Başkasının kaderini omuzlarında taşımak ağır bir yüktür; başkasının kaderini ele getirmeye çalışmak yanlıştır, kendi kaderini başkasına teslim etmekten hayır gelmez.
“Korkma. Yaptığım onca şeye rağmen kelimelerim seni incitmez. Arada bir ağlayarak ve tırnaklarımı etime geçirip kendimi kanatarak da olsa, bundan sonra karanlıkta ses çıkarmadan yatacağıma söz veriyorum” (S.7) bu sözlerle başlıyor Toni Morrison kitabına. Bu sözler ilerleyen sayfalarda olacakların habercisidir. Yazarın, Nobel ve Pulitzer ödüllü olması ve kadınlar hakkında yaptığı çalışmalarla bilinse de burada bu ödülleri getiren ve tanınmasını sağlayan temel nedenin; evrensel konulara değinmesinin olduğu unutulmamalıdır. Yıllarca, başta Amerika olmak üzere ırkçılık rüzgârıyla kavrulan dünya –bugün hala tam olarak bu rüzgârdan kurtulamasa da– biraz daha insanların bazı şeylerin farkında olması, şüphesiz bu evrensel konuları yapıtlarında irdeleyen bu yazarlar sayesindedir.
Yazar bu kitabında konuyu kadınlar üzerinde işliyor. Bu kadınların ortak özellikleri ise köle olmaları. Hepsi çeşitli nedenlerden ötürü birilerine satılmış kadınlardır. Hepsinin ayrı bir hikâyesi var, hepsinin ortak bir çatı altında farklı hayalleri var. Hepsi birilerine hizmet eder; Sorrow, Florens, Lina. Rebbaka her ne kadar köle diye satılsa da Jacob Vaark tarafından çok sevilir ve evin hanımı olur. Jacob bu kadınları çeşitli nedenlerden dolayı alsa da kendilerine oldukça iyi davranır. Bu üç kadın karakter zaman zaman birbirleriyle çatışsalar da çoğu zaman birbirlerini kollamaktadırlar.
Yazar üç kadının hikayeleri üzerinde bir döneme ve topluma ayna tutar. “Kanunlar, mahkemeler ve ticaret bu rahiplerin ve on yaşındaki zencilerin çektiği arabalara binen topuklu ayakkabılı şık elbiseli kadınların kontrolündeydi. (S.19)”, “D’Ortegalar yerçekiminden, sorumluluktan, bu yabani duyguların kendilerine sunduğu şeylerden bahsettiler; dünyanın Tanrı’yla bağlantısından ve Tanrı adına çektikleri çilelerden dem vurdular. Hastalara veya işçi olacak o serserilere bakmak bile cennete gitmemize yeter, dediler. (S.23)”. Yukarıdaki alıntıda da anlaşıldığı gibi toplumun üzerinde büyük bir baskısı olan, toplumu şekillendiren en büyük otoriterlerden biridir kiliseler. Burada, bu köle kadınların cennette gitme şansları bile yokken, onlar aracı iken, yazar metafor kullanıp zamanın etkisiyle yok olduğu sanılan gerçekleri tekrar tekrar hatırlatıyor. Ve “tekerrür” kavramını da hatırlatıyor. Sanırım edebiyatın asli görevlerinden biri de, bizlere sık sık “tekerrür” kavramını hatırlatıp, zamanı anlamaya sevk etmektir.
Yazarın kitap arasına yerleştirdiği kavram açıklamaları ve uygulamaları her okurun dikkatini çekecektir. “Sorunun şimdi çözülmemesi demek, Maryland’de yaşayan Katolik bir beyefendiye dava açacak olursa asla uzak diyarlardan bir tüccarın lehine karar vermeyecek kraliyet yargıçlarının hüküm sürdüğü bir bölgede yıllar sürecek bir mücadeleye mahkûm olmak demektir. (S.29)”. Bu cümleleri okuyan her dikkatli okurun başını hafifçe kaldırıp günümüze bakması yeterli. Yukarıda bahsettiğim “Tekerrür” kelimesi tam da buradan kendini çokça hatırlatıyor. Ve eminim daha iyi anlaşılıyor.
Diğer kitaplarına nazaran zor bir kitap olduğunu kabul edelim evvela. Hem konu olarak hem okuyucu üzerinde etkisini düşünmemiz ve yazarın tüm karakterlerine yaşantılarına değinerek ve onları bir araya getirip okuyucu düşünmeye zorlarken ufaktan zorlanmaların olduğunu göreceksiniz. Yazarın üslubunu ve dilini her zaman beğeniyorum bunun yanında evrensel konuları, sorunları bu derece yetkin bir şekilde dile getirmesi edebiyat ve sanat açısından çok çok önemli.
Yukarıda kadınlar üzerinde çalışmalarından söz etmişken şu alıntıyı buraya dahil etmemek olmazdı. Aslında kadınlarla ilgili, yıllarca anlamak istemediğimiz, anlayamadığımız bir konuyu çok güzel şekilde dile getiriyor yazar. “Sırtlarını dayayacak bir erkek olmadığında ve eş statüsünü kaybettiklerinde, ailelerinin desteğinden ve muhafazalarından mahrum kaldıklarında kanunlar kadınları korumaz. Dullar suçlular gibi muamele görürdü. Yakışık olan da bu değil mi? Önce Âdem, sonra Havva gelirdi ve ilk suçlu da yerini unutup haddini aşan Havva değil mi? (s.105)”
Yazıyı, en çok acı çeken, âşık olan, reddedilen Florens’in annesinin şu sözleriyle bitirelim. “Başkasının kaderini omuzlarında taşımak ağır bir yüktür; başkasının kaderini ele getirmeye çalışmak yanlıştır, kendi kaderini başkasına teslim etmekten hayır gelmez (s.174)”.
|
- Musa’nın Uykusu - 9 Ağustos 2019
- Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası - 30 Temmuz 2019
- Yürümenin Felsefesi - 6 Temmuz 2019
FACEBOOK YORUMLARI