Sevgi Özel, “Uğur Olsun! Bir Devrimcinin Öyküsü”nde Uğur Mumcu’nun özel hayatını, kişiliğini, gazetecilik serüvenini anlatırken bu acı olayı hatırlatarak tarih bilincimizin yitmemesini diler…
24 Ocak 1993’te 12 yaşındaydım. Ailecek güle oynaya başladığımız bir gündü. Sonra öğlen haberleri damgasını vurdu yıllarca sızlayacak sol yanımıza. Uğur Mumcu’nun katledilmesinin farkına vardığım ilk cinayetlerden olması tevellüt hesabıyla anlaşılabilir, yavaş yavaş öğrenecektim nerdeyse her güne bir yas koyduğumuzu; katillerinin ortak, sahiplerinin ayrık olduğunu. Zamanla anlayacaktım bu ülkede insanların mecazı bilmediklerini, “kanı yerde kalmayacak” sözünün klişeye dönüştüğünü, faili meçhullerin sona ermeyeceğini.
24 Ocak 1993, çocukluğumdan kalma ağır, puslu bir havadır benim için. Şemsiye kalabalığından asfaltın görünmediği, insanların kol kola gözyaşları içinde yürüdüğü bir gündür, annemin irkilten “Ah”ıdır, babamın gözlerini kaçırarak dalgın dalgın seyredişidir pencereden dışarıyı. Bu tarih; küçük bir kız çocuğuyla bir delikanlının babasız, genç bir kadının yoldaşsız kalmasıdır, hukukun üstünlüğüne inanmasına karşın “hukukun üstünlüğünden payını alamayan, kendine bir avukat bulamayan insanların var olduğu bu ülkede” dürüstçe yapılmadığı takdirde avukatlığı ‘tam anlamıyla egemen sınıf tezgâhtarlığı’ (s. 140) diye nitelediği için avukatlıktan vazgeçip gazeteciliğe başlayan, yazmaktan başka hiçbir heybeti olmayan gözlüklü amcanın paramparça edilişinin tarihidir.
1962’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Türk Sosyalizmi” başlıklı yazısıyla Yunus Nadi Ödülünü alarak adını duyuran, modern hukukun ve siyasetin teokrasiyle çeliştiğini belirterek eleştirilerini din sömürüsü üzerine yoğunlaştıran, kendi deklaresine göre solcu bir aydın ve Kemalist olan, daha seksenli yıllarda çeteler, “siyaset – tarikat – ticaret” ilişkileri, İpekçi başta olmak üzere faili meçhul cinayetler üzerine odaklanan Uğur Mumcu’nun yazıları; araştırmacılığı ilke edinmiş bir gazetecinin, bir aydının duyarlılığını yansıtır. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmayacağını” dile getiren Mumcu; haksızlıkları, sömürüleri, adaletsizlikleri çekinmeden sergileyebilmiş, “ülkesinde işlerin yolunda gitmeyişinden kaygı duyan bütün ilkeli aydınlar kadar yalnız” (s.17) kalarak bunun bedelini canıyla ödemiştir.
Sevgi Özel, “Uğur Olsun! Bir Devrimcinin Öyküsü”nde Uğur Mumcu’nun özel hayatını, kişiliğini, gazetecilik serüvenini anlatırken bu acı olayı hatırlatarak tarih bilincimizin yitmemesini diler, genç kuşağa kısa bir Türkiye Siyasi Tarihi çizerek dünü ve bugünü irdelemesini öğütler. Bu siyasi panoramayı incelerken belki de gerçek gazeteciliğin, basın özgürlüğünün, kalemini onurlu bir biçimde kullanıp bükülmez hale getirebilmenin portresini betimler ve Mumcu’nun gazetecilik yaşamından kesitler sunarak “çalışan gazeteci”yi örnekler.
İktidar değişse de hiç değişmeyen, her zaman güçlü olanla dirsek temasına girişen, yaptığı ısmarlama haberleri belli bir grubun çıkarlarına uygun hazırlayan, temel gazetecilik ilkesinden çok uzakta olsa da “iyi gazeteci” sıfatıyla kamuoyuna takdim edilen, plazalarda astronomik paralar karşılığında mesleğini icra eden gazeteci “çalışmayan gazeteci” iken, editoryal baskıya boyun eğmeyen, sansürle soslanmış haber aktarmayan, bir görüşe doğru olduğu için doğru, yanlış olduğu için yanlış diyen, kamuoyunu salt kendi egosunun tatmini için değil; onun iyiliği, huzuru ve refahı için yönlendiren, halkın haber alma özgürlüğüne aracılık eden ve toplumun sağlığını, mutluluğunu, zenginliğini engelleyenlerin peşini bırakmayan da “çalışan gazeteci” dir.
Uğur Mumcu; çizgisini kolayca değiştiren, ışığın geldiği yöne yüzünü dönen pervanelerden olmadığı için, “kendi yetenekleri, üretimleri ile değil, varlıklı soyu sopuyla, hatırlı eş dostun süslü kartvizitiyle ün ve servet edinmeye çalışanların pıtrak gibi çoğaldığı bir ülkede” (s.35) “bir kişiye yapılan haksızlık bütün topluma yapılmış sayılır” (s. 207) diyerek araştıran, hesap soran,“hodri’si silinen meydanda” (s.333) kendini kullandırtmayan bir gazeteci olduğu için modeldir günümüzde. “İş takipçisi gazetecilerin varsıllaştığı süreç başlayalı çok olmuşsa da” (s.240), “insanın çekinecek bir şeyi yoksa, açığa çıkar korkusuyla başını eğeceği bir ayıpla gezmiyorsa, haksız kazançla lükse, rahata alışmamışsa, böyle bir gazeteciyi kim kullanabilir?” (s.247)
Bazı kareler yaşamınızın her anında zihninizin bir köşesine kazınmış olarak kalır. Belleğinize gömdüğünüzü sansanız da, aslında her yerde her zaman yanınızdadır. Küçük bir çocukken zihnime kazınmış bir fotoğraf var. Bir televizyon haberiyle, annemin içli “Ah”ıyla, babamın hüzünlü gözleriyle yer etmiş, üstünden seneler geçse bile silinmeyecek, üzerinde düşündükçe yeri sağlamlaşacak bir fotoğraf. Evet, o parçalanmış arabanın görüntüsü hiç çıkmayacak hafızamdan. “Dağ gibi kara yağız bir delikanlıydık. (…) Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi!” diye bir ses geliyor derinlerden. Nitekim İpekçi’den Mumcu’ya, Hrant’tan Elçi’ye hiçbir ismi silemezler kalplerimizden.
|
- Marat’ın Yahut Fikret’in Ölümü - 6 Mart 2017
- Bir Ağacı Bütünüyle Görmek… - 20 Şubat 2017
- Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi! - 23 Ocak 2017
FACEBOOK YORUMLARI