
Karakter zenginliği Kamyon Kafe’nin yapısını bir yönüyle portreler galerisine dönüştürüyor, yazarın kıvrak hamlesiyle dede-torunun çıktığı çarşı turunda çocuğun zihnindeki hızlı turla haberdar oluyoruz mahalle esnafından.
Saf duyarlılık kesilmiş cins bir Çocuk Edebiyatı örneğine hem hasret kalıyor insan, hem de karşılaştığında doyamıyor okumalara. Kavuşmamışçasına diri kalıyor, sönüp gitmiyor hasreti. Çocuğa; ölümü, dirimi, komşuluğu, düşmanlığı, haseti, dayanışmayı, açgözlülüğü, kanaati, anneliği, dedeliği, neneliği, kardeşliği, sevdayı, ayrılığı ne varsa ve lazımsa abartmadan, sömürmeden tane tane, taptaze hatıralarla anlatmak ne imrenilesi bir beceridir.
Çiğdem Sezer, Kamyon Kafe kitabında yukarıda sayıp dökülen tüm “suçları” işlemiş! Dede Derviş Bey ve Nine Mukadder Hanım’ın sımsıcak hayat dolu ortasına yerleştirdiği torunun dolaylı ve doğrudan tanıklığıyla bir dünya kuruyor ve bir dünya insanı tanış kılıyor bize. Kitaptaki alışverişler bir tuhaf; Derviş Bey yavuklusunu etkilemek için üzerine gül dökerken, yıllar sonra Mukadder Hanım sırf sözü yerde kalmasın diye yağ döküyor Derviş Bey’in üstüne. Ne var ki onu yıkamak paklamak da Mukadder Hanım’ın üstüne kalıyor. Üniversite sınavına hazırlanmak üzere evlerinin bitişiğindeki kulübede kalacak olan misafire (sonrasında biricik Zeki abisi) yaptığı eşek şakasının karşılığını içine dünyasını dökeceği defter olarak alıyor torun. Mukadder Hanım, evi soğuktan donmak üzere olan Ukraynalı Anna’ya, dar sokakları arşınlayan Japon kafileye, gelene geçene, münkünse gelmeyene geçmeyene bile açar. Açları doyurmak, açlığı gidermek onun varoluşa verdiği işe yarar cevaptır adeta.
Bir mahalle; evden çıkmayanı, eve dönmeyeni, evi özleyeni, evi bilmeyeni ile acılar mahallesi. Danışanı, tanışanı, dayanışanı ile güçlü bir mahalle. Derviş Bey’in kamyonu, Mukadder Hanım’ın zetina dikiş makinesi, Zennure Hanım’ın porselenleri ile metalaşmamış, tecim evine sırt dönmüş şahsiyetli eşyalar mahallesi.
Dede-torun, nine-torun sohbetlerinin ilim irfan meclisi, abdallar tekkesi, akademinin hülasası olduğunu unutanlara ne güzel hatırlatıyor yazar. Ya unutmayanlar? Karaoke’de heceleri yineler, şarkıya eşlik eder gibi usul usul takip ediyor “müfredatı” onlar da. Kanaat nedir, ahretlik kimdir, deli midir, yoksa veli midir, nasıl konuşulur, nasıl dinlenir, kime soru sorulur, kime sorulmaz tazeleniyor zihnimiz. Çocuklara yazılan kitaplarda karakter adları her zaman önemsenmiştir. Kimi en tipik isimlerle okuru yormamayı tercih ederken, kimisi Marakeş’te çıkmaz sokaktaki sahhafın elindeki kitaplarda olmayan isimlerle esrarlı esintiler fısıldar. Burada bizim kulağımızda da vaktiyle çınlamış şatafatlı isimler var: Mukadder, Nimet, Mecbure, Fitnat, Zennure… bir çağın kapandığını hatırlatır gibi.
Naylonlaşmamış, ambalajlanmamış günlerin vahşi görünümlerine de misafir oluyoruz yeterince. Yetimhane müdürü Azmi Efendi ile evlenip “ ne derler”e kurban edilen Maryam bir ömür tüketiyor bir harfi kusurlu sahte ismi Meryem’le. Ölmeden önceki son arzusu mezar taşına işlenince birilerine ağır geliyor hakikat. Taş kırılıyor düşmanlık içinde kalıyor! Gencecik Suzan’ın uzun güzel kirpikleri fazla geliyor kocasına, “kirpik traşı” bu şekilde literatürüne giriyor koca terörünün.
Alt tema kargaşası yaşatmayan ve taşı gediğine koymasını bilen kitabın cinsiyetçilik eleştirisi yerli yerinde. Attığı zarları “hep kız” gelen Zennure Hanım eğitimdeki kız karşıtı kotayı evvela muhtar olarak deliyor, sonrasında o pırıl pırıl kızlar insanlık hizmetinde destanlar yazıyor.
Karakter zenginliği kitabın yapısını bir yönüyle portreler galerisine dönüştürüyor, öyle ki her birine ayrı ayrı yer verilmesi mümkün olmadığından, yazarın kıvrak hamlesiyle dede-torunun çıktığı çarşı turunda çocuğun zihnindeki hızlı turla haberdar oluyoruz mahalle esnafından. Şekeri yükselince kafaya zikzaklar çizen Berber Hamdi turu kahkahayla tamamlamamızı sağlıyor.
Okuma yazma bilmediği çocukluğun ilk günlerinden dedesinin emektar kamyonunu kitabın ismine çevirdiği son bölüme kadar başkalarının hikayelerine sızıp sızıp büyüyor kahramanımız. Son sayfalara kadar ismi hiç zikredilmeyen kahramanımızın, Zeki abisi ve İpek ablasının tatlı meyveleri Peri’nin bacaklarına sarıldığında duyuyoruz ismini ilk kez. Bu da anlamlı bir detay olarak gülümsetiyor dikkatli okuru.
Bir şairin romanında şairler selamlanmasa ayıp olmaz mı? Sezer, Necatigil ve Altıok’tan yaptığı alıntı dizelerle yolunu açanlara samimi selamlar, sevgiler yolluyor.
İlk aşk yaşanıyor; Gülçin’in ismi yıllarca çınlıyor torunun gönlünde. Hiç kavuşamayanın mı, yoksa tam kavuşmuşken ebediyyen kaybedenin mi acısı daha derin onu sorgulatıyor satırlar.
Kitabın genel akışına hiç benzemeyen ve bu biricikliğiyle benim döne döne yeniden okuduğum Yağmurun Hafızası bölümünde insan belleğinde seri şekilde çakıp duran hatıramsı izler yer alıyor. Ateşli hastada, bayılma ve ayılma anlarında zihinde gerçek ve hayali, maziyi şimdiyi ve atiyi tam anlamıyla kaynaştıran belirsiz görüntüler seri bir özet sunuyor adeta.
Ayrılık vakti gelip çatıyor. Kanaat Nakliyat, Kamyon Kafe’ye evriliyor. Kuşaklar değişiyor. Kötüler, kötülükler hep tetikte bekliyor belki ama iyi insanlar armut toplamıyor. Kanaat ederek zenginliklerine zenginlik katıyor.
Dünün torunu, yarının dedesi olarak “derviş tekkesini” açık tutuyor. Değil mi ki anlatacak güzel şeyler bitmiyor. Dünyaya fazla gelen insanlığı oraya buraya serpmek gerekiyor.
![]()
|
- ANNESİZ OLMAKTANSA ANNESİ GORİL OLMAK ÇAĞI… - 18 Nisan 2021
- Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar - 25 Şubat 2021
- Masal: Milletleri Bağlayan Ana Damar - 3 Haziran 2020