Berger’in evini hayal etmeye çalıştım bir süre, nasıl bir törenle defnedildiğini. Ölümle, kayıpla ve yasla ilgili yazdıklarını.
“Yaklaşık seksen yıldır yazıyorum. Önce mektup, sonra şiir ve konuşma, sonra hikâye, makale, kitap, şimdi notlar” diyerek başlamış John Berger Türkçe yayınlanan son kitabı Hoşbeş’e. 1926 yılında Londra’da doğan Berger, sanat tarihçisi, ressam ve 20’inci yüzyılın en etkili sanat eleştirmenlerinden biri. Az önce saydıklarının dışında senaryo, roman, belgesel ve tiyatro oyunları da yazdı ve hatta birkaç filmde de rol aldı. 1944-1946 yıllarında İngiliz Ordusu’nda görev yaptıktan sonra Londra’daki Central Scholl Of Art ve Chelsea School Of Art’ta eğitim aldı, 1948-1955 yılları arasında resim dersleri verdi.
Eserleri Türkçe’ye çevrilmekle kalmayıp geniş bir okur kitlesine de ulaşan John Berger’in 2 Ocak 2017 günü, 90 yaşında vefatı büyük üzüntüyle karşılandı. Bu kadar çok insanın bir yazarın ölümüyle hissettikleri ortak kederi dile getirdiğini görmeyeli uzun zaman olmuştu. Tanıdığımız, hem de çok yakından tanıdığımız birini kaybetmiştik. Onun ölümünü, badirelerle dolu 2016’nın ardından başlayan 2017’nin bize getirecekleri konusunda endişeye düşerek karşıladık. Bunun nedeni belki de Yücel Göktürk’ün, yaptığı Berger söyleşisinin başında yazdığı gibi Berger’in “onca kitabı ve makalesiyle yıllar boyu ruhumuza kılavuzluk eden”, “elinde büyüdük” diyebileceğimiz biri olmasıydı.
M. Said Aydın paylaştığı Berger fotoğrafının altına “Berger’in de ayakkabısını kapısının önüne koymuşlar” diye yazdı sosyal medyada. Bizde helva kavurulur ölünün ardından ve sonra da dağıtılır komşulara. Gidenin ardından tatlılıkla konuşulsun diye çıkmıştır belki bu adet ya da kaybeden oyalansın kavrulmuş un ve şekerin kokusuyla, düşünmesin onsuz bir gelecek zamanın neye benzeyeceğini. Cenaze evine yemekler götürülür, yedi gün boş bırakılmaz, kalabalık edilir. Sonrası hep bir sessizlik, ev halen kalabalık olsa dahi bir yalnızlık, bir eksiklik hâsıl olur o evde ve öylece kalakalır. Dış kapının eşiğindeki bir çift ayakkabı o evdeki onulmaz eksikliğin habercisidir.
Berger’in evini hayal etmeye çalıştım bir süre, nasıl bir törenle defnedildiğini. Ölümle, kayıpla ve yasla ilgili yazdıklarını. Buluştuğumuz Yer Burası kitabında ölümü artık dilediğin yerde olabilmek diye tarif etmişti. Onun kendi yitirdikleriyle nasıl buluşacağını, konuşacağını düşündüm. Sonra oğlu Yves ile birlikte, eşi Beverly’nin vefatı üzerine yazdığı ağıt mahiyetindeki Uçuşan Etekler kitabını elime aldım. Sanki duasını okuyordum Berger’in öyle bir his çöktü üzerime. Kitabın kapağını kapattığımda gördüm bir buluşmayı. Berger, Beverly ile yürüyüş yaptıkları yol üzerindeki yerden hayli yüksek ahşap bankın üzerine oturmuş ayaklarını sallıyordu. Tabii ki orada buluşmuşlardı.
Yüzlerimiz Kalbim Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü kitabında Berger Beverly’ye diyordu ki: “Kendi ölümümle beni en çok uzaklaştıran şey bir düşünce: Senin ve benim kemiklerimin birlikte gömülüp dağıldığı, çırılçıplak kaldığı bir yer düşüncesi. Kemiklerimizin ortalığa saçılmış darmadağınık yattıkları bir yer. Kaburga kemiklerinden biri kafatasıma dayalı. Sol el kemiklerimden biri kalça kemiğinin içine girmiş. Ayak kemiklerimiz, yüzlercesi darmadağın. İç içeliğimizi böyle imgeleyişimin, yalnızca kalsiyum fosfattan oluşsa da, huzur verici olması ne garip. Ama öyle. Seninle olduktan sonra, kalsiyum fosfat bile olmanın yeteceği bir yer düşünüyorum.”
Türkiyeli pek çok yazar ve sanatçıyla ahbaplığı olan; Latif Tekin’in, Emine Sevgi Özdamar’ın, Cevat Çapan’ın, Selçuk Demirel’in isimlerini söyleşilerinde anmadan geçmeyen Berger’in Nazım Hikmet’e olan sevgisi de malumdu hepimizce. Yani ortak dostlarımız vardı. Yazılarında öğretmek gibi bir derdi olmaksızın anlattı. Okurunu, müstakil bakış açısına sahip biri yani eşiti olarak görüp anlattı öykülerini. İkna etmek değil, soru sordurmaktı derdi. Dünyaya gören gözlerle bakmaya, anlatmaya çalıştı ve bu çabasına ortak etti erişebildiği herkesi. İyi bir anlatıcıydı ve bunu iyi bir dinleyici olmasına borçlu olduğunu söylüyordu. Meselesi ne olursa olsun okuruyla hasbihal edercesine yazıyordu metinlerini. Anlattıkları onun bu yalınlığının içerisinde kaybolmadı aksine değer kazandı. Kıymetini Bil Herşeyin kitabında “Muktedirler hikâye anlatamaz: Böbürlenme hikâyenin zıttıdır ve anlatı ne denli yumuşak olursa olsun, pervasız olmalıdır; günümüzde muktedirler tedirginlik içinde yaşar” diye yazmıştı. Dünyaya herkesin anlayabileceği bir dille dokundu. İncelikli, sakin, anlaşılır üslubuyla, olağan, naif coğrafyalar ve portreler anlatıyordu ve anlattığı her öyküyle umut vadediyordu. Buluştuğumuz Yer Burası kitabında umutla yaşamak için mutlaka üslup gerektiğine, ya umutla ya da umutsuzluk içinde yaşanabileceğine, arasının olmadığını söylüyordu.
Metis Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Müge Gürsoy Sökmen, Berger’in vefatının ardından Medyascope.com’a verdiği söyleşide, “mütevazı demenin dâhi fazla geleceği mütevazılıkta bir insandı” diye anlatıyor onu. Görme Biçimleri’nin Kürtçe yayınlanmasını telif almaksızın kabul ettiğini, Türkiye’ye geliş gidişlerinde karşılandığı ve konuk edildiği her yere sağladığı uyumu ve karşılaştığı yoksunluklara asla ses çıkarmadığını belirtiyor. Oğlu Yves, John Berger’in ölümünün ardından yazdığı e-postada “Gözlerini son defa, doğru kelimeyi bulmak istermiş gibi kapadı ve huzur içinde öldü” diye yazdı. Berger yeryüzünde sürekli doğru kelimenin peşinde cinsiyetsiz, kimliksiz, kibirsiz bir insan olarak geziniyordu. “İnsanlar görünün tazeliğinden, bir şeyi ilk defa görmenin yoğunluğundan dem vururlar; ama ben, bir şeyi son defa görmenin daha yoğun olduğuna inanıyorum” demişti. İşte bu yüzden babasının cenaze töreninde tabutun kapağını açıp onu son bir kez gören ve sonrasında gördüğünü çizmeye çalışan Berger’in oğlu Yves, o son bakışta ne gördü acaba?
Dünya görüşü çok açık ve basitti. Kendini zalimin, kapitalizmin karşısına eşitlik, özgürlük, adalet talep edenlerin yanına konumlamıştı. “Ben galiplerin değil, onların korktuğu mağlupların arasındayım. Galiplerin devri her zaman kısadır; mağlupların ise anlatılamayacak kadar uzun” diye yazdı Kıymetini Bil Herşeyin kitabında. Kör karamsarlık yerine umudu, vicdanlı bir insan olarak yaşamayı, okumanın, öğrenmenin, üretmenin ve yaşamanın kıymetini anlattı. Her devrin kötülerine, her haksızlığa yazılacak bir cümlesi mutlaka vardı. İzole görünen hayatının içerisinde dünyayı yakından takip ediyor ve desteğini isteyenlerin yanında oluyordu elinin erdiğince.
Hayata dair anlatıları ve denemeleri, sanat üzerine yazılarının ve bu eserlerinin edebi değerlerinin dışında iyi bir romancıydı. Man Booker Edebiyat Ödülü’nü G. romanıyla (1972) kazandığında ödülün sponsoru McConnell şirketinin Karayipler’de emek sömürüsü sabıkası olduğunu öğrendiğinde, ödülden gelen paranın yarısını Kara Panterler örgütüne bağışladı. Daha sonra yazdığı A’dan X’e (2008) adlı romanıyla bir kez daha aynı ödüle aday gösterildi.
G. romanında Livorno sokaklarını arşınlatır Berger. 20’inci yüzyılın başlarında Avrupa’da renkli bir cinsel hayatı olan G. adlı bir genç adamın hikâyesini anlatır. Bir erkek hikâyesidir G. ilk bakışta, ama kadınların özel hayatlarına, hislerine, bakış açılarına yer verir. Kişisel hikâyeleri, dönemin ve coğrafyanın hikâyeleriyle yeniden anlamlandırır. Tarih budur. Başarısız devrim girişimlerinin yarattığı hissiyatı resmeder acısı ve tatlısıyla.
Berger’le ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Ama ilk okuduğum kitaplarının “Onların Emeklerine” adını verdiği Domuz Toprak (1979), Bir Zamanlar EUROPA’da (1987), Leylak ve Bayrak (1990) üçlemesi olduğunu unutmadım. Domuz Toprak’ın sunuşunda, “Her hikâye herkesin kendini tanımlamasını sağlar” diyordu. Okudukça büyük bir kentin küçük bir mahallesinde yetişen kendimi ve oradaki insanları düşünüyordum. Yersizlik yurtsuzluk kavramıyla tanıştım. Aidiyet kelimesiyle hâlâ var olan derdimi, benden öncekilerin yani ailenin büyüklerinin hayatlarına sirayet eden aidiyetsizliği tanımaya başlıyordum. Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü kitabıyla bu meseleye bir kez daha döndü Berger. Göç etmeyi, bir yerden bir yere kaçarak ya da umutla gitmeyi, bir evi yıkmayı ve yeniden inşa etmeyi, evin dört duvar bir çatıdan öte yaşananlarla örüldüğünü ve o evin içerisindeki babayı bana yine o anlattı.
Domuz Toprak’ta köylülüğün yıkılışını, bir statü ya da sınıf olarak ortadan kalkışını öykülerle anlatır Berger. Fransız Alplerinde hayatınızda belki de hiç denk gelemeyeceğiniz bir neşe ve hüzünle, pek tanımadığınız kahramanlarla dolaşırken bulursunuz kendinizi. Köylülüğün yitimine bir hayıflanma yerine kaybolanın yeni düzen içerisinde nasıl bir yer bulabileceğine kafa yorar, aslında hep olduğu gibi yine umudu aramaktadır Berger.
Bir Zamanlar EUROPA’da yazdığı öykülerle köyden kente göç eden insanların kent hayatına karışmalarını, göçün sürecini ve devamlılığını anlatır. İnsanların nasıl değişebildiklerini, köylülerin metropollere göçüyle beraber hem köylerin hem metropollerin geçirdiği dönüşümü, aynı zamanda insanların birbirlerinin hayatlarına nasıl sızdıklarını resmeder. Kadınlık, erkeklik, aşk ve bütün bunların dönüşmesiyle, insanın kendi anlamının değişmesiyle ilgilenir.
Üçlemenin son kitabı olan Leylak ve Bayrak’ta yüzünü artık tamamen şehre çevirir Berger. Kente göçen köylülerin kentlileşmesini ve ardından gelen buhranı anlatır. Artık insanların içinde hem yalnızlık, hem korku, hem kaos, hem cesaret vardır. Devam eden göç, ait olunamayan başka bir benlik, kabul edilemeyen aşk, altından kalkılamayan cesaret ve suç, ölüm dâhil olur yeni hayatlara.
1995 yılında yazdığı Düğüne romanının gelirlerini AIDS Savaşım Derneği’ne bağışlar. Sonsuzluktan önce ne yapacağız, sorusuna cevabı “acele etmeyeceğiz” diye veren Düğüne, bir aşkın aynı zamanda ölüm de barındırabileceğini, lakin her durum ve koşulda aşkın aşk olduğunu bütün incelikleriyle üç farklı taraftan anlatır. AIDS’li bir genç kadının ve ona âşık olan bir adamın ölüme düğünle gitmelerini yazar. Her şeye rağmen varolan tutkuyu, onun getirdiği korkuyu, vazgeçememeyi dramatize etmeden anlatır.
2001’de yazdığı Kral: Bir Sokak Hikâyesi romanında yeni bir çağın kapısını aralar Berger ya da hâlihazırda içerisinde bulunduğumuz çağı sokak aralarından anlatır. Hayatta kalma mücadelesine, zenginle yoksul arasındaki uçuruma dair bir romandır Kral. Kentin varoşlarında yaşayan ve kendi kendine oluşmuş bir kenar mahalleden bakar dünyaya. Kral’ın bir köpek mi ya da bir insan mı olduğu bilinmez, okurun gözünde hikâye kendi içerisinde dönüşür durur. Dünyanın bazı ülkelerinde ilk yayınlandığında John Berger’in adı kitabın iç sayfalarından birinde ve çok küçük bir şekilde belirtilir. Berger bunu, “bu roman benim değil sokağın, o yüzden isimsiz yayınlanmasını istedim ama her yayıncı için bu mümkün olmadı” diye açıklar.
Buluştuğumuz Yer Burası kitabında ölülerin, eğer isterlerse dünyada diledikleri yerde dolaşabildiklerini anlatır. Elbette öyle olacak. Ürettiği eserlerin üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin güncelliğini koruyacağını ve her okuduğumuzda bize yeni bir soru sorduracağını bildiğimiz Berger, dilediği her yerde dolaşıp duracak bundan böyle.
Türkçeye çevrilen kitapları
Metis Yayınları John Berger Koleksiyonu
- Görme Biçimleri 1978, 1986
- G: 1984, 2008
- Ve Yüzlerimiz, Kalbim Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü, 1987, 2007
- O Ana Adanmış 1988
- Picasso’nun Başarısı ve Başarısızlığı 1989
- Düğüne 1996
- Fotokopiler 1997
- 2000 yılında 25 Yaşına Basacak Olan Yunus 1997
- Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar 1999
- Kral 2001
- Buluştuğumuz Yer Burası 2006
- A’dan X’e 2008
- Kıymetini Bil Herşeyin 2009
- Bento’nun Eskiz Defteri 2012
- Uçuşan Etekler (Yves Berger ile birlikte) 2014
- Bir Fotoğrafı Anlamak 2015
- İstanbul’dan Gelen Telefon, Müzik Eşliğinde Bir Söyleşi 2016
- Hoşbeş 2016
- Sanatla Direniş 2017
- Portreler 2017
- Sanat ve Devrim, Agora Kitaplığı, 2007
- Talihli Bir Adam – Bir Köy Doktorunun Hikâyesi, Agora Kitaplığı, 2008
- Yedinci Adam, Agora Kitaplığı, 2011
- Görme Duyusu, Agora Kitaplığı, 2014
- Anlatmanın Başka Bir Biçimi, Agora Kitaplığı, 2015
- Kıyıdaki Adam, Yapı Kredi Yayınları, 2009
- Katarakt (Selçuk Demirel ile birlikte), Yapı Kredi Yayınları, 2014
- Duman (Selçuk Demirel ile birlikte), Yapı Kredi Yayınları, 2016
- Bir Zamanlar Europa’da, İletişim Yayınları, 1990, 1996, 2016
- Domuz Toprak, İletişim Yayınları, 1993, 1998, 2016
- Leylak ve Bayrak, İletişim Yayınları, 1996, 2016
- Şiirin Saati, Adam Yayınları, 1998
- Zamanımızın Bir Ressamı, Adam Yayıncılık, 2000
- Gökyüzü Mavi Siyah – Bütün Şiirleri, Ayrıntı Yayınları, 2016
- Kül Sesleri: Geride Kalanlara Düşen Gözyaşları - 18 Nisan 2020
- Kediler ve Erkekler - 12 Şubat 2020
- Beyin Kırıcı - 19 Ocak 2020
FACEBOOK YORUMLARI