Tim Parks’ın “Europa”sında, Milano’dan Strasbourg’a doğru yola çıkan bir tur otobüsündeki üniversite hocalarının ve öğrencilerinin sözde kişisel hikayeleri, Avrupa’nın ve birliğin günümüz durumuna ışık tutar.
Fenike kralı Agenor ile Telephassa’nın kızı Europa’nın dillere destan bir güzelliği vardır. Uçanı, kaçanı yakalayan Zeus beğendiği Europa’ya ulaşmak için boğa kılığına girer ve sahilde çiçek toplayıp eğlenen kıza sinsice yaklaşır. Sonra kızı sırtına alıp yüzerek Girit Adası’na kaçırır. Boğa kılığından sıyrılan Zeus bir çınar ağacının gölgesinde kızla birlikte olur ve bu birleşmeden doğan Minos Girit Adası’na hükmeder, Sarpedon Likya kralı olur, Rhadamanthys ise ölümünden sonra yer altı dünyasının yargıçlığını yapar. Zeus, Europa’ya ilişkilerinin neticesinde hediye namına kendisini koruması için bronz Talos, avını katiyen kaçırmayan köpek olan Lailaps ile hedefini asla şaşırmayan bir mızrak verir. Zaman içinde Afrika’nın kuzeyinde, Asya’nın batısında, Atlas Okyanusu’nun doğusunda yer alan, Ege Denizi’ne göre batıda bulunan yarımadaya ‘güneşin battığı taraf’ anlamına gelen ‘Europa’ ismi verilir.
28 üye ülkeden oluşan, toprakları büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan ve 1992’de Maastrich Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle var olan, Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yeni görev ve sorumluluk alanları yüklenmesiyle kurulan, lakin son zamanlarda pek özelliği kalmamış, eski finansal kontrolünü kaybetmiş, Türkiye’nin küsüp küsüp barıştığı, bir sevip bir nefret ettiği Avrupa Birliği de kendini dünyanın kalanına karşı bir hükmedici olarak görür, Zeus’tan yadigȃr mızrağını elinden düşürmemeye gayret eder.
Manchester’da doğan ve 1981’den bu yana İtalya’da yaşayan yazar, çevirmen, akademisyen Tim Parks’ın “Europa” sında da Milano’dan Strasbourg’a doğru yola çıkan bir tur otobüsündeki üniversite hocalarının ve öğrencilerinin sözde kişisel hikayeleri de Avrupa’nın ve birliğin günümüz durumuna ışık tutar. Kişisel gerçeklikten devlet mekanizmasına doğru ilerleyen hikaye gülünç gibi görünse de mühim bir sarmal oluşturur. Böylelikle yazar Avrupa Parlamentosu ile Avrupalı bireyin eleştirisini sunar. Milano’daki bir üniversiteden Fransız, Alman, İspanyol, Yunan, vb. bir grup akademisyen üniversitenin maaşları yasaya aykırı bir biçimde düşürmesi, sözleşmeleri dört yıllık bir süreyle sınırlandırması gibi nedenlerle Avrupa Parlamentosu’na bir dilekçe vererek işlerini güvence altına almak niyetindedirler. Ancak yaşadıkları olaylar ve bir araya gelen karakterler bir imkȃnsızlık üzerine kuruludur. Elindeki Talos’la kendini ve isteklerini dünyaya dayatan Avrupa’nın sözde birlikteliği ‘Düzüş Arabası’ diye nitelendirdikleri tur otobüsünün içinde varlığını biçimlendirir. Kişisel ilişkiler Avrupa’nın ikiyüzlülüğünün, dayatmacılığının, ötekileştirmesinin metaforu haline gelir.
Kahramanımız Jerry’nin zihni hakim bir bakış açısı olarak Avrupa zihniyetini okura yansıtır. Her şeyi isteme, sahiplenme hakkını kendinde gören, gerektiği kadar uygar fakat kusursuz bir fırsatçı olan Jerry kendisini Avrupa gibi her şeyin merkezine yerleştirir. Tek derdi kendisi ve ihtiyaçları olan Avrupa ve Avrupalı imgesi böylelikle zenginleşir. Kimi zaman kendini eleştirmesi Jerry’nin merkezi konumunu asla değiştirmez. Yolculuk pis köpeğini yanından bir an olsun ayırmayan, sahip olduğu köpek gibi kokan ve sürekli balgamını yutarak konuşan Hint asıllı, Galler aksanlı Vikram’a, diğerlerinin ötekileştirdiği bu adama yönelen bakışlar tamamen aşağılayıcıdır. ‘Düzüş arabası’ ismini taktıkları tur otobüsünde Vikram hakkında konuşulanlar, öğretmenlerin öğrencilerine, erkeklerin kadınlara , güzellerin çirkinlere karşı hisleri ve tutumları duru bir dilde somutlaşıp Avrupa’yı simgeleştirir. Jerry yolculuğun büyük kısmını otobüsün ortasının sağ tarafında geçirir, ortanın sağında kalan bir muhafazakar olarak kızını, meslektaşlarını, eski sevgilisini sürekli eleştirir ve Avrupa gibi kötü ve çirkin olanın hep ‘öteki’ olduğunu belirtir.
Günlerdir kimi bölümünü açıp yeniden okuduğum “Europa”nın kapağında yer alan çarmıha gerili İsa figürüne bakıyorum. Birden Jerry’nin “Yunanlıların en korktuğu şey, tanrılar tarafından aldatılmaktı. Bir işaret gelirdi. Bir rüya, bir kehanet. Şimdi saldır, Agamemnon. Bunun bir işaret olduğu açıktı. Tanrılar tarafından gönderildiği açıktı. Ama yanlış işaretti. Agamemnon’u yenilgiye sürükledi. Ya da bir tutkunun onları pençesine alması. Phaidra’nın Hippolytos’a tutkusu. Onu pençesine aldığı açıktı. Ama yanlış tutkuydu. Phaidra’yı çılgınlığa sürükledi. İntihara sürükledi. Bazen bütün bir ulus da, yanlış hayalin, yanlış tutkunun peşinde çılgınlığa ve intihara sürüklenebilir. (…) Tanrı’nın bizi aldatmak istemeyeceği çıkarsamasını ancak Descartes yapabildi, Dünya göründüğü gibidir, demişti Fransız düşünür, çünkü kusursuz bir Tanrı’nın bizi aldatmak istemesi söz konusu olamaz. Ondan sonra herhangi bir şeyi açıklamak mümkün olmadı,” (s.279) diyen sesi yankılanıyor duvarlarda ve ben yanlış işareti alan bizdeki % 50’nin sürüklenişini düşünmeden edemiyorum.
* Kitap önerilerimde ısrarcıyımdır ama şu yazarın tüm yazdıklarını okumak gerek, diye cümleler kurmaktan kaçınırım. Lakin Tim Parks’ın Kader, Sevgili Mimi, Mimi’nin Hayaleti de kesinlikle okumaya değer. Bir de güzel haber: Painting Death’in Türkçe çevirisi de yakın zamanda okurla buluşacakmış.
- Europa
- Yazar: Tim Parks
- Çeviri: Roza Hakmen
- Alef Yayınevi
- Mart 2016
- Marat’ın Yahut Fikret’in Ölümü - 6 Mart 2017
- Bir Ağacı Bütünüyle Görmek… - 20 Şubat 2017
- Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi! - 23 Ocak 2017
FACEBOOK YORUMLARI