KOŞMASAYDIM YAZAMAZDIM

Spora gönüllüyseniz, kalem sallıyor, klavye tıklatıyorsanız, bunlardan birini ya da hepsini yapıyorsanız ya da yapmaya niyetiniz varsa, bedensel ve zihinsel kapasitenizin çok çalışarak ve asla pes etmeyerek esnetilebileceğine, hatta genişletilebileceğine inanıyorsanız, Murakami’ye daha önce gönlünüz düştüyse bu kitap tam size göre.

Benim gibi önce spora sonra da yazmaya gönül vermiş bir okur, bu kitabı okumasaydı eksik kalırdı.

Kitabın İngilizce orijinal başlığı “What I Talk About When I Talk About Running”. Murakami çok sevdiği yazar Raymond Carver’ın What We Talk About When We Talk About Love” (Aşktan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz) isimli öykü derlemesinden esinlenerek koymuş bu başlığı. Bunun için de Carver’ın eşi Tess Carver’dan izin almış.

Bu kitabı bir hatırat olarak değerlendiriyor Murakami. Kişisel tarih gibi uzun boylu bir şey değil ama deneme başlığı altında toparlanmasının da imkansız olduğunu söylüyor. Kitapta bir araya getirilen yazılar 2005 yılının yazı ile 2006 yılı sonbaharı arasında yazılmış. Kendisiyle ilgili bir şeyler anlatırken aşırıya kaçmak istemediğinden, bu noktadaki hassas dengeyi, araya zaman koyarak ve metni bir çok kez okuyarak sağlamaya çalışmış. Ve yazmayı bitirdiğinde, sanki uzun yıllardır sırtında taşıdığı bir yükü usulca yere indirivermiş gibi bir duyguya kapılmış.

Yazmaya önce, koşmaya sonra başlamış. Koşmayı etkin bir egzersiz, aynı zamanda etkin bir metafor olarak değerlendiriyor. Koşarken ya da bir yarıştan diğerine giderken, ulaşmayı hedeflediği ölçütün çıtasını azar azar yükseltiyor. Bu hedefleri başarmak yoluyla da kendini yukarılara taşıyor, en azından yukarılara taşımaya niyet ediyor, bunun için de her gün çabalıyor. Uzun mesafe koşularında geçmesi gereken rakibin başkaları değil, kendisi olduğunu söylüyor.

Aynı şeylerin, yaptığı iş için de geçerli olduğunu anlatıyor sonra. Yazarlık gibi bir meslekte, yenmenin ya da yenilmenin olmadığını söylüyor. Satış rakamları, edebiyat ödülleri, gelen eleştirilerin iyiliği ya da kötülüğünün bir ölçüt olabileceğini ama asıl önemli olanın, yazdıklarının kendi belirlediği ölçütlere ulaşıp ulaşmaması olduğunu vurguluyor.

Roman yazmayı düşünmeye başladığı tarih ve saat çok net aklında. 1 Nisan 1978, öğlen 13.30 sıralarında, bir beyzbol maçı seyrederken  Evet, ben roman yazayım” diye aklından geçiriyor. Üstelik o an, ne yazacağına dair bir öngörüsü bile yok. Ama “Şu an yaparsam kendimce dişe dokunur bir şeyler yazabilirim” hissi uyanıyor. Bir top müsvedde kağıt ve Sailor marka bir dolmakalemle işe hemen koyuluyor. Altı ayda ilk romanını ortaya çıkarıyor ; Rüzgarın Şarkısını Dinle.

1949 doğumlu yazarımız, demek ki tam olarak 29 yaşında başlamış yazmaya, öyle aniden, bir beyzbol maçında sopayla vurulan topun havada tiz bir ses çıkararak uçmasını izlerken. Düzenli koşmaya başladığı tarih de yine aklında. 1982 yılının sonbaharı, 33 yaşındayken. Sonrasında hep koşuyor ve işlettiği caz barı kapatarak hep yazıyor. Sanırım geçen yıllarla birlikte değişen vücut ve zihin kapasitesini sorguluyor ki kitabın bir yerinde Dostoyevski’yi örnek gösteriyor. Bu büyük yazarın Ecinniler ve Karamazov Kardeşler gibi iki önemli yapıtını, 60 yıllık yaşamının sonlarında kaleme aldığını anlatıyor.

Her yıl bir maraton koşma gibi bir hedef koyuyor kendine. Tamı tamına 42 km 195 metre olan tam maratonu koşabilmek için de aylar boyunca her gün düzenli antrenmanlar yapıyor. Bu antrenmanlar sırasında bacaklarının artık onu dinlemediği, kaslarının acıdan çığlık attığı noktalara geliyor, soğukla, sıcakla, rüzgarla mücadele ediyor ama asla vazgeçmiyor. “Acı kaçınılmazdır ama acı çekmek bir seçim meselesidir ve bize bağlıdır” diye düşünüyor. Vücudundaki acı yerine çevresindeki manzaraya, yanından koşarak geçen diğer sporcuların yüzündeki gülümsemelere odaklanıyor.

Bu yazar tayfasının bir değişik olduğunu bir kez daha anlıyoruz kitapta. Mesele sıcak bir Temmuz günü Japonya’dan uçağa atlayıp Atina’ya geliyor. Maraton yarışlarının ilk kez yapıldığı yolda koşmak gibi tatlı bir hedefi var. Bu yarışlar Maraton kasabasından Atina yönüne yapılırmış ama o bitişte şehir trafiğine kalmamak için ters yöne, yani Atina’dan Maraton’a koşuyor. Sabah gün doğumunda yola çıkıyor ama yine de sıcak çok canını yakıyor. Tam 42km. yalnız başına koşuyor, pes etmiyor ve Maraton kasabasına vardığında kendini soğuk bir bira ile ödüllendiriyor. Bu koşu hem bedensel hem zihinsel limitini öyle bir noktaya çıkarıyor ki bundan sonra her maratonu koşabileceğine, mükemmel değil ama sağlam bir yarışçı olduğuna dair inancı artıyor.

Maratona inancını kaybettiği kısa bir süre tritlon yapıyor Murakami. Koşu tamam da yüzme ve bisiklet stillerini geliştirmek için yine çok çalışıyor. Sırasıyla 1,5 km. yüzme, 40km. bisiklet ve 10km. koşu yahu, yine pes etmiyor, yine tamamlıyor.

Kendini de anlatıyor satır aralarında. Yenilgiyi kabullenemeyen bir insan olmadığını, hatta bazı durumlarda yenilginin kaçınılmaz olduğunu vurguluyor. Şu cümlesini çok sevdim: “Ömür dediğimiz otobanda sürekli sol şeridi işgal ederek koşmaya devam edemezsiniz.”

Yapmak istemediği bir şey zorla yaptırılmaya çalışıldığında sabrının nasıl taştığını anlatıyor. Bunun yerine yapmak istediği bir şeyi, yapmak istediği bir zamanda ve şekilde yapabildiğinde sıradan insanlardan çok daha fazla kendini verebildiğini vurguluyor. Ayrıca yalnızlığı seven bir karakteri olduğunu, tek başına olmaktan pek bunalmadığını, hatta bazen birileriyle bir şeyler yapmaktansa yalnız başına kitap okumayı ya da müzik dinlemeyi tercih ettiğini öğreniyoruz.

Yazma eylemi üzerine de değerli ipuçları sunuyor. Bir roman yazarı için en önemli nitelik nedir? sorusunun yanıtını “Deha” olarak veriyor. Deha denilen şeyin, bizim düşüncelerimizden bağımsız olarak fışkırmak istediğinde kendiliğinden fışkırıverdiğini belirtiyor. Bir yazar için, deha’dan sonra odaklanma ve sürdürebilme gücünün geldiğinin altını çiziyor. Ama bu yeteneklerin, deha’dan farklı olarak antrenman yoluyla sonradan edinilebileceğini ve niteliklerinin yükseltilebileceğini de ekliyor. Bunu kasların eğitilmesi işlemine benzeterek konuyu spora bağlıyor.

Roman yazarı olduğunda kesin bir kararla uzun mesafe koşmaya başlamamış olsaydı, yazdığı eserlerin şu an olduğundan çok daha farklı şeyler haline geleceğine inanıyor. Roman yazmaya dair bir çok şeyi yollarda, sabah saatlerinde koşmak sayesinde öğrendiğini söylüyor.

Müzik çok önemli Murakami için. Her kitabında olduğu gibi bu kitapta da çok çeşitli müzisyenlerin, şarkıcıların, grupların ve albümlerin adı geçiyor. The Lovin’ Spoonful, Red Hot Chili Peppers, Gorillas, Beach Boys, Carla Thomas, Rolling Stones, Eric Clapton, Bryan Adams bu kitapta yer alanlardan bazıları. Bence Murakami okurken elimizin altında akıllı bir telefon bulundurup sözü geçen müzikleri eş zamanlı dinlemek, yazarla aynı havayı soluduğumuz hissi yaratıp okumayı daha keyifli hale getirecektir.

Sağlıklı bir özgüven ile sağlıksız bir kibri ayıran duvar çok ince Murakami’ye göre. Bana göre de öyle ama ruhunu okura açtığı bu kitaptan anladığım kadarıyla kendisi bu ikisi arasındaki dengeyi güzel kuruyor. Bunda bedensel limitlerini genişleterek yaptığı sporun çok etkisi var.

Spora gönüllüyseniz, kalem sallıyor, klavye tıklatıyorsanız, bunlardan birini ya da hepsini yapıyorsanız ya da yapmaya niyetiniz varsa, bedensel ve zihinsel kapasitenizin çok çalışarak ve asla pes etmeyerek esnetilebileceğine, hatta genişletilebileceğine inanıyorsanız, Murakami’ye daha önce gönlünüz düştüyse bu kitap tam size göre. Misal ben şimdi Rolling Stones dinleyerek sıkı bir bisiklet sürüşü yapacağım, sonra da 1Q84’e başlayacağım.

  • Koşmasaydım Yazamazdım
  • Yazar: Haruki Murakami
  • Çeviri: Hüseyin Can Erkin
  • Türü: Deneme
  • Baskı Yılı: Aralık 2013
  • Sayfa Sayısı: 176 Sayfa
  • Yayınevi: Doğan Kitap
Berrin Yelkenbiçer
Latest posts by Berrin Yelkenbiçer (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

KİTAP KURTLARINA ÖZEL RAFLARA YENİ ÇIKMIŞ 11 KİTAP

Read Next

YÜREK, KÖK SALACAK YER ARAR

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *