Murat Gülsoy’un Yalnızlar İçin Özel Bir Hizmet’i, tam da yalnızlık ile başı dertte olanların kitabıdır bir bakıma.
Yalnızlık, bulduğunuz zaman bütün duyularınızla sarıp sarmalamak isteyeceğiniz bir hazine hem, hem de kurtulmak için her yolu deneyebileceğiniz bir baş belası… “Kentli insanın yalnızlığı” temalı kaç film izledik, kaç kitap okuduk, bilirsiniz… Uzaklara bakılır da bakılır; yalnızlığın gereğidir. Melankoli ve yalnızlık birbirinin yanında eşantiyon olarak verilen olmazsa olmaz bir ikili olarak sunulur…
Yalnızlık ile ne yapacağımızı bilemediğimizdendir bu ikilik. Kendi kendimizle baş başa kalmaya hem can atarız, hem de görünce aynada kendimizi büyük bir korku kaplar içimizi ve telefona sarılır ellerimiz. Neyse ki bizi yalnızlığımızdan kurtaracak kadar akıllıdır kendisi.
Murat Gülsoy’un Yalnızlar İçin Özel Bir Hizmet’i, tam da yalnızlık ile başı dertte olanların kitabıdır bir bakıma. Biçimsel olarak birbirinden farklı bölümlerden oluşan kitabın başlangıcındaki Önsöz: Sonra Yavaş Yavaş Delirdim’de, yazarın Jorge Luis Borges’e hitaben yazdığı metni okuruz. Yazar, Borges’in metinlerinde yakaladığı benzerlik ve yakınlığa tutunup yalnızlığından kurtulmak istemektedir adeta, bir kurtuluş aramaktadır. Kendi kendine koyduğu tanıya göre, yavaş yavaş delirmektedir.
“Bu konuda yalnız değilim. Gerçekten. Hepimiz, tüm insanlar yavaş yavaş deliriyoruz. Sanki içtiğimiz suya bir ilaç karışıyor ya da havaya yayılan kokusuz bir gaz hepimizi delirtiyor. Ama bu o kadar yavaş oluyor ki anlayamıyoruz. Belki de o dağılıp eriyen meseleler zehirliyor hepimizi. Yüzleşmek yerine, zamanın asitli çözücülüğüne bıraktığımız o lanetli meseleler…”
Lanetlenen her insan gibi, yalnızlığa mahkumdur yazar. Artık ötekidir, berikilerin sıradanlığında; anormaldir, normalin dinginliğinde. Bu bilinç, kendisini olağan akışın dışına itmiştir. Bu dışarıdalık hem çekicidir bir yanıyla, hem de çekilmezdir…
“Geride her anlama gelebilecek nesneler kaldı. Ortalama alındı. Vasatta birleşik krallık kuruldu. Belki de babamın yapmaya çalıştığı o her şeye hakim olacak olan çoğunluğun zavallı zalimliğine karşı beni aşılamaktı. Bu yüzden şimdi, umutsuzca terapi yaparken gönderilemeyecek mektuplarla yavaş yavaş anlıyorum sorunu.”
Bahsi geçen sorun, dışarından anlaşılamayacak kadar içeridedir, merkezdedir. Bu yüzden yalnızlıktan her kurtuluş çabası, yalnızlığa mahkumdur içeride olan meseleyle yüzleşmedikçe, savaşmadıkça… Kitabın ikinci bölümü, Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet, romanın kendisidir aslında ve bilimkurgu türünün sularında yüzmektedir.
Romanın kahramanı Mirat, çeşitli zorunluluklarla emekli olmak zorunda kalmış bir öğretim görevlisi ve en önemli meşguliyetinden uzaklaşınca kendisiyle baş başa kalmış bir yalnızlık lanetlisidir. Lanetinden kurtuluşu Janus isimli uluslararası bir şirkette bulacak, bu şirketin gerçekleştirdiği yalnızlıktan kurtulma operasyonuna gönüllü olarak katılacaktır.
Bahsi geçen operasyonda, önceden izni alınmış ölen bir kişinin bilinci, yaşamakta olan bir kişiye aktarılır. O andan itibaren kişi, içerisinde başka bir bilinci daha barındırmakta; o bilinçle konuşmadan iletişim kurabilmekte, içine aldığı kişinin anılarını, düşüncelerini, hislerini duyabilmektedir. Mirat’ın kendi zihnine konuk ettiği kişi bir trafik kazasında ölen Esra’dır. Esra’nın gelişi, Mirat’ı lanetinden uzaklaştırmış ve tekrar sıradan kılmıştır.
“Bir süre konuşmadan sadece yürüdüler. Daha doğrusu Mirat yürüyordu ve Esra onun gözlerinden dünyaya bakıyordu. Mirat da bu sırada bir başkasının, Esra’nın gözleriyle görüyordu dünyayı.”
Yalnızlık ile olan içsel problemi, o içe bir başkasını ya da başkalarını dahil ederek çözebilir miyiz? Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet, Mirat’ın bunu tecrübe ettiği öyküsünü anlatarak söz konusu soruya bir cevap arıyor. Kitabın bu yaratıcı ve özenli kurgulanmış ikinci bölümü, “yavaş yavaş delirme” tespitiyle, her ne kadar biçimsel olarak farklı olsa da, özsel bir paralellik kuruyor.
Kitaptaki 3. bölüm olan Sonsöz: Bu Akşam Beni Bekleme Çünkü Gece Siyah ve Beyaz Olacak’ta ilk bölümdeki yazarla tekrar buluşuyoruz. Aradan geçen roman boyunca yazarımızın delirme süreci biraz daha ilerlemiş, hayal ve gerçek, kurgusal ve sahici olan ayrımların sınırları biraz daha silinmiş durumda. Sınırların ortadan kalktığı, suni olanın yitip gittiği bu süreç, tam da gerçek çözümün, kurtuluşun zamanı olabilir mi?
“Kum tepeciklerinin arasında ilerlerken birden ateş başında oturmuş iki genç gördüm. Yanlarına gittiğimde onların da gerçek olmadığını ama izini sürdüğüm gölgelerin uzantısı olduklarını anladım.”
Yazarın ve Mithat’ın, kitap boyunca izini sürdükleri gölge, laneti çözecek olan kurtuluş, sıradanlığın zaferine son verecek ve yalnızlık ile barışı sağlayacak olan süreç olabilir mi? Her delirme, bilmediğimiz bir özgürlüğün yan etkisi değil midir?
Kitabın Sayıların Gizli ve Güncel Anlamları adlı bölümü ve sonrasındaki Ay Işığında Yazılanlar ve Kara Sayfa da yine yazarın kendi delirişine şahit olduğumuz bölümler. Bu deliriş, kelimeler ve imgelerle gerçekleşen bir iç savaş olarak seriliyor önümüze. Bu iç savaşta ya biz kazanacağız, ya da zihnimizdeki başkaları. Ya barışacağız yalnızlıkla, ya kaçacağız başka bilinçlere…
- Yalnızlar İçin Özel Bir Hizmet
- Yazan: Murat Gülsoy
- Yayınevi: Can Yayınları
- Baskı tarihi: Ocak 2016
- Sayfa yapısı: 204 sayfa
- Vay canına! PUKSAVIDA yayın hayatına başladı! - 16 Mart 2017
- Cinler, canavarlar, filozoflar ve bilumum teröristler - 9 Mart 2017
- Londra’da Hoş Cinayet - 30 Ekim 2016
FACEBOOK YORUMLARI