Kötü eserlerden bahsedip canınızı sıkmak yerine, geçtiğimiz yıl çıkan, okuduğum kitapların içinden beğendiklerimden ya da önemli bulduklarımdan bir kısmından kısaca bahsederek öykünün mutluluğunu ve umudunu paylaşmayı daha yapıcı buluyorum.
Mahur Beste Dergisi’nin bir soruşturmasında 2000’li yıllar öykücülüğüyle ilgili düşüncelerimi belirtmiştim: 2000 – 2010 yıllarında; az ama öz çıkan yazarlar, geleneksel biçimde ustaları okuyarak kendilerini yetiştirmişlerdir, yayınevlerinin öyküye soğuk bakmaları sebebiyle ilk kitaplar genellikle kendi basımı, yerel ya da küçük yayınevlerinden çıkmıştır.
2010 – 2015 arasında yazar sayısında nispi artışla birlikte nitelikte düşüş olmamıştır, büyük çoğunluğu atölye çıkışlı 35 – 40 yaş aralığındaki yazarların butik yayınevlerinden çıkan ilk kitaplarını görmekteyiz. 2015 sonrasında tamamı atölye eğitimli olmakla birlikte birden fazla atölyede birden fazla dönem yaratıcı yazarlığını geliştiren 30 yaş ve altı yazarların kitaplarının butik yayınevlerinin yanı sıra baş ve başaltı yayınevlerinden de çıkışlarına şahit olmaktayız. Bunu da büyük oyuncuların da hem öyküye hem de yeni yazarlara yatırım yapma niyetinin göstergesi olarak okumak mümkündür.
2017 yılında, çıkan öykü kitaplarının 800 civarında olduğunu ve bunun da 3/4’ünün ilk kitap olduğunu görüyoruz. Bu bir yandan müthiş bir dinamizm getirirken diğer yandan da nitelik yönünden sıkıntı yaşatıyor. Kötü kitapların iyi okuru kaçırma, en azından yerli yazardan uzaklaştırma tehlikesinden bahsedebiliriz. Şiir okurundan fazla şairin olmasının neticesini belli başlı şairlerin dışında şiir kitaplarının kitapçı raflarından uzaklaşması olarak görmemizin benzerini öykü için de yaşamamız mümkün.
Okumadan yazmaya çalışan heveslilerin bir süre sonra çekileceğini ve gerçekten öyküye-edebiyata aşk duyanların devam edeceğini düşünüyorum. Kötü eserlerden bahsedip canınızı sıkmak yerine, geçtiğimiz yıl çıkan, okuduğum kitapların içinden beğendiklerimden ya da önemli bulduklarımdan bir kısmından kısaca bahsederek öykünün mutluluğunu ve umudunu paylaşmayı daha yapıcı buluyorum.
Oysa Rüyaydı, Merve Koçak Kurt, Hece Yayınları
Merve Koçak Kurt’un ikinci öykü kitabı Oysa Rüyaydı. Yirmi iki öyküden oluşan hayli hacimli olan kitap rüya metaforu etrafında dönüyor, okurun rüyasına mutlaka arka fonda çalınan şarkılar eşlik ediyor. Dil işçiliğine önem veren ve kelimelerle oynamayı seven yazarın başat konuları; anne – babayla hesaplaşma, aşk -ama genellikle kavuşulamamış olması sebebiyle aşk acısı- ve yıllar sonra yaşadıkları hayatın muhasebesini yapan arkadaşlar.
Merve Koçak Kurt, ilk yazdıklarından itibaren kendi öykü evrenini kurabilmiş bir yazar. Nevi şahsına münhasır bir kalem, illa bir akrabalık kurulacaksa Bilge Karasu, Vüs’at O. Bener’in yeğeni diyebiliriz. Kelimelerle oynamayı seviyor; keserek, bükerek, eksilterek farklı anlamlarda (s)özünü söylüyor. Dolaylı anlatımı yeğliyor, kahramanların içsesleri ve bilinç akışları üzerinden duruma vakıf oluyoruz.
Öyküleri kalabalık kadrolu kumpanyalardan ziyade bir solist ve assolistin çıktığı sadece müdavimlerinin gittiği unutulmayan eski zaman gazinolarına benziyor: Genellikle iki kişi arasındaki ilişkiye eğiliyor yazar, geçmiş zamanların bugüne yansımasını anlatıyor ve sık sık şarkılar türküler kulağınıza çalınıyor. Hani öyküler için sinemasal denir ya… Merve Koçak Kurt’unkilerse musikimasal. Okurken ezgileri işitiyorsunuz, hayal mi gerçek mi anlayamıyorsunuz… Oysa Rüyaydı tüm duyduklarınız.
Israrı Kanadında, Figen Alkaç, Doğan Kitap
Figen Alkaç’ı 2007 yılında yayımlanan ilk kitabı Bela Davulları’ndan hatırlıyorum. Sonrasında uzun bir sessizlik… 10 yıl boyunca imbikten süzülen mayi misali düşüncelerin damıtılarak kâğıda dökülmesi ve ortaya çıkan nefis bir kitap, Israrı Kanadında. Coğrafyamızda yaşayanların yurtsuzluk hallerine, acılarına, sıkıntılarına, üzüntülerine değinen pek çok kitap ve öykü yazıldı. Ancak çoğu didaktik anlatımdan, ‘ne güzel komşularımız vardı’ basitliğinden, akademik dilin kuruluğundan kurtulamadığından insani açıdan güzel denemeler de olsa edebi yönden kıymetli olamadılar.
Oysaki olayları doğrudan anlatmadığı halde okura hissettirerek öykünün içine çeken, yaşananlardan sonra kalanların ruh hallerine eğilen, kahramanın tepesinden baktığınız değil karşılıklı kadeh tokuşturarak dinlediğiniz, anlatmadıklarını da kafanızda tamamladığınız Israrı Kanadında, yılın en güzel öykü kitaplarından biri. Kitap bu topraklarda bin yıllardır yaşayan insanların, yabancı – aidiyetsiz hissettirilmelerinin öyküleri olarak okunabilir.
Orada Bir Yerde, Engin Türkgeldi, Can Yayınları
Ülkenin ilk ve önemli edebiyat sitelerinden AltZine ve AltKitap’ın uzun zamandır yayın kurulunda yer alan Engin Türkgeldi’nin öykülerine aşina olan okurlar neyle karşılaşacaklarını az çok bilse de, ilk kez okuyanlar için şaşırtıcı bir deneyim Orada Bir Yerde. Kılıç ve asaların olduğu zamanlarda, kale ve kasaba hanlarının bulunduğu mekânlarda geçen, fantastiğin sınırlarında gezinen şaşırtıcı sonlarıyla okuru yerine çivileyen öyküler.
Bazı öyküler kitaba girince gücünü yitirirken bazıları da bütünlüğün içinde daha da güçlenir; işte Orada Bir Yerde’deki öyküler bütünlük içinde gücüne güç katıyor. Öyküler arasındaki ufak göndermelerle bu durum daha da sağlamlaştırılıyor. Özellikle genç okurun büyük itibar gösterdiği bu tekinsiz öyküler, sırtını has edebiyata dayadığından her yaştan okur için farklı bir deneyim sunuyor. İlk kitap olmasına rağmen, kendini bulmuş sesiyle yılın en iyi kitaplarından biri olarak öne çıkıyor.
Gece, Kediler ve Sessizlik, Semrin Şahin, Alakarga Yayıncılık
Gece, Kediler ve Sessizlik, Semrin Şahin’in üçüncü öykü kitabı. Önceki kitaplarında oyun parkındaki çocukların coşkusuyla yazarken son kitabını sokakta toza kire bulanan çocukların duygusuyla kaleme almış. Kadınlık hallerine yoğunlaşan öyküleri, tekinsiz deliliğin sınırlarında dolaşanlar takip ediyor. Kadın öykülerini sessizlik olarak niteleyebiliriz, tecavüze uğrayan, şiddet gören öldürülenlerin sessizliklerini haykırmış Semrin Şahin öykülerinde.
Geceyi de tekinsiz öykülerinde anlatmış; ölümünün yedinci günü görülen baba, kahramanı tarafından ele geçirilip bir öyküye hapsedilen yazar, biteviye tekrarlanan kâbussal hayatlar… Kediler sessizdir ve geceleri dolaşırlar. Bu ikisini birleştiren köprü olmuş kediler; sessizce yaklaşıp bize karanlığı anlatmışlar. Gece, Kediler ve Sessizlik, yazarın dilini ve anlatımını bulduğu iyi bir kitap.
Torik Akını, Adnan Özyalçıner, Manos Kitap
2017’in en önemli öykü kitaplarından olan Torik Akını, Sennur Sezer’in, “Konuştum / susmak anamın diliydi” epigrafıyla açılıyor. Adnan Özyalçıner’in 83 yaşının verimi bu öykü kitabı iki bölümden oluşuyor. Betonlaşan İstanbul’a yeşil bir yakarış olarak okunabilecek anılardan beslenen, anlatıya yakın duran ilk bölüm gerçekçi -kimi sosyalist gerçekçi- öyküler bütünü.
İkinci bölümse kısacık, minimal ya da çok sevdiğim tabirle küçerek öykülerin toplamı. Bu bölüm gerçeküstü anlatımıyla dikkat çekiyor ve yazarın hâlâ gencecik duran yanını yansıtıyor. Büyük usta Çiçekçi Kız öyküsünde kahramanına seslenirken, sözüm sanadır ey okur der gibi: “Asıl beklemen gerekenin senin bir demet satacağın delikanlılar yerine, bir gün, sana bir demet çiçek sunacak olan bir delikanlı olacağını bilmeden.”
Maveraünnehir Nereye Dökülür?, Engin Barış Kalkan, İletişim Yayınları
2017 yılında, dikkat çeken pek çok ilk kitap yayımlandı. Bunlardan biri de Engin Barış Kalkan’ın “Maveraünnehir Nereye Dökülür?” sorusu oldu. Öykü, hayatın bir kesitini anlatır, öncesine ve sonrasına müdahale etmez, bu yanıyla soruya benzer. Size yanıt sunmaya çalışmaz, güzel sorular sorar ve yanıtları okura bırakır. Durumdan çok olay örgüsüne ve hikâyeye dayanan bir anlatım tarzını benimsemiş olan yazar hayatın içinde her an karşımıza çıkan insanların hikâyelerini anlatıp kenara çekiliyor.
Adını, Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı şiirindeki bir dizeden alan kitaptaki öyküleri kirli gerçekçi olarak tanımlamak mümkün. Yazar, hayatı steril biçimde karşınıza koymaktan ziyade üstünü kirleten çocukların kıyafetlerindeki lekeleri anlatıyor. Bu leke kimi zaman karısını aldatan kanserli bir adamın yarası oluyor kimi zaman içkiye zaafı olan bir düğün salonu sunucusunun başından aşağı diktiği şişe oluyor. Vitrin mankenine âşık bir adamı illegale sürükleyen aşkı mahallenin ağzına sakız olurken, cezaevinden tahliye olan babasını ziyarete devam eden gencin özlemi gözlerimizi kaçırdığımız bir dram oluyor.
Erkek kahramanların öyküleri anlatılıyor ama erk egemen öyküler değil bunlar, kırılgan yanları ve yaraları var her birinin. İşsizlik halleri dikkat çekerken, aslında günümüzde işsizliğe ölüm kadar dertlendiğimizi de görüyoruz. Öykü içinde öykü ya da öykücü kahramanların hikâyelerini de keyifle okuyorsunuz. Zaten kitaba adını veren sonuncusu da böyle oyunbaz bir öykü. Sahi siz biliyor musunuz, Maveraünnehir nereye dökülür?
Kırmızı Etek, Hatice Günday Şahman, Ayizi Kitap
Yılın hoş sürprizlerinden biri Hatice Günday Şahman’ın kitabı Kırmızı Etek oldu. Yüzlerce ilk kitabın arasında okura ulaşmakta zorlansa da, samimi anlatımıyla ulaştığı okurun dikkatini çekmeyi başardı. Aslında kitabı iki bölüme ayırmak mümkün; bir kısım öyküler tecavüz gibi insanlık dışı durumları, kızının üniversiteye gitmesini sağlamak için kumayı kabul eden kadının dramını, kendi elleriyle kuma getiren bir başkasının inancını, kız kardeşler arasındaki çözülemeyen meseleleri ya da kadın kadına aşkta da iktidarın para olduğu gerçeğini anlatan ağırlıklı olarak kadın kahramanların ağzından anlatılan kadınlık hallerinden oluşuyor.
Kahramanın kadın ya da erkek olma hallerinden ziyade insanlık hallerine eğilen diğer öykülerdeyse naif ve mizahi biçimde yaşlılığın getirdiği unutkanlık, çocuğundan kopmak zorunda kalan anne babaların iç dökümü, erkeklere yüklenen rollerin mecburi istikameti, yaşlı kadın genç adam arasındaki ilişkinin adı konulmamışlığı anlatılıyor. Kırmızı Etek, kapağında banka oturmuş bekleyen kadın gibi, ‘Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?’ diyerek, okurunu bekliyor.
Belki Bu Defa, Belki Şimdi, Alois Hotschnig, Çev. Mustafa Tüzel, Yüz Kitap (Yayınları)
Romanın aksine öykü piyasası yerli yazar ağırlıklı olduğundan dolayı nazar boncuğu misali anacağım tek kitap, Belki Bu Defa, Belki Şimdi. Geçtiğimiz yıl okuduğum öykü kitapları içinde en çok etkilendiklerimden biri 2009 ilk basım tarihli Ralf Rothmann imzası taşıyan Deniz Kenarında Geyikler oldu. Aynı şekilde geçtiğimiz yılın üzerimde iz bırakan bir diğer yabancı öykü kitabı da gene Almancadan çevrilmiş Belki Bu Defa, Belki Şimdi oldu. Alois Hotschnig, Italo Svevo Ödülü kazanmış, Avusturyalı bir yazar.
Kitap, insanın huzursuz yanlarını hayatın doğal akışı içinde anlatan vuruculuğu sakinliğinde olan, belli oranda gerilim barındıran öykülerden oluşuyor. Kitaptaki ana tema için ‘yabancılaşma’ diyebiliriz kolaylıkla. Bireyin kendine, etrafına ve topluma yabancılaşması. Komşularla aslında hayatla ve hatta kendimizle ilişkimizin gözetlemeye dönüşmesi ve gözetleme yeterli geldikçe insani anlamda mevzi kaybetmemiz, farklı öykülerde farklı biçimlerde anlatılıyor: Bu kiminde komşularını gözetleyen bir adamın gözetleme noktasını eski sahibine kaptırdıktan sonra gözetleme noktasındaki adamı gözetlemesi, kiminde kendisine tıpatıp benzeyen bir oyuncak bebeğin kahramanın hayatının anlamı haline gelmesi, kiminde anahtarı tüm kapıları açan adamın girdiği tüm evlerde ailenin ferdi kabul edilmesi ama onun hepsinde kendini yabancı hissedip gerçek evini asla bulamaması şeklinde tekinsiz biçimde anlatılmış. Kitabı özetlemek için yazara başvurabiliriz: “Kimin hikâyesinin içine düştüm, diye düşündüm, bu hikâyede şimdi benim olan bu koku gibi bana ait değildi.”
Tekme Tokatlı Şehir Rehberi, Mevsim Yenice, Everest Yayınları
Mevsim Yenice’nin adına ilk olarak dergilerde rastlamış ve süsten uzak yalın ve hikâyeye odaklanan anlatımını sevmiştim. Dergilerde yeterince piştikten sonra çıkan Tekme Tokatlı Şehir Rehberi de okurun beklentisini karşılayan iyi bir ilk kitap. Yazarların öykü kahramanlarını genellikle hemcinslerinden seçmelerinin başarılı istisnalarını kitap boyunca sıklıkla görüyoruz. Bu da yazarın bakış açısına, diline ve anlatımına çeşitlilik katıyor. Erkeklerin temel meselesi baba oğul çatışmasına -hatta dede torun ilişkisini de buna katabiliriz- birkaç öyküde rastlıyoruz. Geç yaştan erkeklerin prostat sıkıntıları, genç yaştan olanlarınsa aşk acıları anlatılmış. İlginç biçimde kitabın en sağlam öyküleri de erkeklik hallerine ilişkin olanlar. Delirmenin eşiğindeki kadınların kimi bela okuyarak arzı endam ediyor, kimi geçmişi yakmaya uğursuz bir tablodan başlıyor kimi de ayağını sürüyerek gidiyor. Orta sınıf her yaş ve cinsten şehirli insanların rehberini tutuyor Mevsim Yenice. Edebiyat, biraz da bir şehre yediğin dayakların yüzü suyu hürmetine katlanmayı anlatmak ve bunu okura inandırmak değil midir zaten? Mevsim Yenice, okura içine girip, yan masasında oturup, kulak misafiri olacağı hikâyeler fısıldamayı çok iyi beceriyor.
Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda, Ezgi Polat, Can Yayınları
Eylemden ziyade duyguya yönelen Ezgi Polat, ilk kitabı Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda’da günümüz şehirli orta sınıfının hikâyesini anlatıyor. Bireysel hayatlardaki konuşulmayan yanlara dokunuyor. İçte saklanan tüm yaralar bir bir ortaya dökülüyor. Yazar kabuk bağlamış yaraları deşip kanatıyor, ortaya dökülenler kahramanı huzura erdirmezken okuru da rahatsız ediyor ama Fuzuli’nin dediği gibi, “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” Çocuğunun kendisinden olmadığı gerçeğini hisseden ama yok sayan eşe atılan tokada ya da içindeki pedofille mücadele eden adamın yenildiğini hissettiği andaki kapanan panjura benziyor hikâyeler. Bir aşkta dışarıda kalan üçüncünün zamanla ikinci olması ama ıskartaya çıkartılanın bunu bilmemesinin sorumluluğunu ya da bir mağarada ölüme terk edilen bir dostun ağırlığını taşıyan öyküler anlatıyor Ezgi Polat. Önce sırrı hissettiriyor sonra kalemi göğsümüze saplayıveriyor.
Yolun Gölgesi, Behçet Çelik, Can Yayınları
İlk öyküsü 1987 yılında Varlık’ta yayımlanan Behçet Çelik, yazarlıktaki otuzuncu yılını Yolun Gölgesi’yle taçlandırdı. Günümüzün en başarılı yazarlarından olan Çelik, toplumsal meseleleri kahramanların iç dünyası üzerinden anlatmayı sürdürüyor. Yazar, bir ipek böceğinin kozasını örmesi misali ince ince dokuyarak öyküsünü oluşturuyor, doğrudan sarsmak yerine ufak dokunuşlarla okuru metnin içine çekiyor, hissettiriyor ama anlatmıyor. Kitap ormanının içinde kalan okura ustalıkla döşediği taşlarla yol gösteriyor ama taşı bulmayı da okura bırakıyor. Kahramanların gölgesi yola, yolun gölgesi kitaba düşüyor. Damıtılmış sözcüklerden okurun aklına ve kalbine düşen öyküler çıkıyor.
Hacivat Seni Çağırıyor, Bahri Vardarlılar, Everest Yayınları
Bahri Vardarlılar, İki Ciltlik Metro Bileti ve Şu Çay Demleninceye Kadar isimli öykü kitaplarından sonra Hacivat Seni Çağırıyor’da da kendine özgü; oyunbaz, cıncıklı, dalgacı tarzına devam ediyor. Yazar, kimin ne yaptığıyla ilgilenmeden ısrarla kendi anlatmak istediği hikâyeleri yazıyor. Kahramanlar kitap boyunca öyküler arasında gezip duruyor hatta kimi kahramanlar eski kitaplardan transfer bile oluyor. Gerçeküstü öğelerle bezediği anlatımıyla Bahri Vardarlılar’ı eski zaman masal anlatıcılarına benzetebiliriz. Ya da günümüzün eksiltmeci anlayışına yüz vermeyen tutumunu 1 saatlik filmi 2,5 saat anlatan ama gerçeğinden daha güzel anlatan hikâye anlatıcılarına benzetebiliriz. Ya da elindeki radyoyu söküp parçalayan -bir daha asla toparlayamaz dediğiniz- adamlara benzetmek de mümkün. Kitabında sonunda anlıyorsunuz ki, yazarın derdi zaten radyoyu toparlamak değil dağıtmak. Bahri Vardarlılar, farklı tarz ve anlatımıyla seni çağırıyor ey okur, icabet etmezsen çok şey kaybedersin.
*Bu yazı, Edebiyat Ortamı – 2018 Öykü Yıllığı’nda 2017 Yılı Öykü Değerlendirmesi adı altında yer almıştır.
- KÜÇÜK ANATOLA’YI KURTARMAK - 2 Aralık 2019
- Hişt! Hişt! Hayal Kursana Dostum - 25 Mart 2019
- Jules’ün Bağladıkları - 17 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI