi, başlarını sokabilecek bir dam yapmalarının ardından çocukların okumasıdır, çünkü çok çekmiştir cahillikten. Ayrımcılık ve ırkçılık öylesine işlemiştir ki insanların beynine, önünü ardını düşünmeden suçlayabilir, yaftalayabilirler; tıpkı öğretmenin Cevher’in düzgün örüklü saçları arasında bit bulmak için kökünden kesmesi gibi…
“Taş ufağı değil ki” derdi dedem… çocuklar büyüyecektir muhakkak. Büyüdükçe dertler de büyüyecek, artacaktır. Mesele o ki kendileri çözebilsinler sorunlarını. Bu, beraberinde değişimi de getiriyor. Bu, geleneksel aile ilişkilerini de değiştiriyor. Bu, örf, adet, gelenek görenekleri de saçıp savuruyor. Yeni bir gelenek doğuyor ister istemez. Çatışma doğuruyor ister istemez. Bu, bir yanıyla iyi kuşkusuz. Bir yanıyla da, Yaşar Kemal’in dediği gibi “demirin tuncuna, insanın piçine” kalıyoruz ister istemez.
- Çeribaşı Rüstem Aga
- Cemil Akmaca
- Evrensel Basım Yayın
- 168 Sayfa
- Ağustos 2015
- Hayata bir de bu “pencere”den bak!… - 9 Nisan 2020
- BİTMEYEN AŞK: İSTANBUL - 7 Aralık 2019
- Türkiye’nin Çilingir Sofrası: Rakı Gastronomisi - 3 Aralık 2019
FACEBOOK YORUMLARI