Abbs, bir insanın kendi aklı ve tutkularıyla kendisini var edebileceği gibi aynı zamanda nasıl da yok edebileceğini kanıtlıyor bu romanıyla.
Bir dâhinin çocuğu olmak her daim zordur. Dünyaya unutulmayacak bir eser bırakan bir insanın soyundan geldiğinizde o eser sadece sizi değil sizin çocuklarınızı ve sonrasını da etkiler hale gelir. Elbette bu kimi zaman iyi kimi zaman kötü bir durumdur. Bugüne, yaşıma ve yaşıtlarıma baktığımda temelde bir varolma sıkıntısı yaşadığımızı görebiliyorum. Bunu ancak hepimiz, az çok öz eleştiri verebildiğimizde görüyoruz. Nasıl kanıtlar insan, kendini kendine ve diğerlerine karşı? Nasıl birey olunur? Peki ya edebiyat tarihinin orta yerine Ulysses gibi bir eseri bırakan James Joyce’un kızı olmak hayatta neyi çok iyi yaparsanız yapın artık sadece sizi siz olarak anılabilir hale getirir? Çok zor.
Joyce 1882-1941 yılları arasında yaşamış olsa dahi ürettiği eserler onu edebiyat varoldukça adı her daim dâhi olarak anılacak insanlardan biri yaptı. İlk kez 1922’de Paris’te basılan Ulysses, Dublin’de geçen sadece 24 saati anlatan Homeros’un Odysseia’su üzerine kurulu bir roman. Türkçeye ilk kez 1996 yılında Nevzat Erkmen tarafından çevrildi. Kalınlığı ile göz korkutan kitap, okumaya başlayanlar içinde kullanıldığı pek çok edebi teknik nedeniyle sıkıntıya yol açar. Ulysses, her daim hakkında çok konuşulan ama çok az okunabilen “dünyanın en zor okunan kitapları” listesinin demirbaşlarındandır. Joyce’un bütün eserleri edebiyat araştırmacıları ve öğrencileri için sürekli konu olmasıyla geçerliliğini her daim korur. Joyce 20. yüzyılın edebiyatının inşasına mihenk taşını koymuştur.
Hep Kitap tarafından Ocak ayında raflarda yerini alan “Joyce’un Kızı” isimli romanla Joyce ve ailesi ile bir kez daha karşılaşıyoruz. İngiliz Edebiyatı üzerine eğitim gören ve 2015 yılında genç yazarlara verilen Impress Prize’a layık görülen Annebel Abbs’in ilk romanı “Joyce’un Kızı”. Yazar olan annesi ve babası nedeniyle asla yazmayacağını düşünürken kendini bir anda Lucia’yı ararken buluyor Abbs. “Joyce’un Kızı”, Lucia Joyce’un kendi hayat hikâyesinden yola çıkılarak yazılmış bir roman. Lucia hakkındaki belgelerin pek çoğu kaybolduğu ya da yok edildiği için kitabın içerisindeki duyguların çoğu Abbs’in hayal ürünü. Lakin Abbs bulabildiği bütün gerçek bilgileri de kitabın akışı içerisinde kullanmış.
Bir kadının başka bir kadının hikâyesine olan ilgisinden daha çok iyi dansçı ve sanatçı olan bir kadının kaybolmuş hikâyesinin peşinden savruluyor. Kitap yayınlandıktan sonra bu savruluşunu bir mektupla anlatma gereği duyuyor Abbs. Kitabı okuyan insanların pek çoğu kitabın sıradan okurlar için fazla entelektüel olduğunu, Joyce’cular için de entelektüellikten fazla uzak olduğunu söylüyorlar. (Annebel Abbs’in mektubu için tıklayınız ) Abbs, kitabın ilk bir yıllık gelirini Lucia Jones adına İngiltere’de çocukların ve yetişkinlerin zihinsel ve ruhsal sağlığını iyileştirmek için kampanyalar yürüten YoungMinds hayır kurumuna bağışlamış.
Lucia Anna Joyce, 1907 yılında Trieste’de doğuyor. Çok erken yaşlarda baleye başlıyor ve sonrasında hayatının en önemli öznesi dans etmek oluyor. Lucia, Isadora Duncan’dan eğitim alabilecek kadar başarılı oluyor, o güzelliği ve başarısıyla da aynı zamanda babasının ilham perisi. Joyce ile kızı Lucia’nın birçok ortak noktası varmış: Hayatlarını tutkularının peşinde koşarken hasta olacak kadar çok sevmişler. Bir yandan da dünya içerisinde kendilerine aykırı bir konum da yaratmışlar. Geleceği bir anlığına da olsa görebildiklerine inanmışlar, bu onlara çevrelerince bir kâhin kimliği de katmış.
Lucia ailesinin ısrarları nedeniyle 20’li yaşlarının başında dansı bırakmak zorunda kalmış ve sonrasından tutkusundan ayrı düşen aklının sağlığını koruyamamış. Joyce’un da doktoru olan Carl Jung yirmili yaşlarında akıl sağlığını kaybetmeye başlayan Lucia için babasının da bir şizofren olduğunu ve kızına bu hastalığın genetik olarak geçtiğini ileri sürmüş. Jung baba kız için “İkisi de okyanusun derinliklerine inebiliyordu, fakat Joyce dalarken, Lucia ise düşüyordu” açıklamasını yapar.
Lucia annesinin kızının durumunu kabullenememesinden ötürü uzun süre hastaneye yatırılmamış. 1936’te tedavi için bir kliniğe yatırıldıktan sonra da annesi onu hiçbir zaman ziyaret etmemiş ve Lucia 1982’de vefat etmiş. James Joyce ise kızının tedavi olması için zaten zor durumda olduğu bütün mal varlığını harcamış onu asla yalnız bırakmamış ve ona sürekli mektuplar yazmış. On yedi yıl sonra tamamlayabildiği romanı Finneganın Vahı’nın yazılma süreciyle Lucia’nın acılarının arasında derin bir bağ gördüğünü söylemiş.
Roman aynı zamanda dönemin edebiyat çevresi içerisinde de geziniyor. Lucia ile bir zamanlar Joyce’un yardımcısı olan Samuel Beckett arasındaki aşka değiniyor. Lucia’nın akıl sağlığını kaybetmesiyle beraber aralarındaki ilişki son bulsa da Beckett Lucia’ya mektup yazmaya devam ediyor. Lucia’nın danstan sonra hayatının tutkusu Beckett oluyor.
Joyce’un ve kızının hayatının temel özelliği yazının başlarında da dediğim gibi tutkuları. Akıl sağlıklarını yitirseler de hayattan vazgeçmeyen yanları. Sadece bir perdenin kalkıp hayatının başka bir penceresinden hayata bakan iki insanın başka bir hastalıklı biçimde baba-kızdan öte kurdukları iletişim ve ilişki. Doktorları sürekli olarak Lucia’nın hayatında bir cinsel taciz hikâyesi arasalar da bunun bulunduğuna dair bir kanıt yok, zaten Lucia’nın pek çok hastane kaydı ve mektupları bilinçli bir şekilde sonrasında yok ediliyor.
Gerçeğe yakınlığı hiçbir zaman tam manasıyla bilinemeyecek bir roman “Joyce’un Kızı”, lakin Joyce ve Lucia arasında kurduğu ilişki açısından bir yanıyla oldukça da gerçekçi. Annebel Abbs bir kaybın peşinden koşarken bir kadının varlığını tekrar kanıtlamış aynı zamanda. “Joyce’un Kızı” için en klişe tabirle tutkunun romanı denebilir. Zamanla, insanlarla ve kendi aklıyla mücadele etmeye çalışan ve bu mücadeleyi çoğu zaman tek başına veren bir kadın Lucia, toplumun ve ailenizin istediği insan olmadığınızda kendinizi kanıtlamak adına sürüklendiğinizin bir hayatın içerisinde var olmaya çalışma denemesi. Abbs, bir insanın kendi aklı ve tutkularıyla kendisini var edebileceği gibi aynı zamanda nasıl da yok edebileceğini kanıtlıyor bu romanıyla.
|
- Kül Sesleri: Geride Kalanlara Düşen Gözyaşları - 18 Nisan 2020
- Kediler ve Erkekler - 12 Şubat 2020
- Beyin Kırıcı - 19 Ocak 2020
FACEBOOK YORUMLARI