Ela Başak Atakan’ın Bir Şifa Bağımlısının İtirafları kitabı son yılların popülerliğinden hiçbir şey kaybetmeyen konuları “Kişisel Gelişim” ve “Şifalanma” üzerine ters köşe olacağınız, gerçek uyanışa şahitlik edeceğiniz, düzenin ‘aslında’ nasıl işlediğini direkt yaşayan birinin tecrübelerinden faydalanarak okuyacağınız şaşırtıcı derecede sahici bir kitap.
Bir Şifa Bağımlısının İtirafları kişisel gelişim ve şifalanma ritüelleri üzerine düşündüklerimin karşılığı olarak karşıma çıktığı için sevgili Ela Başak Atakan ile söyleşi yapmak istedim. İçimizi tam anlamıyla döktüğümüz çok kapsamlı bir söyleşi çıktı ortaya. Şifalandık mı, mutsuzluklarımıza neden çare bulunamadı, öz değer yolculuklarımızı yanlış güzergahlarda mı yaptık?
-
Aynur Kulak: Bağımlı olmak davranışı üzerinden başlamak istiyorum Ela Hanım. Genel bir tanımı var tabii fakat, sizdeki tanımı nedir bağımlı olmanın?
Ela Başak Atakan: Vazgeçememek. Kitabı, defteri kapatamamak. Mezun olamamak. Geride bırakamamak. Kitabın adı kendini ele veriyor olmalı. Deneyimlerin kötü olduğunu veya bana iyi gelmediğini ima ettiğim sanılmasın. Sadece daha fazlasını istemek. İlgi ve ihtiyaç duymak. 35 şifacı sonra “ben bunun kitabını yazdım” dememe rağmen söz gelimi geçen hafta nümerolojiyi denedim, bir ay evvel de negatif enerjiyi yumurtalara çeken bir şifacıya gittim… Vazgeçemiyorum!
-
Kitabınız Şifa Bağımlısının İtirafları’ndan yola çıkarak ne veya neler olmaya başladı da siz ‘kişisel gelişim’ ve ‘şifalanma’ meselelerinin bağımlısı olduğunuzu hissettiniz?
Bağımlı olduğum şey şifanın kendisi değil. Bağımlısı olduğum şey aslında seyir. Yani seyretme eylemi. Benim dönüşümüm şifa seanslarının benim (ya da orada bulunan danışan) için özel olarak sahneye konmuş bir temsil olduğunu fark ettiğim zaman başladı. İki kişilik bir oyun veya temsil bu. Siz seyircisiniz. Eğlence ve sahne sanatlarına düşkün olduğum ve okulda film analizi dersi verdiğim için yavaş yavaş şifayı çözmeye başladım. Birincisi etrafımda çok fazla sayıda kimsenin kendini bu konuya kaptırmış olduğunu görüyordum. İkincisi kimse bundan bahsetmiyordu. Kapalı kapılar ardında gerçekleşen mahrem uygulamalar bunlar. Buradan da itiraf etme isteği gelişti. Sonunda volkan gibi patladım.
-
Kitapta kendinizi kaptırdığınız kısa bir dönemi anlatmıyorsunuz. Şuraya gittim, buraya gittim, şu oldu, bu oldu dan ziyade tüm bu sürecin size ne hissettirdiğini de yazıyorsunuz. Ne oldu da yazmak ve paylaşmak istediniz bu yaşadıklarınızı? Bağımlıyım fakat işe yarayan da bir süreç bu ve yazmalıyım mıydı bunun karşılığı yoksa, ben bağlandım siz bağlanmayın mıydı?
Kısa cevap: “Ben bağlandım siz de bağlanın”’dı. Sizin için işleyen yöntemi bulana kadar şifacılara gitmelisiniz. Bence.
Uzun cevap: Hehe, yazmak terapi zaten. İtiraf da terapi! Tabii bunları bilmiyordum. Yolda öğrendim. Seminerine gittiğim bir alternatif doktor (Gilbert Reynaud) konuşmaya başladığımız an iyileşmeye başladığımızı söylüyor. “Eğer sırlarımızı, dertlerimizi içimizde tutarsak dokuya gider, hastalık böyle başlar,” diyor. Sır tutmaya meyilli bir millet olarak bir daha söylüyorum: arkadaşlar Kova Çağı’nda yaşıyoruz. Paylaşma çağı. Bakın miniklerimiz ve tasasızlarımız nasıl Instagram’da paylaşıyor, Snapchat, Tictoc yapıyorlar. Biz de böyle olalım lütfen!
-
Bir Şifa Bağımlısı’nın itirafları’nda en çok ilgimi çeken şey edebiyatı seviyor olmanız. Bu kanıya varmamın sebebi; Nabokov ile açılış yapıyorsunuz, Borges ile devam ediyorsunuz, ardından Namık Kemal, Ursula K. Le Guin vb. yazarlardan alıntılar yapıyorsunuz. Aslında bu yazarların kitaplarını okumaya ağırlık versek aradığımız cevaplar orada var fakat hayır, 2019 yılında da yine en çok satan kitaplar kişisel gelişim kitapları. Neyi arıyoruz, neden bulamıyoruz, en önemlisi de doğru yerde mi arıyoruz?
İnanın bugüne kadar bana yöneltilen tüm sorular içinde beni en mutlu edeni bu oldu. Edebiyatsever bir aileye doğdum. Annem İngiliz Edebiyatçısı… Fransız romanları, Shakespeare oyunlarıyla büyüdüm. Gönderme yapmam gerektiği zaman kafa edebiyata doğru çalışıyor. Bir tür ayak masajı olan refleksoloji ile Baudelaire’i nasıl birleştirmeyi başardığıma ben de biraz şaşıyorum. En gurur duyduğum yer, geçmiş hayatlardan girip ile Nietzsche’den çıktığım bir bölüm sonu…
Kişisel gelişim bazılarının “low brow” (alçak sanat) diye tarif edebileceği, kolay anlaşılır, popülist ve açıkçası sanatla uzaktan yakından alakası olmayan bir alan. Bu alana biraz kültür katma zamanı gelmişti. Eğer grafiti sanata girdiyse, mesela Bansky gibi sanatçıların adı Sothebys’de anılıyorsa bizim de kişisel gelişime lezzet, derinlik ve edebiyat katmamamız için hiçbir sebep yok.
Sizin de parmak bastığınız gibi edebiyatta ve sanatta birtakım cevaplar gizli… İtiraf ediyorum ki, kitap satın alırken son birkaç senedir elim edebiyata gitmiyordu. Kitapçıların kişisel gelişim reyonlarında buluyordum kendimi. Bir başkasının cevap anahtarını size uzmanlığının verdiği kesinlikle sunması beni benden alıyordu.
Cevap anahtarının birisinin elindeymiş gibi sunulması beni hala büyülüyor.
-
Birçok şifalanma, kişisel gelişim metodu uygulamasına katıldığınızı sebepleriyle birlikte açıklıyorsunuz. Şaman, Astrolog, hipnotizmacı, vücut okuyucu, nefes, masaj, dans terapisi, çok sayıda enerji uzmanı ve bin bir çeşit şifacı arasında boşluk bir türlü dolmuyor. En azından yazdıklarınızdan ben böyle hissettim. Buradaki mesela bağımlılık mı gerçekten yoksa bir bağımlılığın bağımlısı olmak mı? Sanki mesele bir müddet sonra amacından sapıyor, ne dersiniz? Mutlu olmak için gidiyorsun mesela fakat içinde bulunduğun sistemden kurtulayım derken başka bir sistemin bağımlısı oluyorsun.
Ah evet çok dikkat etmek lazım. Kültler ve tarikatlar böyle oluşuyor işte. Burada gereğinden fazla kapılanlara farkındalık ve meditasyon önerebilirim!
Farkındalık pratik bir pratik. Okuyanlar için küçük bir egzersiz önerim var. Şu an ne yaptığınızı kendi kendinize tekrarlayın. Ben andayım şunu yapıyorum dediğin an zaten takıntılarının veya saplantılarının da yavaş yavaş farkına varıyorsun. Bunu yürürken, duş alırken ve merdivenden çıkarken yapmanızı tavsiye ederim. Bu bilinçli farkındalık sonradan diğer anlara da yayılıyor. Mesela ben şu an sabahlığımla oturmuş klavyemin tuşlarına basıyorum ve kahve hayali kuruyorum.
-
Sinema yüksek lisansı yapıyorsunuz. Türkiye’de ve Amerika’da film sektöründe yönetmen olarak çalıştınız. Senarist olarak kariyerinize devam ettiniz ve şimdilerde Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü’nde senaryo dersleri veriyorsunuz. Başarılısınız. Ve çevremden de bildiğim kadarıyla birçok başaralı kişi, kariyer sahibi olmuş, gerçekten iyi yerlere gelmiş kişiler bu kişisel gelişim furyasının içine girmekten kendilerini alamıyorlar. Neden? Her şeyin farkında olmak, her şeyi bilmek mi acaba mutsuzluğa giden yolda emin adımlarla ilerlememizi sağlıyor, ne dersiniz? Yetmeyen, daha da istenen şey tam olarak ne sizce?
Her çocuk anne babasının hatta okul çevresinin de projesi olarak yetişiyor. Belki de ergenlikten sonra kendimizi projelendirmek bize düşüyor. Belki de belli bir yaştan sonra kendini projelendirme seçenekleri çok az. Belki de kişisel gelişim değişmek isteyen insanlara tutunması kolay, kesin ve net formüller sunuyor. Şurası da kesin: Değişmek istiyoruz! Kitapta da değindiğim gibi: “Değişmekteyiz. Değişiyoruz. Değişeceğiz.”
-
Aslında yukarıdaki soru silsilesinin sebebi şu: Beyaz yakalı olarak nitelediğimiz, mega şehirlerde yaşayan ve çalışan bireylerin kendilerini kaptırdıkları bir sistemin sonucu olarak ortaya çıktı aslında kişisel gelişim ve şifalanma. Böyle bir iletişim çağında, interaktif yaşamda, asla bizimle ilgili olmayan uyaranlara maruz kalıyoruz. Hiç ihtiyacımız yok, hatta mutluyuz belki de ama haberimiz yok. Kapitalist sitemin mobingi diyebilir miyiz buna? Öyle bir sistem ki bu, sorun bizden kaynaklıymış gibi bir düzenek tıkır tıkır işliyor. Ne dersiniz?
Haklısınız derim. Şöyle bir profil çizeyim size, bakalım tanıyacak mısınız? Uyduruyorum:
“Falanca Üniversitesinde iktisat ve işletme okudu. Yedi sene Şubank’ta üst düzey yönetici olarak çalıştıktan sonra gerçeğin bu olmadığını gördü. İşinden ayrılarak yeni keşiflere doğru yelken açtı. Şu ve bu eğitimlerinden şu ve bu sertifikalarını aldı ve gerçek yolculuğunun ne olduğunu kavradı.
Şimdi ……. olarak çalışıyor. Boşluğu siz doldurun:
Nefes terapisti
Yaşam koçu
Reiki master
Sesle şifa vs.”
Tanıyor musunuz onu? Benim etrafımda çok var. Beyaz yaka, güzel maaşlı işlerinden ayrılıp, nefes terapisti, yaşam koçu, yogi ve şifacı olanlar. Neler oluyor? Neden insanlar iş güvencelerini, sağlık sigortalarını, yemek kartlarını bırakıp böyle ortamlarda macera arıyorlar?
Bir defasında çocukluktan itibaren hayatımızı dört ile yedi sene arasında süren bölümler halinde yaşamaya alıştırıldığımızı hatta şartlandığımızı okumuştum. İlkokul-ortaokul-lise çağı-üniversite-ilk iş-nişanlılık-evlilik…. Orta yaştan itibaren yeni evre ve macera dönemleri birer birer kapanıyor. Öte yandan insan ömrü uzuyor. Yeni bölüm ne olabilir ki? Aynı işte bir promosyon… Sonra belki bir promosyon daha. Ama manzara değişmiyor, çevre değişmiyor, yeni bir macera vaadi kayboluyor.
-
Acaba içten içe gelen bir değersizlik duygusu, sevgi eksikliği (yetişkin olabilip “kendimizi” bir türlü “sevememe” halini kast ediyorum) saygı kaybı (yine “kendine saygı duymamayı” kast ediyorum aslında) olabilir mi tüm bunlara sebep?
Altta yatan sebebi ben değersizlik duygusu olarak görmüyorum ama öz değer hepimizin araması ve kalbine yakın tutması gereken bir meziyet. İnsanların çıktığı arayışı da kınamıyorum. Olanla yetinmemek, daha fazlasını hatta belki de imkansızı istemek…bunlar gayet insani dürtüler gibi geliyor bana.
Kişisel gelişim dışarıdan bakanlara altı boş görünebilir. Eski köye yeni adet. Ama göz ardı edilemeyecek bir tarafı var: insanlara iyi geliyor. Hayat zor. Dinlenmeye, deşarj olmaya ve nefes almaya ihtiyacımız var. Oyalanmaya ihtiyacımız var. Kişisel gelişim, kafayı sıyırmamak, hayata tutunmak veya sadece devam edebilmek için önümüze sunulmuş binlerce oyalayıcı içinde belki de en masumu.
-
Siz gerçekten bazı şeylerin, sistemin, kendinizin ve işleyişin farkına vardığınız için bu soruyu sormak istiyorum: Arka planda ciddi bir para trafiği de var. Ağzı iyi laf yapanların ekonomik olarak refaha kavuştukları bir çark bu ve bu paraları yıllarca okuyup, her şeyin farkında olarak yetişmiş, aklını kullanabilen kişiler üzerinden kazanıyorlar. Yani üniversite mezunu olmayanlar, insan psikolojisi, anatomik yapısı, antropoloji üzerine hiçbir bilgisi ve uzmanlığı olmayanlar tüm bunları yıllarca okumuş ve anca para kazanmaya başlamış, meslek sahibi kişilerin paralarını alarak onları mutlu edeceklerine inandırıp, bulundukları durumdan kurtaracaklarını vaat ediyorlar. Bilimsel ve akademik anlamda insan psikolojisi eğitimi almış bir psikoloğa gitmek yerine parasını verdiğinde herkesin alabileceği sertifika sahibi insanlara ciddi paralar ödeniyor. Gerçekten gerçekleri duymaktan, artık çocukluktan çıktığımızı anlayıp büyüdüğümüzü kabul etmekten, yalanlarımızla yüzleşip aslında nasıl bir insan olduğumuzu öğrenmekten, yani kendimizi gerçekten keşfetmekten korktuğumuz için mi bir psikoloğu tercih etmek yerine bir dizi şifalanma meseleleri içine dalıp, tüm bu süreçlere rağmen bir türlü şifalanamıyoruz?
Ben çözemedim ama sanırım siz çözdünüz. Evet bunun da adı: “Yeni Çağ Kapitalizmi.” Bende de benzer aydınlanma anları oldu. Mesela yogayla el ele giden bir giyim kuşam var, hiç değilse yoga matı var illa alınması gereken, taşımak için torbası var, tütsüsü var, saç biçimi var, dövmesi var, efendime söyleyeyim Fatma’nın eli veya Lotus çiçeği mücevherleri, tespihleri var. Kendini ifade biçimleri ne yazık ki yeni tüketim biçimleri haline geliyor. Uzaklaşmaya çalıştığınız çarkın bir parçası haline geliyorsunuz. Diyet ve gıda konusuna hiç girmeyeyim. Siz de girmeyin. Eğer kendinizi ne yediğinizle ifade etmeye başlarsanız market alışverişinde dumur olursunuz. (Süt reyonuna son zamanlarda girdiyseniz neden bahsettiğimi bilirsiniz.) Konuyla ilgilenenlerin Ulrich Beck’in “Risk Toplumu” kitabını okumalarını öneririm. O çok daha açık ve net yazmış. İyi haber şu: Yeni Çağ hareketi de kadın hareketi, çevre hareketi gibi bir tür sosyal aktivizm halini almış vaziyette. Hepsinin özünde kişisel ifade var. Biyografiler sosyal aktivizmin bir parçası. Toplumsal değişimin önemli bir dinamiği bu…
-
Son soru olarak bu bir geçiş süreci mi sizce, yani insan aklı doğru olanı bir şekilde yine bulabilecek mi yoksa hayır bu artık kapitalist düzenin meydana getirdiği çok büyük bir çark ve -büyüyerek hatta- devam edecek mi dersiniz?
Madem şifadan bahsediyoruz, umuttan da bahsetmek zorundayız. Umudumuz olmasa neden kapı kapı dolaşıp sağlık ve şifa arayalım? Ben umutluyum. Bir sonraki kuşağa güveniyorum. Z kuşağı da diyebiliriz. Greta Thunberg’ün tutuşturduğu kıvılcımın ateşiyle okul çağındaki dünya çocukları ayaklandı ve global bir hareket başlattı. Bundan yirmi sene evvel spiritüel çevrelerde düzeni değiştirmeye gelen, üstün özellikleri olan, özgüvenleri yüksek, otoriteyle disipline edilemeyen ve sisteme başkaldıran İndigo çocukların doğumundan bahsediliyordu. İndigo çocuklar Greta’nın yaşıtı. Billie Eilish’İn yaşıtı. Bizi değiştirmeye geldiler. Umarım. Müzikten ve değişimden bahsederken, sözlerimi çok sevdiğim David Bowie’nin, “Ddd-değişikler” şarkısından bir alıntıyla noktalamak isterim:
“Üzerine tükürdüğün çocuklar
Sen dünyalarını değiştirmeye çalışırlarken
Tespitlerine bağışıklar
Nelerden geçtiklerinin farkındalar.”
- Bir Şifa Bağımlısının İtirafları
- Yazar: Ela Başak Atakan
- Türü: Kişisel Gelişim
- Baskı Yılı: 2019
- Yayınevi: Mundi
- TOPRAKTA BÜYÜR, TOPRAKTA YAŞAR, TOPRAKTA ÖLÜR İNSAN - 9 Ağustos 2021
- NE TAM OLARAK SUYA, NE DE TAM OLARAK GÖKYÜZÜNE AİT: SAKARMEKE - 8 Temmuz 2021
- YÜRÜMEMİŞ İLİŞKİLERİN, HAYAL KIRIKLIKLARININ, VAZGEÇİŞLERİN VE KABULENMELERİN ÖYKÜLERİ - 20 Haziran 2021
FACEBOOK YORUMLARI