“senede bir gün dergisi” hopa’da sadece mart ayında çıkıyormuş. ancak kadınlar kendi aralarında sürekli toplanıyor, farklı temaları inceliyorlarmış. derginin sosyal medya sayfasında hareketliliği yıl boyunca gösteriyorlarmış. dergiyi dağıttıkları kişilerden on kuruş bile istememek için yıl boyunca renkli küpeler ve el işleri yapıp satmaya çalışıyorlarmış.
sevgili arkadaşım meral demir ile birlikte yollara düştük. şarkılarımızı, şiirlerimizi, sesimizi, sazımızı, sözümüzü aldık koynumuza düştük karadeniz’e doğru… hopa’da mart ayında bir etkinlik yapacağımız için çok heyecanlıydık. oradaki kadınlarla kaynaşma, birbirine akma imkânıydı bu. elbette yapacağımız etkinlik herkese açıktı. ancak kuracağımız yapı ve akışın dilini kadınca seslerden oluşturmuştuk. kadınca hâllerle, kadınca hayatın içinde yeşerme merakımızı ve bunu anlatılarımıza taşıma telâşımızla gitmiştik oraya. düşündüğümüzden de güzel bir etkinlik oldu. ama size anlatacağım şey bu değil. oraya gece yarısı vardık. etkinlikten iki gün önceydi. sabah kalkar kalkmaz kahvaltımızı bile etmemiştik ki evinde bizi misafir eden arkadaşımız bir dergi uzattı. derginin adı: “senede bir gün”… ne enteresan isim bir dergi için. ilk önce şu bildiğimiz şarkıdan el almışlar dedim içimden. “o ağacın altı” filan geçti kulağımın içinden. eski sanat müziği şarkılarından bir mini geçit sanki. koltuğa oturup dergiyi incelemeye başladım. “özgürlük sen neredeysen orada” başlığı zaten içimi kıpırdatmama yetmişti. elimde bir kadın dergisi vardı ve saldırı dili yerine kendi gücünün özelliklerinin farkındalığı ile dile gelen bir cümle ile başlıyordu. kadın hareketlerinde kendi kadın cinsinin özelliklerini zaman içinde unutmuş ve erkeklerle eşit olmak için gittikçe onlara dönüşen kadınlardan artık çok yorulmuştum… derginin ilk sayfasını açtım, merak uyanmıştı içimde.
“yitirdiklerimiz” bölümünde erkek şiddeti ile hayatlarını kaybetmiş kadınlar vardı. ve bu kadınların fotoğrafları, bir iki cümle ile de yaşamlarını kaybetme şekillerinin notu. diğer sayfada ise sevil topal’ ın yazısında “hayır, hayır demektir” diyordu. işte bu güçlü duruş bir savaşma hali değildi aslında, basitçe kendisini ifade ediş cümlesi ve dilin nasıl da var olan şiddeti yükseltmeye hizmet ettiğini anlatıyordu. neden “kadına şiddet” deniliyor da “erkek şiddeti” denilmiyor gibi dikkat çekici tespitler içeriyordu. neden “kadının tecavüzcüsü” deniyor da “fail” denmiyor. neden kadın üzerinden tanımlanıyor. neden “mağdur” ya da “kurban” yerine “hayatta kalan” demiyoruz bu tür olaylarda… neden saldıran erkeğin hastalığından söz ederek konuyu legalize etmeye çalışan bir dil ile konuşuyoruz, diyor. aşkın nasıl olup da şiddet ile kendisini göstermesi makul olabilir sorusunu atıyordu ortaya. belki bu konular pek çok kez işlenmiştir. ama dergi kendinden emin bir şekilde karşımdaydı. erkeklere sataşmıyordu aslında dildeki sorunu anlatıyordu; hayattaki sorunu… aynı bir sonraki sayfada kadınların en doğal hâllerinden olan regl anlatımında “biri mi ayıp mı dedi” başlığı altında işleyişi gibi emel karahan’ın. ayrıca dil konusuna dikkat çektirerek “dil bilinçaltını, bilinçaltı kişiyi, kişiler de toplumu şekillendirir” diyordu yazısında emel karahan. sonraki sayfada arzu ulu’nun şiddet ve istismar üzerine eğildiği yazı vardı. yazıda tüm bu sorunlara çözüm diye sunulan kadına tecrit uygulamalarının yaşamdaki karşılığı inceleniyordu… dergiden aklımda iz bırakan önemli cümlelerden birisi de “eşitlik yoksa aşk da yok”. ki kadınlar gününde bu pankartı da taşımışlar. aşk ilişkinin başında var olsa bile zamanla nasıl nefes alınamayan bir şeye dönüşebileceğini bence çok güzel anlatıyor. buradaki eşitlik elbette hukuksal zemindeki bir eşitlik. yoksa iki cinsi aynılaştırma çabasına hizmet eden bir bakış açısı değil.
bir de kendi içlerinde kurdukları korodan söz eden bir sayfa çıktı karşıma. işte bu harika dedim… müzik etrafında buluşmak, birlikte toplanıp sinema sohbetleri yapmak… birlikte öğrenmek kadar insanı kaynaştıran bir şey var mıdır. dergide beni çok çok mutlu eden bir başka şey de kadınların uğradığı taciz ve şiddetten çok, zor koşullar altında olsa bile kendi yaşam koşullarını oluşturmayı başarmış kadın öykülerine yer vermeleri oldu. dergiden yükselen nefes yaşama dönüktü. yakınma dili değil, yapabilmeye dair bir heves sızıyordu dokusundan. acıklı bir zavallılık değil, bakın beni nasıl da ezdiniz diyen bir yılgınlık değil, gücünün erkekle yarışması gerektiği tuzağına düşmüş kadın algısı değil, kadının kendi imkânları ve yapısallığı ile yaşamı nasıl yeniden ve yeniden üretip dönüştürebileceğine dair bir heves sızıyordu her cümleden ve resimden.
“senede bir gün dergisi” hopa’da sadece mart ayında çıkıyormuş. ancak kadınlar kendi aralarında sürekli toplanıyor, farklı temaları inceliyorlarmış. derginin sosyal medya sayfasında hareketliliği yıl boyunca gösteriyorlarmış. dergiyi dağıttıkları kişilerden on kuruş bile istememek için yıl boyunca renkli küpeler ve el işleri yapıp satmaya çalışıyorlarmış.
kadın da yapar eder demek yerine nasıl yaptıklarını anlatan kadınlar… ve nasıl güzel çizimler, şiirler… renkli kadın mayasını ve dilini aktaran çizgilerde, renklerde gerçek bir mutluluk hissettim içimde. ve sosyal medya sayfamda paylaştım hemen o coşkuyla dergiden aldığım resimleri, yazıları. pek çok farklı bölgeden yorumlar geldi. birisi londra’dan, birisi mersin kadın çalışma grubundan, bir başkası isviçre’den. bu yorumlardan bir kaçını paylaşmak istiyorum yazımın içinde:
vakıf çağın: doğa kendini çizince zaten içinde kadın olur. başka türlü olamazdı. beğendirme kaygısı olmadan. karadeniz beğenilmek için olduğu yerde değildir. zaten kendi yerindedir. dağlar kendi yerindedir. bu resimler de öyle. kadınsı, çoklu, yaşam deltası. su gibi, terbiye edilemez. buna gerek de yok. başlangıç ve bitiş noktası yok. evren gibi. entelektüel ellerin mahareti.
çiğdem akbaba: çok seçkin bir dergi örneği bana göre… sanki film şeridini andırıyor bende… her bir yazının resimle desteklenme hali gözümün önünde bir akis yaratıyor sanki… kadınlar varoluşlarını eksilten halleri haykırıyor yahut duygunun koyu tonuna bulanmış bir izanla dışa vuruyor… daraldım, esnedim, hüzünlendim, hakirdim, üzüldüm, sevindim; ama tüm bunların toplamında çoğaldım ve umutlandım çemberin genişliğini gördüğümde… bana göre hopalı kadınlar, mevcut durumdan mütevellit havasız kalmış cılız köklerini resim ve şiirle eşeleyerek, gübreleyerek güçlendiriyorlar. dergide pek çok kadınlık hallerini işaret eden bir zenginlik, dişil duyarlıklar, kadının kendi dilini ve bakışını yakalama çabası gördüm… bu anlamlarda mersin’den kadın hak ve özgürlükleri konusunda emek sahibi herkes adına en sıcak sevgi ve saygılarımı iletiyorum bu derginin ortaya çıkısında emeği geçen herkese…
leyla öztürk: çizimlerden şunu gördüm ki, kadının coğrafyası yok… her nerede olursan ol kadın ruhu her yerden her yere aynı yansıyor… gördüm, hissettim, koydum yüreğime… ellerine, yüreklerine sağlık hepsinin. kutluyorum hopalı kadınları…
sevinç ökçü: işte bu!!! hopa’nın cesaretli ve nezaketli kadınları, selam ve sevgiler sizlere… hopa’daki hemcinslerimi tebrik ediyorum, güçlü duruşları ile hayranlık bırakan kadınlar, cesaret ve zekâları ile de aramızdan sivrilen kadınlar… ihtiyacımız var, çoğalmalıyız.
hatice yanık: yollarda çoğalarak, sevgiyle ortak bilinç yaratmak ️oradaki tüm kadınlara ve kalpten desteklerini veren erkeklere selamlar, sevgiler. tüm yollar açık olsun
zümral taşel: dergide ne kadar güzel yazılar var, kocaman yürekli emekçi ve özgür kadınları hep sevmişimdir, iyi ki varız. sevgiler
bu ve benzeri gerçek içtenlikli yorumlara da çok ihtiyaç var. hepimiz kendimiz doğurup yeşerteceğimiz tarlada yalnız kalmamak isteriz… yapraklarımız sulansın sevilsin. isteriz. bu çoğalma biçimi dergideki arkadaşlar kadar beni de mutlu etti çok.
bu yorumlardan sonra dergideki arkadaşlardan da yanıtlar taşımak isterim buraya:
sevil topal: çember çok geniş. bizim içinde bunu fark ediş biçimimiz oldunuz. yeni farkındalıklar, yeni buluşmalar… insan olan yerlerimizden tutunduk. yarını güzelleştirmek adına kendimizden başlayıp umut aşılamaya devam edeceğiz. hele böyle güzelliklerle karşılaşınca hiç durasımız yok… dergide emeği geçen bütün kadınlarımız adına bizden de sizlere kucak dolusu sevgiler
arzu ulu: hopa’nın inatçı direngen kadınlarından kucak dolusu sevgiler çok mutlu olduk utandık heyecanlandık. küçük bi dünyamız var hopa ‘da bu sözler duyarlılık çok mutlu etti bizi
emel karahan: çok duygulandırdınız bizi şimdi daha çok utandık ve duygulandık. küçük adımlarla kendimizle başladık sonra başkalarına dokunmak belki de birilerini rahatsız etmek istedik. ama en önemlisi de önce biz olduk. şimdi biraz da varız diyebiliyoruz. önce kendi dilimizi ve kendimizi değiştirmekle başladık bu yola. öğrenmemiz ve birilerine aktarmamız gereken çok şey var. herkese çok teşekkürler. sevgiler
ve hopa’dan ayrılacağımız gün kısa da olsa buluştuk tanıştık resmen bir masada bu renkli kadınlarla, nasıl desem ilk andan itibaren yakınlık başladı ve bir demli çayın bardağı içinde aktık sanki birbirimize. ne çok şey başarabileceğimize dair içimize sular serptik birlikte… öyle bir fokurdama, birbirini bulmanın keyfi ile resmen kikirdeme hâli. o kadar kısa ama o kadar içten bakışlarla birbirine dokunma hali idi ki nerdeyse ağlayacaktık ayrılırken. birbirimizden zor koptuk diyebilirim. o masada ne olup bittiğine dair en kapsamlı yorumu da yine dergiden sevil topal yapmış: “bu masadan çıkan ortak sonuç; kadınlar yazmalı, çizmeli, gülümsemeli, gezip keşfetmeli… ben de yaparım denemeliyim demeli, neden olmasın”
bu tür anılar tüm renkli kadınların bir araya gelerek kendi aralarında oluşturmak için çaba sarf etmesi gerektiğine gittikçe daha çok inandığım kareler. farklı mekân ve coğrafyalarda farklı kadınlarla çoğalmasının tadını yayalım derim…
https://www.facebook.com/Senede-Bir-Gün-1980357195613564/
- “pandora’nın kapısı” şişli cemil candaş kültür merkezi’nde açıldı. - 13 Ocak 2020
- ezgi günlük tutarsa - 7 Aralık 2019
- her şeye rağmen - 18 Kasım 2019
FACEBOOK YORUMLARI