Ağabey Kimliğini Göster!

Mahir Güven hikayeyi evrensel meselelerin odağına çekerken, tüm bu meselelerin öznesi olan insan hikayelerini spesifikleştirerek milliyet, aidiyet, kültür, kimlik tartışmalarını da kahramanların gözünden sorguluyor.

Ağabey Paris’in banliyölerinde büyümüş otuzlu yaşlarını sürmekte olan iki erkek kardeşin gündelik yaşamlarını konu edinirken, Suriye iç savaşı ile giderek yoğunlaşan İslami terör, İslamofobi, laiklik, göçmenler, işsizlik ve temel insan hakları konularını da bireylerden yola çıkarak hikaye odağına taşıyıp kurguladığı insan hikayeleri üzerinden bizlere aktarılıyor.

Mahir Güven hikayeyi evrensel meselelerin odağına çekerken, tüm bu meselelerin öznesi olan insan hikayelerini spesifikleştirerek milliyet, aidiyet, kültür, kimlik tartışmalarını da kahramanların gözünden sorguluyor. Dünyanın çarpık, insan aklına uygun olmayacak şekilde kurgulandığı tüm meselelerin eleştirildiği Ağabey’in yazarı Mahir Güven ile yapmış olduğum son derece kapsamlı, içten ve verilen cevaplarla son derece dürüst bir bakış açısıyla  gerçekleştirilmiş söyleşiye buyurun lütfen.

  • Aynur Kulak: Ağabey adlı kitabınızın başında sizinle ilgili verilen bilgilerde en dikkatimi çeken, “On yıl uyruksuz olarak yaşadıktan sonra önce Türk sonra da Fransız vatandaşı oldu.” cümlesi oldu. “Uyruksuz yaşamak” kısmını biraz açabilir misiniz? Çocukmuşsunuz henüz fakat, nasıl bir sürecin sonucu olarak on yıl uyruksuz bir şekilde yaşadınız? İlk gençliğinizi ve yetişkinliğinizi etkiledi mi bu durum? Üstelik, bir de Nantes doğumlu olmanıza rağmen önce Türk vatandaşı sonra Fransız vatandaşı oluyorsunuz.

Mahir Güven: Sonuçta bir kağıt parçasını konuşuyoruz. Babamın ve annemin, 1980 sonra Türk vatandaşlığı devlet tarafindan alındı. Ailem Fransa’da Türkiyeliydi. Kız kardeşimle Fransa’da doğduk, büyüdük, Fransa’da okula gittik, eğitim aldık, Türkiye ise aile kültüründen geldi. Çocukken etkisini hissetmedim, tabii ki etkisi olmuştur. Söz konusu bu uyruksuz detayı, insanı büyünce rahatlatıyor, yani bir taraftan insani, içinde kültürler yaşıyor. Öteki taraftan devletler kağıt parçası dağıtıyor, ve o kağıtlara gülerek bakıyor.

  • Hukuk ve ekonomi eğitimi görüyorsunuz. Fransa’da haftalık yayınlanan bir dergide yöneticisiniz. Edebiyatla ve kitaplarla olan bağınız tam olarak ne zaman başladı. Kitaplarla olan ilk temaslarınız, ilk okuduğunuz kitaplar ya da ailenizde kitap okunur muydu? Edebiyat ile olan ilişkinizde sizi tetikleyen unsurlar neydi?

Bir haftalık dergide 2014’e 2018’e kadar yönetici olarak çalıştım. 2018’e sonra, artık istediğim yapmak istiyorum, yani sevdiğim işi. Fakir bir ortamda büyünce, bir çok insan, kendine maddi olarak güvenli bir is bulmaya çalışıyor ve ona göre okuyor. Yani serbestliğin yolu daha uzun gibi. Etrafa baktığınızda, artistlerin birçoğu zengin kesimlerden geliyor, bir taraftan, çocuklukta sanat eğitimi alabilmelerinden, öte yandan, maddiyat kendilerine özgürlük veriyor. Ama, ve bu ama, önemli, creatif ateş kalplerinde sanki eksik gibi, yani demek istediğim, ben sanatçı olacağım demek yetmiyor. Dünya farklı bakmak gerekiyor, ama çocukluktan beri insana herkes gibi yap denilince, sanatsal bir fark yaratmak zor iş. Benim sansım, farklı doğmaktan ve büyümekten geldi. Yabancı asıllı, baba yok, anneanne var evde, Trakyalılar. Küfürlü bir dil konuşuyorlar evde, dışarda tertipli. Anneannem hem namaz kılardı, hem arada bir, bir iki bardak elma şarabı kaçırırdı, şişeler elma suyu şişelerine benzerlerdi…

Edebiyat ise, yaslan bana konsept gibi geliyor. Söz konusu sanat hikaye anlatmak değil mi? Ben yazı ile yaratıyorum, roman ile, senaryo ile, fotoğraf ile… Ailemde gazete okunuyordu, kitap vardı. Ama diyelim ki, biz hikaye anlatmayı severiz, Akdeniz etrafındaki bütün insanlar gibi.

Açıkçası gazetede çalışarak, yazarlar ile tanışarak, ben de yazabilirim diye düşündüm ve yazınca, bütün içimdeki farklara can verebildim. Başka bir çocuk gibi büyüseydim, yani, ayni kitapları okuyarak, ayni müzikleri dinleyerek, robot gibi olurdum. Özgürlük en büyük sermayemiz.

  • Ağabey romanınızı elime alıp kapağına baktığımda ilk ilgimi çeken çeviri bilgisiyle sevgili Ebru Erbaş’ın ismimi görmem oldu. Sizinle ilgili verilen, Türk bir anne ve Kürt bir babanız olduğu bilgisi ile beraber, Ağabey’in çeviriye tabii bir roman oluşu ilk dikkat çekici unsur. Niye Fransızca yazmayı tercih ettiniz? Veya bu bir tercih meselesi de değil belki de. Burada doğdum, büyüdüm ve ailemden (ana dilimden) bağımsız bir biçimde Mahir Güven olarak Fransızca mı yazmak istediniz?

Çünkü Fransızca ana dilim sayılır, Türkçem aile dilim. Beynim Fransızca düşünüyor, Türkçe konuşunca bile.

  • Ağabey Paris şehrinin banliyölerinde geçen bir roman. İki erkek kardeş üzerine kurgulanmış, meslekleri biri taksi şoförü, diğeri hemşire olan bu iki erkek kardeş yarı Suriyeli yarı Fransız. Roman boyunca anlamını bulmaya çalışan durumları aidiyet, göçmenlik, kimlik, aile bağları olarak sıralarsak öncelikle Mahir Güven, Ağabey’i neyin sonucu, nelerin bilgi ve duygu birikimi olarak yazmaya karar verdi ve yazdı?

Çirkin ve güzel insan yok. Herkes hem çirkin hem güzel. Fakir de zengin de puşt olabilir. Fransız da, Suriyeli de. Bir insanın bağırması gibi bir kitap yazmak istedim.

  • Yarı Suriyeli ve yarı Fransız olan iki kardeş etnik bir kökenin konuşulmasını da beraberinde getiriyor. Bu etnik köken bazıları için avantaj olurken, bazı insanlar için sosyal yaşamın, siyasi dengenin, kültürel adaptasyonun dezavantajı olarak karşımıza çıkabiliyor. Ağabey’de bir de iki kardeşin babalarıyla olan ilişkisi, babaları üzerinden cereyan eden bir kimlik arayışları da var. Tüm bu sebepler göz önüne alındığında Ağabey’i nasıl bir dengeye oturtmak istediniz? Aslında dengeden ziyade kökleri çok derine inen bir arayışı da var romanın konusunun. Ne dersiniz?

Valla, bugün, çok açıkça moralim bozuk ve motivasyonum yok. Bu Corona evde otur meselesi, üç haftadır canımı sıkıyor. Oturuyoruz tabii… hem de hava güzel. Telefonda konuşunca arkadaşlarla, sanki herkesin psikolojik dengesi sallanıyor.

Ne bileyim, ne diyeyim sorunuza. Bu hem kimlik konsepti, af ederseniz, tam boktan bir konsept. Onu yaratmak istedim, her insanda, farklı kültürler yaşıyor, baba aile kültürü, anne aile kültürü, büyüdüğü yerin kültürü, ülkenin, dilin, yaptığı faaliyetler. Bunu üstüne kapak uydurup, su insan budur demek büyük bir salaklık. Maalesef, çok uzunca bu salaklığı dinledim. Soruşturmadan, ve başkalarının, ailem olsun, çevre olsun: “Sen busun!” aptallığına kapandım. Türk müsün, Kürt müsün, Fransız mısın, hukukçu musun, işçi çocuğu  musun, burjuva mısın, basketçi misin. Cevap: Hepsiyim. Sana ne! Seni incitiyor mu? İşte bu içimdeki duyguyu karakterlerin üstüne dökmeye çalıştım.

  • İki kardeş için öyle iki meslek seçmişsiniz ki; bir şehrin dinamiğini sosyolojik, siyasi, kültürel yapısını panoramik olarak tüm yönleriyle bize gösteriyorlar. Göçmenler ister günlük yaşamda, ister hayatın genel yapısı içinde pek görülmezken aslında bir şehrin tüm dinamik unsurlarını sırtlarında taşıyorlar. Bir duyguyu veya durumu anlatırken onların hayatı üzerinden anlatmak daha etkili oluyor veya siyaseten herhangi bir seçim söz konusu ise onların seçimi kilit unsur oluyor. Tüm olumsuz görünen taraflarına rağmen bu nasıl oluyor? Göçmenlik göçmen için nedir, göçmen olmayanlar için nedir? Karşılaştırmanızı istesem?

Eskiden göçmenlik sanki daha kolayca kabulleniyordu, Avrupa’nın, Ortadoğu’nun tarihine bakınca, büyük bir göçmenlik tarihi var. Bir ülkenin içinde bile, göçmenlik çok önemliydi. Bugün nerelisin sorusu çok önemli oldu. Ne olmak sorusu, ne yapmak sorusunda önemli oldu. Göçmen nedir bilemedim. Misafir gibi bir sey, ama kaç sene insan misafir olabilir? Bir zaman sonra, kiranın payını ödedikten sonra, hatta binada kendine bir daire aldıktan sonra, halen göçmen sayılır mısın? Avrupa’da göçmenler ekonomiyi aşağılıyor. Göçmenlerin işsizlik oranı, Avrupa asıllılardan daha düşük. Göçmenlik bir güç, göçmenin kalbimde kendini kurtarma isteği var. Genelde göçmen insan, büyüdüğü yerde enerjisine yeterince çıkar bulamayınca, göç ediyor, ve enerjisini başka bir yere yatırıyor. Tamam, yazarak beraber bulduk, göçmen: insan enerji yatırımcısı göçmen olmayandan daha iyi. Hayatından memnun, durumu kendine yetiyor.

  • İki kardeşten küçük olan sınır tanımayan doktorlar birliğine katılıyor ve gidiyor. Onun gidişi büyük bir boşluk olarak anlatılıyor. Ağabey ise kalıyor. Onun kalışı büyük bir mücadele. Hem kardeşinin boşluğunu doldurmak açısından, hem de koca şehirde göçmen olarak hayat mücadelesi açısından. Aslında bir okuyucu olarak benim hissettiğim ister kalan olsun, ister giden duygusal durumları bende aynı etkiyi yarattı. Kardeş de büyük bir mücadele içerisine giriyor gittiği yerlerde aynı ağabeyi gibi. Farklı ve karşıt iki insan hikayesi yaratmanıza rağmen siz de aslında aynı duyguları mı hissettirmek istediniz?

Evet. Yol meselesi. Herhangi bir yol mesele, duygu yaratıyor.  Şüphe, korku, coşku.

  • Romanda iki erkek kardeş ve babaları ile olan ilişkileri ön planda. Her ne kadar kimlik, göçmenlik, etnik yapı, arayış üzerine kurulu olsa da romanda erk bir yapı var. Kadın varlığı pek yok. Romanı okurken daha fazla olabilirdi diye düşündüm. Ne bileyim anne varlığı ya da erkek kardeşler için söylersem eğer bir sevgili, eş meselesi de girebilirdi konuya. Ne dersiniz, Ağabey’deki kadın varlığı ve dolayısıyla dişil enerji duygusunu zayıf bulmama katılır mısınız yoksa anlatmak istediklerim açısından roman bu şeklide ortaya çıktı mı dersiniz?

Sevgili meselesi vardı, ama kestim. Romanı 100 sayfa uzatıyordu. Kadınlar daha fazla yer alsaydı romandaki ailede, hikaye çok değişik olurdu. Anneyi o yüzden “öldürdüm”. Genelde, erkeklerin arasında, sevgiyi söyleme eksikliği var. Sürekli kavga içindeler. Realist bir roman yazmak istediğim ve bu konular, kavgalar, erkeklerin akılsız kavgaları ve kadın eksikliğinden romandaki aile dengesiz. Demek istediğim kadınlar daha yuvarlak ve yumuşak değiller ama çevre o karakterleri kadınlara veriyor. Romanda bir erkeklik meselesi yaratmak istedim. Yani hangi akıllı kadının başına “Suriyeye kahramanlık için gideceğim” düşüncesi belirir, çok nadir. Kadın gidenler oldu ama kahramanlık için değil. Bir inanç beklentisi vardı. Af ederseniz, erkeklerin 100’de 95’i hayat boyunca, şeylerini ölçmeye çalışıyorlar ve bütün karakterlerim kendi aralarında öyleler. Bir taraftan kompozisyona dalıyorlar öte yandan birbirlerini dostça seviyorlar. İkinci roman, çok farklı olacak.

  • Romanı benim çok sevdiğim bir biçimde ters köşe bir soru ile bitiriyorsunuz. En baştan itibaren Ağabey gözünden takip ettiğimiz konuyu kardeşe bağlıyor ve şu soruyu soruyorsunuz: “Peki ya kardeşin dönecek olsaydı?” Bir hikayeyi yaratan, anlatan kişi olarak böyle bir soru hikayelerin hiçbir zaman tek boyutlu olamayacağını bizlere gösteriyor. Neden soru ile bitirdiniz romanınızı? Gitmek ve dönmemek aidiyet meselesini hep canlı mı tutuyor sizce? Gidenin arkasında kalan kişiler açısından da soruyorum bu soruyu!

Ağabeyin gelecek bölümünde bu soruya cevap verilecek. Haydi, ben kaçar, hava güzel, gezelim biraz. Peki sizde nasıl?

  • Ağabey
  • Yazar: Mahir Güven
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Şubat 2020
  • Sayfa Sayısı: 256 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları
Aynur Kulak
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Küçük Büyük Herkesi Çok Güldürecek İki Kitap

Read Next

AŞK VE TUTKUNUN ROMANI: SON SİYAH

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *