
‘Yazarı ve Muhatabı’ erkek olan ve bu kitaba konu olan on iki öykü; yıllardır yerleşik ‘eril zihniyete’, emeğe, ezilmişlere, ötekilere ve bilhassa kadınlara selam duran yarı kurgu yarı yaşanmış metinlerden oluşmaktadır.
Selahattin Demirtaş’ın zindandan yazdığı hikayelerinin ithaf cümlesidir bu başlık. İngiliz yazar, şair ve eleştirmen Edmund Gosse’nin “İthaf etmek, şüphesiz kalem oynatan adamın en temel dürtülerindendir” sözünü dikkate alırsak, yazarı kalem oynatmaya iten nedenleri de anlayabiliriz sanırım. İthaflar için ‘yazın sanatının saklı anahtarıdır’ deseler de, Demirtaş bu kitabında ‘hayatın saklı’ kalmış olaylarını metinlerle açık ederek, ithafı metinlerin bir parçası haline getirmiştir.
Evet, siyaset dünyasında daha önceleri de kitap yazan siyasiler olmuştu. Ama bunlar daha çok emekli olduktan sonra yazılmış, anılardan oluşan kitaplardı benim bildiğim, gördüğüm. Aktif siyasi hayatının içinde edebiyat yönüyle ortaya çıkan, kişisel tarihimde tanık olduğum tek siyasi lider merhum Ecevit’ti benim anımsadığım. O yüzden bu kitap ayrı bir özellik taşıyor benim gözümde.
Siyasetin somurtkan, çatık kaşlı, acımasız, kaya gibi sert olduğu bir ortamda yetişmiş olmakla birlikte, aynı siyasi arenada görev üstlendiğinde güleç, esprili, zeki, bağlama çalan, şiir yazan halleri ve bütün bunları yaparken duruşunda, tavrında, savunularında ciddiyetini kaybetmeden politika yapan biri olarak tanıdık onu. En azından ben öyle tanıdım.
Meğer insanların üretebilecekleri ne güzellikler varmış sanat adına, insanlık adına. Toplumsal ve bireysel yükümlülük kaç yeteneği mezara gömdü kim bilir? İşte Demirtaş’ta siyasetteki üzücü ve zorunlu molası nedeniyle, bu kez yazdığı ‘SEHER’ adlı öykü kitabıyla karşımıza çıkarak, ilgi ve yeteneğinin ne kadar renkli olduğunu gözler önüne sererken, kitabın önsözü yerine geçecek şu cümlelerle seslenir bize.
“Tabi ki cinsiyet kimliğim itibariyle ‘erkek’ olmam ‘kadın’ meselesinde yazarken, konuşurken çok daha fazla dikkatli olmamı gerektirir. Çünkü kadın özgürlüğünü yazayım derken, erkek olarak bir ‘lütufta’ bulunuyormuş gibi ciddi bir hataya da düşebilirsiniz. Kadın kimliğine yönelik saldırının en temel faili erkektir. Buradaki erkek anlayış bazen koca, bazen abi, sevgili, nişanlı, baba olarak ortaya çıkarken, bazen de devlet, patron, müdür olarak ya da eş başkan olarak ortaya çıkabilir. Çoğu yerde de bir kaçı birden aynı anda ortaya çıkar ve kendi egemenliğini, gücünü, hiyerarşik üstünlüğünü korumak, güçlendirmek için her türlü zorbalığı yapmaktan çekinmez.
Kitapta ben kadınların ‘mazlumluğuna değil ‘erkeklerin zalimliğine’ dikkat çekmek istedim. Kadına acınacak bir figür olarak değil, erkeğe acınması gereken bir bakış açısını ortaya koymaya çalıştım. Kitabı kadınlara ithaf ettim, ama mesajlar erkekleredir. Kadınların bu öykülerden çıkaracakları fazla bir ders yoktur, haddime de değildir. Ben sadece kadın özgürlük mücadelesini yürüten cesur kadınlarla dayanışma ortaya koymak ve erkek zihniyetinin kendisiyle yüzleşmesi için bir katkı sunmaya çalıştım. Çünkü bu yüzleşmeyi hakkıyla yapmayan hiçbir erkeğin özgür bir insan olma ihtimali yoktur. Bu açıdan baktığımızda bu kitabın esas muhatabı erkektir.”
Evet, ‘Yazarı ve Muhatabı’ erkek olan ve bu kitaba konu olan on iki öykü; yıllardır yerleşik ‘eril zihniyete’, emeğe, ezilmişlere, ötekilere ve bilhassa kadınlara selam duran yarı kurgu yarı yaşanmış metinlerden oluşmaktadır.
İşte, arka kapağında Oya Baydar’ın “ yaşama duyulan derin sevginin” Zülfü Livaneli’nin “yüreğinin kazıyarak en gizli duyguların paylaşımı” diye yorumladığı kitabın her bir öyküsünün bendeki izleri:
İçimizdeki Erkek – Demirtaş bulunduğu cezaevinin dört metreye sekiz metre avlusunu anlatırken ‘yürü yürü akşama kadar bitmez’ diyerek mizahi eleştiriyi, ‘cezaevi onların yuvasının üstüne yapılmış da asıl ev sahipleri onlarmış gibi davranıyorlar bize’ diye tanımladığı avlu arkadaşları karınca ve örümcekler ile aralarında oluşturdukları saygıyı’, Bir çift serçenin ‘yuva yapma’ gözlemini aktarırken sistemle ve aile içi iktidar çatışmalarını usta bir dille aktarır bu öyküde.
Seher – Kitaba da ismini veren Seher, adına ‘namus cinayeti’ denilerek, namusu sadece kadının bacak arasına indirgeyip cinayetlere hafifletici sebep oluşturan ve buram buram erillik kokan bu anlayışın kurbanı olan bir kızın hikayesi. 22 yıllık ömrünün sonunu doğanın değil, törelerin belirlediği Seher.
Temizlikçi Nazo – Ankara’nın gecekondularından zengin evlere temizliğe giden Nazo’nun tesadüfen geçtiği Kızılay’da bir eylemin ortasında kalarak yediği, gaz, jop ve darbelerden sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmesi ve adaletsizliğin öfkeye, öfkenin cesarete nasıl dönüştüğünü anlatan yaşamdan canlı bir kesit sanki. Hikayenin dokunaklığı bir yana, Nazo’nun babasından miras kalan araba merakının hikayenin tamamına yedirilmesi ve araba markalarından insanları, insanlardan kullandıkları araba markalarını tanımladığı iç seslerle onun duygu dünyasını derinliğine yansıtması tam bir edebiyatçı işi olduğunu düşündürüyor insana.
Bildiğiniz Gibi Değil – ‘Söyle Nergis, ben seni ne çeşit seveyim?’ sorusuyla, ‘Çünkü seviyordum…’ denilen tüm sevgi hallerini iç monoloğuyla dile getiren üniversiteli Musti, sevdayı bilmeyenlerin, sevdadan korkanların acımasız yüzünün timsali gibidir.
Kara Gözlere Selam Olsun – Gurbette cezaevi inşaatında çalışan Hüseyin ve Cemal, bir taraftan emeğinin ve sevdalarının karşılığını almak için mücadele ederken, diğer taraftan çıkardıkları işin utancını yaşarlar sessizce.
Cezaevi Mektup Okuma Komisyonuna Mektup – Demirtaş’ın kendi hayatına dayanan bir metin olmasından kaynaklı olsa gerek, mizahi gücünü en iyi yansıttığı bir mektupla karşımıza çıkar bu kez. Cezaevi koşullarını ince bir alayla dile getirmesi, ‘dışardayken’ dalga geçerek muhatabını hırpaladığı günleri anımsatır bize. Ve bu metinden anladığımız kadarı ile sadece muhalif olarak değil, kendisiyle bile dalga geçebilen bir Demirtaş var karşımızda.
Denizkızı – Suriye’den annesinin kucağında kaçmaya çalışan 5 yaşındaki Mina… Batan tekne, ağırlaşan can yelekleri veee acı son… O artık bir denizkızı… Annesinin kollarında ya… Korkmuyor!
Halep Ezmesi – Patlayan bombalar ve dünyanın umursamazlığı… Ortadoğu halklarının kültürüyle oluşmuş Hatay mutfağı… Kavuşulamayan aşklar… Hepsi insana dair.
Ah, Asuman! – İşinde gücünde, çoluğunda çocuğunda bir uzun yol şoförünün, neon ışıklarının parlaklığına kanıp evi terk etmesi ve ışığın sönmesiyle yaşanan değişim!
Annemle Hesaplaşmalar – Demirtaş’ın çocukluk yıllarına gittiği metinler. Kendi anılarından oluşan bu hikayelerde mizah dilini daha özgürce kullanan Demirtaş, kendi halkının yaşadığı siyasal, kültürel, sosyal sıkışıklığı öyle bir betimliyor ki, iki zıt duygunun etkileşiminden kendinizi kurtaramıyorsunuz. 1981 yılına, ağabeyi ile birlikte iki çocuğun bakışı, anneyle sohbetin tadı konunun ağırlığına halel getirmeden yapılan mizah Demirtaş’ı daha yakından tanıtıyor bize.
Tarih Kadar Yalnız – “Sosyal ve sınıfsal açıdan yükselmek, atmosferden uzaya gitmek gibi. Yukarıya doğru gittikçe canlı sınıfı azalıyor ve uzay boşluğunda kendi yalnızlığınla seyahat ediyorsun. İşin hazin tarafı da bunu yapabilmek için kendini parçalarcasına çalışıyorsun. Yaşamın tam içinden yükselip, yaşamın olmadığı yere doğru ilerleyen gönüllü zavallılar olarak hissediyorum bazen” diyen ‘kentsel dönüşümlerden’ köşeyi dönmüş bir mimarın, yaşamı kaçırışını fark ettiğindeki serzenişi.
Sonu Muhteşem Olacak – Cizreli Bekes’in okuyup tıp doktoru olmasının ardından memleketine dönüp görevini yaparken, kente ve halkına karşı sorumluluğunu ‘kent konseyinde’ de sürdüren doktorun kentin ‘başarılı yerinden yönetim deneyimini’ anlatması için Harvard Üniversitesinden davet alması üzerine yaşanan heyecan ve gururun hikayesi…
Siyaset ve yazarlık kitle etkileşimi bakımından benzer gibi görünse de, siyaset tribünlere oynanan popülarite ile ayakta durabilirken, yazarlık ancak bilgi ve birikim ile ayakta durabilir. Demirtaş’ın siyasetçi yanından bağımsız, edebiyatçı yanını bencil bir okur olarak bugüne kadar görememiş olmamıza doğrusu ben de hayıflandım.
Öyküler, belki yer, zaman ve isimler değişik ama hemen hepsi yaşanmış ve halen yaşanmakta olan olaylar… Çözümüne kafa yormadığımız, karşı koymadığımız/koyamadığımız olaylar!
Duvarları aşıp gelen ‘Seher’lerin direnci ile;
Bu öyküler, bu kitap ‘demokrasinin makus talihinin’ bir tesellisi olsun biz okurlara…
![]()
|
- ZAMANIN BİR UCUNU DİĞER UCUNA TEYELLEMEK - 6 Mayıs 2022
- Zamana açılabilen kültür olgusu: Mitler… - 5 Mart 2019
- Çocuklarını Yiyen Satürn - 1 Ekim 2018
FACEBOOK YORUMLARI