Eyüp Aygün Tayşir: “Galiba artık bir ilk romana cesaret edebilirim dedim.”

Eyüp Aygün Tayşir’in ilk romanı 4 Hane 1 Teslim İletişim Yayınları’ndan çıktı. Tayşir’le romanını yazma sürecini, yazar ve anlatı arasındaki ilişkiyi, roman boyunca dolaşan gizemli kara kedileri, neden 4 Hane 1 Teslim adını tercih ettiğini ve edebiyatla olan ilişkisini konuştuk.

44

-Kitabın ilginç bir ismi var, neden 4 Hane 1 Teslim?

Kitabı yazmaya başladığım zamanlarda aklımda bambaşka bir isim vardı aslında. Hatta o isim, şimdi size anlatacağım güne kadar roman taslağının ilk sayfasında yazılı kaldı. Bir gün Boston’da bir kahve dükkânında eşimle sohbet ederken, ona romanın nasıl ilerlemesini planladığımı anlattım. Dikkatli okurun, edebiyatseverin yakalayabileceği ve yakaladığında hoşuna gidebilecek bir küçük oyun vardı aklımda, onu anlatıyordum kendisine. Romanın uzun yıllara yayılarak bugünlere ilerleyişi esnasında şarkılar dinliyor, söylüyor ya da müziğe maruz kalıyor kimi anlarda karakterler. Zamanın akışı ile birlikte ev değiştirmeler, taşınmalar yaşanıyor bir yandan da; bir haneden bir diğerine geçiliyor. İşte ben arka plandaki bu evden eve taşınmalar, semt değiştirmeler ile müziğin harmanını çağrıştırmak için romanın ana bölümlerini birinci hane, ikinci hane şeklinde isimlendirmeyi ve sonsöz olarak düşündüğüm kısa bölümü de teslim olarak isimlendirmeyi düşünüyordum. Bilirsiniz saz semaileri dört hane ve bir teslim şeklinde bestelenir. Çok az kişinin de olsa birilerinin, bu bölümlendirme mantığı ve fonda kimi zaman duyulan müzik ile hem bir roman okuduğunu hem de bir saz semaisi dinlediğini düşündürmek istediğimi yakalayacağını umuyordum; küçük oyunum buydu. Fakat benim ağzımdan 4 Hane 1 Teslim sözlerinin çıkmasıyla birlikte eşim “Bence kitabın ismi kesinlikle bu olmalı, çok güzel bir isim bu,” dedi. Sonrasında da kime bu isimden bahsettiysem beğendiğini belirten sözler etti ve benim de bu isme olan güvenim arttı. Nihayetinde de roman, bu isimle yayımlandı.

-Babalar ve oğulları… Baba-oğul ilişkisi… Bu çok işlenen bir tema ama siz bunu farklı bir formla anlatıyorsunuz. Daha doğrusu doğrudan baba-oğul ilişkisine odaklanmıyor, bunu çok daha geniş bir perspektiften kuruyorsunuz. Ve kitap bittiğinde bunun sadece bir “babalar ve oğulları” romanı olmadığını görüyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz? Bize biraz romandan bahseder misiniz?

4 Hane 1 Teslim’deki anlatıda baba-oğul ilişkisi merkez temalardan biri kuşkusuz. Ancak sizin de çok güzel bir şekilde ifade ettiğiniz gibi, bunu daha geniş bir perspektiften yani iktidar olgusu üzerinden kurmaya çalışıyorum ben. Baba-oğul ilişkisi, bu ilişkinin tüm formlarını kapsayacak genişlikte düşünüldüğünde ve tanrı-insan meselesine kadar ilerletildiğinde, bize iktidarın değişik formlarını ya da değişik hiyerarşik seviyelerdeki formlarını verir diye düşünüyorum. Romanın daha derinde duran başka bir teması var aslında, değişememezlik. Ben, 4 Hane 1 Teslim’i tüm çabalarına rağmen değişemeyen, bir döngü içinde ilerleyip sürekli aynı yere varan karakterlerin romanı olarak niteleyebilirim. Bu döngü diğer yandan bizim hem ülke içindeki Doğu-Batı meselemizi, hem de ülkeyi merkez alarak düşündüğümüzde ortaya çıkan Doğu-Batı meselemizi, bir diğer deyişle hem içerideki arada kalmışlığımızı hem de Batı ile olan ilişkimizdeki arada kalmışlığımızı, tüm benzerliklerimizi ve farklılıklarımızı dikkate alarak kapsayan bir döngü. Ben bu anlatıyı, doğup büyüdüğüm İstanbul’u merkeze alarak ve gecekondularla apartmanlar arasındaki yaşamlar üzerinden kurgulayarak anlatmaya çalıştım.

-Hikâye boyunca ortalıkta dolaşan gizemli bir kara kedi var. Buralarda biraz mistik bir hava yaratıyorsunuz. Bu kedi neyi sembolize ediyor?

Bu soruya iki ayrı yanıt verebilirim. Öncelikle hayvanları, özellikle de insanla dostluk kurmuş ve bilinç seviyesi gelişmiş hayvanları, kendimi bildim bileli hem çok seviyorum hem de derin bir hayret ve ilgi ile izliyorum. Pek çok kişiye benzer şekilde benim için de kedilerin ve köpeklerin çok ayrı bir yeri var. İşte bu bağlamda ben, birlikte yaşamayı çok istememe karşın şehir yaşantısında eve kapatma hakkını kendimde bulamadığım kedilerimi bir kurgu dünyası içinde olsun yanımda istedim. Bu ilk yanıtım sorunuza. Öte yandan, yine dikkatli okur için yapılmış bir muziplik aslında o kediler. Kediler hep aynı kedi mi, başka başka kediler mi? Kedilerin göründüğü anlarda neler yaşanıyor? Karakterlerden biri ile kediler arasında gizemli bir ilişki mi var? Kediler metinlerarasılığa mı hizmet ediyor? Sorular arttırılabilir ve hemen belirteyim ki bu soruların kimine yanıtım evet kimine ise hayır. Kendi oyunlarını kendisi açıklayan bir yazar olmak, kimsenin gülmediği fıkranın esprisini açıklamaya çalışmak kadar acıklı bir iş olur çünkü. O nedenle biz, kedinin gizemini çözme işini -ki o da eğer varsa- o gizemi kendisine dert edinen okura bırakalım istiyorum.

-İnce ince örülmüş, anladığım kadarıyla da yirmi yıllık bir zaman diliminde geçen, Türkiye’nin kültürel-politik atmosferini de arka planda tutan bir roman. Kitabın sonuna düştüğünüz tarihten anladığımız kadarıyla dört yıllık bir yazım süreci olmuş. Biraz anlatır mısınız bu süreci?

Yazarlığı hayal etmeye başladığımda çok küçük yaşlardaydım. Fakat benim için yazarlık, hakkı verilemeyecekse asla bulaşılmaması gereken, önce ciddi bir eğitimden geçilmesini gerektiren bir uğraştı. O nedenle daha erken yaşlarımda bu işe başlamaya cesaret edemedim. En nihayet, “Tamam!” dediğimde ise birkaç yılım sadece hayranı olduğum yazarları ve İngilizce “family saga” diye tabir edilen türde verilmiş önemli romanları, klasikleri yeniden okuyarak geçti. Bu okumalar öncesinde ise, özellikle The Paris Review isimli edebiyat dergisine verilmiş yazar röportajlarını, yerli ve yabancı büyük yazarların, eleştirmenlerin roman yazımı üzerine vermiş oldukları eserleri okudum dikkatle. Bu çabanın, yeteneği ve hevesi olan yazar adayı için alınabilecek en değerli eğitim olduğunu düşünüyorum. Bir yandan da roman taslağı için notlar alıyordum sürekli. En nihayet, hem hayatımın belirli bir düzene oturduğu hem de “Ben galiba artık bir ilk romana cesaret edebilirim,” dediğim 2011 yılında yazmaya başladım. Altı ay kadar İstanbul’da yazdıktan sonra misafir öğretim üyesi olarak Amerika’ya Boston Üniversitesi’ne gittim. Bu bir kaçıştı aslında. Romanı yazabilmek için İstanbul’daki yoğun akademik yaşamımdan biraz uzaklaşmam gerekiyordu. Boston’da bir yıllık sürede hemen her gün çok düzenli bir şekilde çalışarak epeyce ilerledim. Türkiye’ye döndükten sonra eski yoğunluğumun beni ele geçirmesi pek uzun sürmedi ve ben de hem hiç acele etmediğimden hem de içime sinmeyen cümleler konusunda kendime karşı çok acımasız olduğumdan yavaş yavaş, iki yıl daha süren bir sürece yayarak tamamladım yazmayı. Şu an düşünüyorum da, aslında yazarken aldığım haz o denli yüksekti ki, belki de bitmesini istemedim uzun bir süre. Bu süreçte farklı roman konuları beni cezp etmeye başlayınca biraz daha heveslendim bu ilk romanı bitirmek için. Nihayet 2015 yılında yazımı tamamladım.

-Kitapta beni en çok etkileyen şeylerden birisi yarattığınız gerçeklik hissi. Bunu çok iyi başarıyorsunuz. Yazar olarak aradan çekiliyorsunuz ve hikâye evreniyle okuru baş başa bırakıyorsunuz. Yazar ve anlatı arasındaki ilişkiyle ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum…

Henüz ilk romanını yayımlatmış yeni bir yazar olarak sanırım duyabileceğim en gurur verici sözler bunlar, çok teşekkür ederim. Yorumunuzun beni bu denli sevindirmesinin sebebi, bahsettiğinizi yapabilmek için gayret sarf etmiş olmam. Yazarın romanda asla gözükmemesi, hele yazar olarak mesaj içeren, okurla direkt konuşan cümleler kurmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Yazar illa romanında “salınmak” istiyorsa, bunu açıklamalarıyla, mesajlarıyla, varlığını hissettiren sesiyle değil, karakterlerine “dağılarak” yapmalı ve yaşadığı dünyayı bütünüyle unutarak, romanda kurduğu dünyanın gerçekliğine odaklanmalı kanısındayım. Öte yandan, yazdıklarıyla duygusal açıdan derin bağlar kuran birisiyim ben. Belki de yazdıklarımı iliklerime kadar hissediyor olmam, onlara müthiş bir itikat ile bağlı olmam yaratıyor bu gerçeklik hissini.

-Kimleri okursunuz, sizi en çok etkileyen yazarlar kimlerdir?

Yaşamda iddialı olabileceğim, kendime güvendiğim sadece bir şey var o da okurluğum. Okumayı öğrendiğim günden beri elime geçen her şeyi okurum. Masallar, klasikler, modern klasikler, çizgi romanlar, şiir, farklı konularda aylık dergiler… Burada Marquez’in The Paris Review dergisine verdiği röportajda söylediği, “Kadınlar için hazırlanmış dergileri ve magazin dergilerini de okurum; onlardan, başka hiçbir yerden öğrenemeyeceğim şeyler öğrendim,” minvalli sözünü de anmak isterim. Etki kısmına gelince ise liste elbette epey kısalır. Marquez başta olmak üzere “Latin Amerika Boom” akımının önde gelen yazarlarından çokça etkilendiğimi belirtebilirim. Bu isimlerin herhangi birini okuduğumda, yazı masamın başına dönmek için inanılmaz bir istek duyuyorum. Kahire Üçlemesi romanıyla tanıştığım ve sonrasında Türkçe ya da İngilizceye çevrilmiş tüm romanlarını okuduğum Necip Mahfuz’un da çok etkilendiğim bir yazar olduğunu ifade etmem gerekir. Türkçe yazan ustalardan Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Hasan Ali Toptaş ve Orhan Pamuk hem okumaktan en çok haz aldığım yazarlar hem de en çok etkilendiğim.

  • 4 Hane 1 Teslim
  • Yazar: Eyüp Aygün Tayşir
  • Türü: Roman
  • Basım Tarihi: Temmuz 2016
  • Sayfa Sayısı: 404 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

“Bizleri aldatmak için Tanrı’dan bile faydalanıyorlar”

Read Next

Aynı Anda 33 Ülkede; “Maestra”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *