
Deliliğe çok yakın bir lümpen hödüklük iklimi, doğal ve sosyal bir afet gibi üstümüze gelirken, bu kitaba ve benzeri şemsiyelere ihtiyacımız var. Ya da deve sidiğine!
Genel anlamda bir söylemle ve düşünsel olarak söylemek gerekir ki, “delilik” hayatın ve doğanın normalidir aslında. Bu alanda hep bir “sapma” ve “normal dışı” ve hatta toplum dışılık gibi dışlamalar, yaygın ve egemen söylem ve yaklaşımı oluşturuyor olsa da, kimin deli olduğu belli değildir çünkü! Kısacası, delilik hayatın bir normalidir. Bu saptamayı, “Uygarlık ve Delilik…” kitabını elime aldığımda, daha okumaya başlamadan yaptım. Bitirince, yazarın da benzer görüşte olduğunu görmek iyi oldu.
Kitabın son satırları, oldukça iddialı olan hüküm cümlemizi ve saptamamızı doğrudan desteklemekte: “Delilik hâlâ temel bir bilmecedir; akla karşı bir serzeniştir, bizzat uygarlığın kaçınılamaz bir parçasıdır.” Şunu da eklemeli belki, yenenlerin tarihini kendileri yazınca, yenilenler güme gittiği gibi, delilerin tarihin de “akıllılar” yazınca, deliler güme gider…
Güzel insan, yeri doldurulamaz yazar Leyla Erbil’in saptamasıyla, “Hepimiz deli yaralı ve depresif” bir haldeyiz. O halde, deli dediklerimiz kim ve delilik nasıl bir hastalık? Bu konuda kapsamlı bir kitap; “Uygarlık ve Delilik- Kitabı Mukaddes’ten Freud’a- Tımarhaneden Modern Tıbba- Akıl hastalığının Kültürel Tarihi” Kitabın uzun adı, içeriğini de özetliyor. Kitabın uzun adına karşın, delilik hakkında her şey, diye özetlememiz olası.
Belki, adlandırmadaki “kültürel” vurgusu da ayrı bir yazıyı gerektiriyor. Çünkü “Kültürel tarih” meselesi netameli bir mesele, yazımıza konu ettiğimiz kitaptan ve kitabın içeriğinden ayrı olarak. Post-modern öncesinde “hakkında” ya da “Üzerine” yazılırdı kitaplar. Tarih zaten “kültürel” bir kavramdır. Tarihi bir sosyal bilim olarak kabul edenler için de, onun bir “kültürel” ana ekseni vardır. Şimdilik bunları geçelim. Post-modern minimalist tarih anlayışı daha uzun bir yazıyı gerektiriyor çünkü.
Kendi yazımızın başlığındaki “son” vurgusu, delirinceye kadar kitap okuma temennisini içeriyor. Yoksa, okuma için en sona bırakılması gereken bir kitap anlamında olumsuz değerlendirme değil. Delirmeden önce, o özel “sona” geldiğimizde bunu okuyalım ki, kendini “akıllı” kürsüsüne koyanlar bizim için ne demişler, ne yapmışlar ve dahası ne satmışlar?
Sorun sağlık olunca, konuyu satmaya; mal, para, ekonomi boyutuna getirmek de neredeyse zorunlu oluyor. Öyle ki, dünya ekonomik sisteminde tanımlamalarda bulunurken, ilaç tekelleri yerine, “anti-depresan tekelleri” demek bile daha açıklayıcı olur. Ya da, bir tekel kolunun önemli bir alt türünü anlatabilir. “Bir ölçüde arazları gideren (ya da öyle olduğu ileri sürülen) yeni ilaç sınıfları ortaya çıktığında, potansiyel pazar muazzam olur.” (s.369). Alıntıdaki parantez içine alınan açıklama da bana değil, yazara ait. Yazarın bu özel ve özenli yaklaşımı, kitabın tamamında var. Yani ilaç ve sağlık hizmeti “malını” satmayı tetikleyen bir kitap değil söz konusu olan. Nitekim aynı sayfada; “Antipsikotikler ve antidepresanlar yeryüzünde satılan en kârlı ilaçlar arasındandır. Sakinleştiriciler de geride değildir.” demekte yazar. Bu konuda verilen örnek; tek bir ilacın yılda altı milyar dolarlık bir satışının olduğu gerçeği, “antidepresan tekeli” yakıştırmamızı haklı kılıyor. Bu rakamlar bir tekel ekonomisinin rakamları çünkü.
Deliliğe çok yakın bir lümpen hödüklük iklimi, doğal ve sosyal bir afet gibi üstümüze gelirken, bu kitaba ve benzeri şemsiyelere ihtiyacımız var. Ya da deve sidiğine!
![]()
|
- Azerbaycan Şiiri ve Çağdaş Bir Derviş, İbrahim İlyaslı - 1 Kasım 2018
- Paslı Bir Kelime; Umut - 15 Eylül 2018
- Zor Olanı Yazmak; Kırgın Çocuklar Mevsimi - 1 Eylül 2018