DURUŞMALARDAN ÖYKÜLERE

Mahkeme Kapısı isimli kitapta bulunan tüm öykülerde Sait Faik, tarafsız bir gözlemci olarak tasvir gücünü kullanıp betimlemelerle olayları hikâyeleştirir.

7 yaşındaki bir kız çocuğunun eve alınan ansiklopedi serisinin ilk fasikülünde karşısına çıkan isimdi “Abasıyanık, Sait Faik.”

Ardından, okuduğu ansiklopedik bilgiler arasında sayfanın orta yerinde bulunan fotoğrafta bembeyaz bir köşkün altındaki açıklamaya kaymıştı gözleri; “Sait Faik Müzesi, Burgazada.”

İnsan sevgisiyle tıka basa dolu olan öykülere yolculuğum ve Sait Faik’le tanışmam, eline geçirdiği her şeyi okumaya hevesli bir çocuğun meraklı gözlerinin keşfiyle başladı. İlerleyen yıllarda daha çok anlamlandırıp içselleştirebildiğim öykülerini okudukça çevremi, benim olanı ve belki de kendimi, tanımadığım yönlerimi bana anlatışını sevdim en çok.

Hiçbir kategoriye sığmayan, yalnızca ona özgü bir anlatımla gökyüzünün mavisi, gecenin ayazı, köpeğin miskinliği gibi  tasvirleriyle okuru hikâyenin orta yerine usulca bırakışı doyumsuz bir okuma serüveni olup çıkmıştı benim için. Okudukça okuyası, bir noktadan sonra da yazası geliyordu insanın. Onun gibi görebilmek ve anlatabilmek için yaşamı..

Sözünü sakınmadan ama hiçbir yargıya ve hükme de varmadan insanı öylesine yalın bir dille anlatması, okurun bir gözünü hayata çevirip aynı doğallığı hikâyede de bulması nedeniyle sarsılmaz bir bütünlük oluşturuyor.

Küçük yaşlarda başlayan yazıya olan sevdasından; babasının ölümü, Medar-ı Maişet Motoru isimli ilk kitabının toplatılması, siroz teşhisi ve bazı  öyküleri  yüzünden yargılanması  gibi nedenlerle zaman zaman uzaklaşsa da yazıyı kesin surette hayatından çıkaramamış ve her seferinde daha kuvvetli bir aşkla yazmayı sürdürmüştür.  1940’da yayınlanmış olan Şahmerdan adlı öykü kitabında bulunan “Çeşme” isimli hikâyesi yüzünden yargılanması nedeniyle annesi çok üzülür ve bu nedenle yazdıklarını kitaplaştırmaya ara verir.  İkinci Dünya Savaşı sürmekteyken,  28/04/1942-31/05/1942 tarihleri arasında “Haber” gazetesi adına adliye muhabirliği görevini üstlenir, röportajlar yaparak ve duruşmaları izleyerek bunları hikâyeleştirir. 1956 yılında Varlık Yayınları tarafından “Mahkeme Kapısı” adıyla kitaplaştırılan söz konusu 26 öyküde yazarın gözlem gücü ve güçlü hikâyeciliği göze çarpmaktadır.

Öykülerinde çoğunlukla “küçük insan”ı anlatan Sait Faik, onların arasına karışmış, günlük telaşlarını, sevinçlerini, öfkelerini paylaşmış ve böylece öykü karakterlerinin kısa ama belirgin özelliklerini  vurgulayarak onları okurun gözünde ete kemiğe büründürmüştür. İnsanı ve onun iç dünyasını çok iyi tanıdığı için de bu kitaptaki öykülerde sadece duruşmalardaki gözlemleri ve röportajları yer almaz, düş gücünü kullanarak mahkemelerin soğuk yanını törpüleyip, gözünü insanın iç dünyasına dikmiş, suç ve suçludan çok insan öğesini vurgulamıştır.

“Seylan Çayı Hırsızları” adlı öyküde iki sandalcının, bir sabah sandalda buldukları çay dolu sandıkları satmaları hikâye edilir. Olaya dâhil olan Hüseyin Yazıcı isimli karakterin  Çeşmemeydanlı olduğu belirtilirken, “İstanbul’un tulumbacılık âleminin hatıra gelmemesine imkân yok” diyerek okuru bir anlığına, o yıllarda çoğunlukla ahşap evlerin hüküm sürdüğü ve yangınların eksik olmadığı eski İstanbul sokaklarına götürür.  Öykünün sonunda ise insana olan iyimser bakışı “Onlardan Hasan’ı yaşına rağmen kuvvetli kollarla adam taşır veyahut motoru yağlarken görmek, Hüseyin’i kahvede delikanlılara, ‘O gün laleliyi bir taktık, kuş gibi uçuyordu…’ diye bir eski tulumbacı hikâyesi anlatırken dinlemek, Abdurrahman Yirmibeş’i ise bir iskele boyunda hırsızlık yapmış bir hamal çocuğuna hırsızlığın fena bir şey olduğunu anlatırken seyretmek, benim için bu mahkemeyi yazmaktan daha zevkli olacaktı.” derken yine kendini göstermektedir.

“İki Buçuk Liralık Bir Rüşvet” adlı öykü, aldığı arsanın tapu işlemlerini gerçekleştirmek üzere Fatih Tapu Sicil Muhafızlığı’na giden ilkmektep öğretmeni İbrahim’in rüşvet davasını konu edinir.  Öyküde kendisinden rüşvet istenen davacı, bir arkadaşının da fikrini alarak, bir zamanlar Sadrazam Talât Paşa’nın “Başbakanlık Koruma Dairesi” olan, ilerleyen yıllarda ise Yeniçeri saldırıları ve terör patlamalarına maruz kalacak olan Alemdar Karakolu’na giderek rüşvete konu olacak paraların seri numaralarını aldırıp, polisle işbirliği yapması ve zanlıyı yakalatması anlatılır.

“Bir Peri Masalı Mı? İpekli Kumaş Hırsızlığı Mı?” adlı öykü, Galata rıhtımında hamallık yapan İskender’in söz konusu 7 balya kumaşı arkadaşıyla Tophane’den araba tutup Sultanhamamı’na götürüşleri, oradan da bir kamyon ayarlayarak Feriköy’de inşaat halindeki bir yapıya istiflemeleri anlatılır.

“H. Soğukpınar” adlı öyküde 12-13 yaşlarındaki Hüseyin isimli çocuğun hırsızlık davası görülmektedir.

-Söylesene, niye çaldın?
-Param yoktu, onun için.
-Parayı ne yapacaktın?
-Fındık, fıstık alırdım. Sinemaya giderdim.” *

Yazar burada çocukluğun masumiyetine olan inancıyla, üstü başı dökülse de çocuk çocuktur diye düşünür ve Hüseyin’in  biraz daha küçük olsaydı hâkimin “ne için çaldın?” sorusuna, “gökteki ayı satın alacaktım” diyebileceğini öngörür.

Kitapta bulunan tüm öykülerde Sait Faik, tarafsız bir gözlemci olarak tasvir gücünü kullanıp betimlemelerle olayları hikâyeleştirir. Basit suçların görüldüğü davaları konu edinen kitapta  Büyükada’ya çalışmaya giden işçilerin çaldığı bir ekmek, Etmeydanı’nda bir handa kalan adamın yediği dayak, Bakırköy köylerindeki bir tarlada su künklerini delip kendi tarlasını sulayan bir adam, çek-senet meseleleri, karı-koca anlaşmazlıkları, hırsızlık gibi duruşmalar görülür. Sait Faik tüm bu oturumlarda insanın suçtan arınmışlığını, yargının ise iyi yürekli hakimler tarafından yürütüldüğünü görmek ister. Kitapta İstanbul’un ve insanının erdemli yanlarını göstermesine, insanın doğayla ve şehirle ilişkisine vurguda bulunmasına alıştığımız Sait Faik,  basit suçlardan yargılanan insanları, yaşadıkları çevreyle anlamaya çalışıp onları zayıf yönleriyle de sevmektedir.

Yazar, “Bu Senenin Meşhur Karakışı Cinayeti” öyküsünde, bir aşk cinayetini anlatır ve suçunu kabullenmiş olan berber kalfasının hiç de pişmanlık duymayan hâli karşısında tarafsızlığını bir yana bırakıp, katile karşı öfke duyarak  bir insanı öldürmenin akılalmazlığını şöyle vurgular;

“Korkunç bir kış gecesinde, insanların mangala, sobaya, hatta birbirine sokulmaya, iştiyakla sevmeye müsait bir kış gecesinde… Karların savrulduğu, servilerin siyah ve beyaz uluduğu, sokakta kalmışların ruhlarının donmaması için bir insan eli sıkmaya muhtaç olduğu saatlerde, bir insanı öldürmek.” *

“Sokağa çıktım. İçimde hakiki bir melal vardı. Başım dönüyor, ellerim terliyordu. İnsanlara bakıyordum. Her mevsimde birbirlerini sevmek için yaratılmış bu bazen meyus, bazen şen, bazen gürültücü, bazen melankolik geçip giden kalabalıktan hiçbirisinin kendi gibi sakalları büyüyen, kendi gibi gülen ve ağlayan, kendi gibi hislenen ve sevişen bir mahluku öldüremeyeceğini, bu mahkeme salonunda gördüğümün nesli tükenmiş bir insan numunesi olduğunu düşünüyor; hiç kimseye, ama hiç kimseye, kendisinin her hususta eşi bir mahluku öldüreceğini isnat edemiyorum” * der.  Çünkü şiir gibi bir insan sevgisini içinde yaşatmış olan, hayatın hoyratlığından kaçıp insana tutunan, onun daima erdemli yanını vurgulayan  Sait Faik, cinayet işlemeyi hiç kimseye yakıştıramaz. Bu cinayet, 2. Dünya Savaşı’nın sürmekte olduğu bir zamanda ve İstanbul’da işlenmiş olsa bile.

  • Mahkeme Kapısı
  • Yazar: Sait Faik Abasıyanık
  • Türü: Anlatı
  • Baskı Yılı: 4. Baskı – Kasım 2018
  • Sayfa Sayısı: 165 Sayfa
  • Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İrem Genç
Vinkmag ad

Read Previous

FRANSIZ DEVRİMİ’NE KAPSAMLI BİR BAKIŞ: DÜNYAYI DEĞİŞTİREN ON YIL

Read Next

Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *