Edebiyata Övgü: Mario Vargas Llosa – Carlos Fuentes

Bugün Dünya Öykü Günü… Öykü ve edebiyatın insanca yaşam için ne denli gerekli olduğunu bir kez daha vurgulayarak kutlayabiliriz mesela. Edebiyata Övgü olabilir başlığı da.

Edebiyat gerekli midir? Özellikle içinden geçtiğimiz sıkıntılı günlerde sık sık sorgulanan bir konu bu. Bunca yoksulluk varken, terör ve şiddet çevremizde kol gezerken, siyaset gündemin merkezindeyken edebiyatla uğraşmak bir aymazlık, vurdumduymazlık mıdır? Tüm acılara rağmen yazının gölgesine sığınalım dediğimizde, aslında gerçeklerden mi kaçıyoruz? Dünya adına bir şeyler yapmak yerine pasifize bir tavır mı takınıyoruz? Edebiyat, dünyanın yaşanmaya değer bir yer haline gelmesi adına en önemli kavramlardan biri olabilir mi yoksa. Bize insan olan yanımızı hatırlatan bir hediye midir ya da.

Yaşanılan tarihi ve coğrafyayı aşan, evrensel bir sorgulama bu.

Edebiyata Övgü, iki ünlü Latin yazar, Mario Vargas Llosa ve Carlos Fuentes’in  “Edebiyat gerekli midir” sorusunun ardı sıra giderken verdiği cevapları, düşüncelerini içeren ve üç bölümden oluşan bir kitap. Llosa ve Fuentes’in sorular sorarak, yanıtları çoğaltarak, yeni soru işaretleriyle farklı ufuklar açarak okuru davet ettiği bir beyin fırtınası.  İlk bölüm “Neden Edebiyat?” Llosa’nın Amerika’nın saygın TNR (The New Republic) dergisinde 2001 yılında yayımlanmış bir yazısından oluşuyor. İkinci bölüm “Romana Övgü”, Fuentes’in 2005 yılında Berlin Uluslararası Edebiyat Şenliği’nde yaptığı açılış konuşması. Bu konuşmada Meksikalı yazar Fuentes, 400. yılı kutlanan Don Kişot romanından yola çıkarak edebiyatın ve romanın günümüz dünyasındaki anlamını değerlendiriyor. Son bölüm olan “Okumaya ve Kurmacaya Övgü” ise Llosa’nın 2010 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmanın tam metnini içeriyor. Bu üç metni dilimize çeviren ve kitabı Edebiyata Övgü adıyla derleyen Celal Üster’in sunuş yazısının da oldukça güçlü düşünsel bir sorgulama olarak kitaba değer kattığını söyleyebilirim.

Ben bu yazıda, dünyada iktidar kavgalarının ve yokluğun süregeldiği günlerde edebiyatın neden gerekli olduğunu, insanca yaşamak adına ona hangi sebeplerle ihtiyaç duyduğumuzu sorgulayan bölümlere değinmeye çalışacağım. Okumayan bir toplumun böyle bir coğrafyanın oluşumundaki etkisini sorgulamaya çalışacağım kitabın ışığında. Bu durumun siyasi rejim çalkantılarının sıklıkla yaşandığı, dikta rejimlerini, askeri iktidarları uzun yıllar boyunca deneyimleyen Latin Amerika’da da önemli bir konu olduğu görebiliyoruz. Llosa’nın üçüncü bölümde yani Nobel Edebiyat Ödülü konuşmasında yaptığı iç sorgulama, bunun cevabını arama yolunda ipuçları içeriyor.  “Zaman zaman yazarlığın, benim ülkem gibi pek az okurun bulunduğu, pek çok insanın yoksul ve cahil olduğu, adaletsizliğin kol gezdiği ve kültürün belli bir azınlığın ayrıcalığı olduğu bir ülkede bencilce bir lüks olup olmadığını düşünmüşümdür. Ne ki, böylesi kuşkular yazma tutkumu hiçbir zaman azaltmadı. Doğru da yaptığıma inanıyorum, çünkü edebiyatın gelişmesi için önce toplumun yüksek kültür, özgürlük, refah ve adalete kavuşması gerekseydi, edebiyat hiç olmazdı. (…) Okuduğumuz o iyi kitaplar olmasaydı, olduğumuzdan daha kötü, daha uzlaşmacı, daha az tedirgin, daha uysal olurduk; ilerlemenin motoru olan eleştirel ruhun esamisi bile okunmazdı. Yazmak gibi, okumak da hayatın yetersizliklerine karşı bir protestodur.”

Llosa, hayatın görevlerine öncelik tanımak gerektiği zaman edebiyat kolaylıkla gözden çıkarılabilir bir boş zaman uğraşı, bir eğlencelik midir sorusu ile başlıyor. İspanya Yazarlar Birliği’nin yaptığı bir araştırmanın sonucuna değinerek ülke nüfusunun yarısının hayatları boyunca tek bir kitap bile okumadığını söylüyor. Kitap okumayan bu insanların kendi hayatlarını kısırlaştırmanın ötesinde daha bağnaz ve yabanıl bir toplumun oluşumuna neden olduğunu belirtiyor. Bu, biraz da modernizmin ve teknolojik ilerlemenin sonucunda ortaya çıkan bir durum. Çünkü bilimsel ve teknolojik gelişme uygar bir toplumun garantisi değildir. Teknolojik gelişim bireyciliğe, bencilliğe, toplumun sayısız tekbenci özelliğe parçalanmasına olanak sağlar. İnsanlar farklı olan yanlarıyla öne çıkmaya çalışır. Bu da ötekileştirmeyi getirir beraberinde. İletişim, farklılıkları değil ortak özellikleri görebilmekle mümkündür. Etnik ve kültürel farklılıkların bölücü bir unsur yerine bir zenginlik olduğunu gösteren en önemli araç edebiyattır. Edebiyat sayesinde hem karşımızdakini hem de kendimizi tanır, eksikliklerimizle barışırız. Ayrışmayı değil, evrensel söylemi seçeriz bu sayede. Llosa’nın söylemiyle, “Edebiyatın insanlar arasında kurduğu kardeşlik bağı, onların diyaloğa girmelerini, ortak bir köken ve ortak bir ereğin bilincine varmalarını sağlayarak tüm zaman engellerini aşar.” Evrensel söylemin, ortak bakışın teminatı ise edebiyattır.

İletişimin ilk koşulu kendini doğru ifade edebilmektir. Okumayan, kültürel birikime sahip olmayan topluluklar dillerini de düzgün kullanamazlar. Çok konuşan ama az şey söyleyen bir sağır-dilsizler topluluğudur böyle toplumlar. Kendilerini doğru ifade edemedikleri gibi karşıdakini anlamaktan da yoksundurlar. Gürültü içinde iletişimsizlik, kalabalık içinde yalnızlık getirir bu da. İnsanın en arkaik ihtiyacını -varlığını duyumsama ve güvende hissetme ihtiyacını- sekteye uğratır bu durum. Böyle bir toplulukta yaşam kavgası verenler paranoyak, kuşkucu, giderek öfke ve nefret dolu insanlara dönüşür. Sadece konuşmada değil, düşünme üretme aşamasında da dile ihtiyaç duyarız. Düşünceler ve kavramlar sözcüklerden bağımsız değildir. Bilinç ve bellek ancak dil sayesinde süreklilik kazanır. Gerçeklik algımız, dilin bize sağladığı sınırlar içinde var olur. Uygarlık, bilimsel ve teknolojik gelişim, insanca bir toplumun oluşmasında yetkin değildir. Maddi zenginlik insanlığı daha çok otomatlara dönüştürür. Oysa ihtiyacımız olan şey en ilksel, arkaik yanımızı kaybetmemek ve her zaman duygusal yanımızı hatırlayabilmek. Yani, insan kalabilmek. Bu, edebiyat sayesinde var olur.

Kurmaca metinler düşsel bir dünya sunar, her zaman siyasal gönderme içermezler. İsyana, özgürlük yolunda mücadeleye çağırmasalar da egemen akıl edebiyatı tehdit olarak görür çoğu kez. Yüzyıllardır yakılan kitaplar bunun işaretidir. Kurmacalar yaratmak her ne kadar zararsız da görünse, bir anlamda özgürlüğü kullanmak ve sesini yükseltmektir. Llosa, edebiyatla tanışan bir insanın, -her ne kadar kurgusal ve düşsel olsa da- daha güzel dünyaları tanıdıktan sonra aynı kötücül ve yavan yaşama geri döndüğünde bunun nedenini sorguladığını söylüyor. Yani edebiyat, eleştirel, sorgulayan, hesap soran ve daha güzel bir yaşam umudu taşıyan bireyler yaratır. Bu ise iktidar için bir tehdittir. Edebiyat yazgılarına boyun eğen değil asi ruhların sığınağıdır ona göre. Okuyan bir toplum, özgür ve demokratik bir toplumun oluşumu sağlar. Edebiyat, yetinmezliği arttırır, başkaldıran insanlar yaratır. Bireysel özgürlüğü, daha iyi bir dünyayı talep eden insanlar yaratır.

Kötülüğe karşı durabilmek, önce kötücül olanı fark etmekle başlar. Daha iyi, barış dolu bir dünya, barışçıl bir itiraz diliyle mümkündür ancak. Bunun da tek yolu okuyan, yazan, kültürlü bir insanlıktır.

“İşte bu yüzden, hayal etmeye, okumaya ve yazmaya devam etmeliyiz; ölümlülüğümüzün ağırlığını hafifletmenin, zamanın aşındırmasını alt etmenin ve olanaksızı olası kılmanın bugüne kadar bulduğumuz en etkili yolu budur.”

  • Edebiyata Övgü
  • Yazar:  Mario Vargas Llosa – Carlos Fuentes
  • Çeviri: Celal Üster
  • Türü: Deneme
  • Baskı Yılı:  2014
  • Sayfa Sayısı: 70 Sayfa
  • Yayınevi: Notos Kitap

Pınar K. Üretmen
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

“İslam ve Batı” kitabı ve Ortadan Bakan Bernard Lewis

Read Next

Denizcilik ve sanat dünyası bir araya geldi

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram