Okur dersem çık!

Bir okur, eski zamanlarda gökyüzünü sürekli izleyip tabir eden rahipler gibi, sürekli anlam kovalayıp avlayarak, kültürel değerleri başkalarına taşıdıkça organik okur olabilir.

Yazar-kitap ve okur arasındaki kültürel-siyasal, bireysel-toplumsal ilişkinin “sorunlu” olduğunu söylemek malumun ilamıdır. Bir derdi/sorunu anlatmanın en iyi yollarından biri o sorunu “uç”laştırarak, bir tür ezber bozarak anlatmaktır. Edebiyat/şiir alanındaki delillere bakarak gördüklerim; yazar-kitap-okur üçgeninde yaşananların “yabancılaşma”nın da ötesinde çürüme alametleri taşıdığıdır. Benim “kâr estetiği” dediğim, belli kültürel normları da olan kapitalizmin mantığının bile gerisine düşen bu ilişkilere teslim olmayanların “deli” olarak görülmesi doğal! Tarihin ironisi; doğrularımız çoğaldıkça varlığımız, kapsam alanımız azalsa da tarihin bize bahşettiği “deliliği üstlenmek” gerekiyor. Zaten bana sorarsanız şiir, kelimeleri, anlamları deliğinden çıkarıp, delirtmek ve özgürleştirmektir. Bir sözcüğün yerleşik düzenini yıkıp “delirterek” yeniden kurmak, o poetik-politik fiili üstlenenin “deli” olmasını, aynı anlama gelmek üzere muhalif, sistemdışı olmasını şart kılar… Çünkü verili olanı eleştirmek, yeni bir ilişkiler manzumesi önermeyi içermezse, en iyi ihtimalle “teorik!” bir kıymeti olabilir söylenenlerin.

Şair-şiir-okur üçgeninde bu geleneğin “uç”ta sürmesinin temel nedenlerinden biri, şiirin ve şairin kutsallaştırılması geleneğidir. Yazarın kitabına ve okura yabancılaşması, onları nesneleştirmesi tersinden kendisinin şeyleşmesidir. Bunu anlamamızı kolaylaştırmak için, Dövüş Kulübü filminden, tüketim kültürünü özünden eleştiren bir cümleyi yardıma çağırabiliriz: “Sahip olduğun şeyler, sonunda sana sahip olmaya başlar…”

Küreselleşmenin uzağı yakına getirdiği, mesafeleri öldürdüğü doğrudur. Ne var ki, yakını uzaklaştırdığı ve devasa bir görmezlik yarattığı da doğrudur. Eskiden evlerde eşyalar bile birbirleriyle tanışırlardı, ya şimdi?..

Kapitalizmin, giderek “yazar alımsatımını” bile örgütlediği, imgenin, ses ve görüntünün pazarlandığı düşünüldüğünde, okurun belli bir para ödeyip kitap alması “masum” bir ilişkidir. (ABD’de ihale ile hapishanelerin satın alındığını, mahkumların artık parayı verenin mülkünde ve “korumasında” olduğunu da hatırlatalım…) Klasik deyimle söylersem, herşeyin egemenlerin mülkünde ve emrinde olduğu koşullarda, bunu tersine çevirecek mekanizma ise, “insandan insana” bir yazar-kitap-okur ilişkisinin dışında mümkün görünmüyor… Parayı ortadan kaldırmak mümkün olmadığına, yayınevlerine ve kağıt stoklarına sahip olmadığımıza göre, sistem içinde en az zayiatla bir alternatif ilişki yaratma dışında çözüm de yok… Bunun yolu, insanı/okuru şeyleştiren mekanizmanın tümünün sorgulanmasıdır. Hal böyle olunca, yazar-kitap-okur gerilim hattının alternatif bir okur ile aşılması mümkün ve gereklidir. Buradaki kasıt okuru, “müşteri” olarak görüp nesneleştirmeyen, tersine onu kültürel bir varlık/özne olarak algılayan bir dilin ve çözüm pratiğinin örgütlenmesidir.

En “kültürel” iddialı yayınevlerinin bile kapitalizmin olmazsa olmazı “para-meta-para” üzerinden yürütüldüğü düşünüldüğünde, sözcüğün gerçek anlamında “para etmemesi gereken” şiire yatırım yapılmaması sistemin doğasına uygun. Çok ünlü, çok medyatik değilseniz, şiir kitabı yayımlamak risktir. Şiirin popülerleşmesi, diğer edebiyat dallarına göre daha zordur. Yayınevleri için şiir basmak, yazarla yayınevinin karşılıklı olarak imajlarının yeniden üretildiği bir “prestij” alanıdır. (Özel örnekler bir yana, muhalif yayınevlerinin de, karşı çıktıkları şeylere benzemekte “ustalaştıkları” söylenmelidir…) Öte yandan ilk kitabını yayımlamak isteyen şairlerin sıkıştırıldığı alan ise belli bir para karşılığında kitapların bastırılması şeklindeki “zorunlu/sorunlu” darboğazdır. Görünüşte iki tarafın da “kazandığı” ama derinden bakıldığında, şiirin kaybettiği, şairin ve şiirin sıkboğaz edildiği, pek çok etik sorunu barındıran bir ilişkinin alternatifi de ne yazık ki ufukta görünmüyor.

Bu yazının sınırları içinde söylenmesi gereken; şair-kitap-okur ilişkisinin sorgulanması, okur ile yazar, okur ile kitap ilişkisinin yeniden kurgulanmasıdır. Organik okurun kendini, tek kişilik “kitapevi” olarak algılaması, ikinci, üçüncü şahıslara kitap taşıyıcısı olması iddiasız ama en işlevsel adımlardan biridir.

Bir okur, eski zamanlarda gökyüzünü sürekli izleyip tabir eden rahipler gibi, sürekli anlam kovalayıp avlayarak, kültürel değerleri başkalarına taşıdıkça organik okur olabilir. Tersi, yazardan, kitaptan ve kendinden “zarar!” etmektir…

Fotoğraf: Mehmet Özer

Sezai Sarıoğlu
Vinkmag ad

Read Previous

Emilia Ağaçta

Read Next

Polisiye Dosyası; “Aydınlanma’nın İki Yüzü”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *