Şiir Yazılıyorsa Umut Vardır, Okunmasa da!

…pek çok şair, insanı, zamanı, dili ve sözü sahipsiz bırakmıyor. Sözün, hayatın ve zamanın vakanüvisleri gibi sürekli, bıkmadan kayıt tutuyorlar…

Şiir yazılıyor bu “güzel ülkede” hala. Ve bu ülkenin uzak köşelerinde de şiir inadı sürdürülüyor. Okunmamak ise sadece şiirin değil, genel olarak kitabın mukadderatında var. Özellikle bizim bu güzel ülkemizde. Şimdi değil, tarihte de aynı görünüm geçerliydi. Matbaanın Avrupa’da geliştirilmesiyle birlikte, merkezi Avrupa’yı bir kitap uygarlığı istila etmişti. Bizim topraklar ise derin bir uykudaydı. Ki ayrı bir bahistir, bir ara yazarız!

Şiirin vakanüvisi kim?

Ülkemizin merkezilerinin dışında yazının şiirin cengâverleri var. Daha önce Fesih Vural’dan söz etmiştim. O yazıda söz ve yazı arkeolojisine vurgu yapmıştım. Buna ek olarak bir de vakanüvislikten söz etmek olası. Bu vakanüvislik, Hüseyin Alemdar’ın Hilmi Yavuz için yaptığı ‘’Şiirimizin vakanüvisi’ nitelemesinden oldukça farklı. Alemdar’ın iyiniyetle ve sevgiyle yaptığı nitelemede bir toptan değer devri söz konusu üstat şaire…

Bizde okumuş-yazmış cenahında vakanüvislikten pek haz edilmez. Bir kere bu ad ve kavram resmi tarihle doğrudan ilintili görülür. Tarih bilimi açısından ve pratikte yaşanan da odur. Uygulamada iktidarın vakanüvisleri, iktidar için ve iktidar kanadından bir tarih yazar. Ancak, Bir Naima, Hoca Sadettin… düşünüldüğünde, bu yazarlardan elimize gelen artık lamı cimi yok tarihtir… Bir de, vakanüvis tarihçiliğinin narratif –analtımcı- tarih tarzı olması hazzedilmeme nedenlerindendir. Yani anlatıcının bir yerde öyküleyerek anlatması… Bunlar da derin mevzular olduğu için şimdilik bir yana bırakalım. Şiir dönersek, şiirdeki vakanüvislik nitelemesini kesin kes olumlu anlamda kullandım. Bu nitelemenin içinde, şairin yaşadığı yer ve zamanda, kendi öznelliği içinde tanığı olduğu, parçası olduğu yaşamı şiire dönüştürmesi… anlamlarında geniş bir yelpaze düşünülmüştür. Peki, her şair bunu yapmaz mı? Yapar elbet. Ancak, şair, herkesin bilmediği –belki de ilgilenmediği- bir sosyolojide ve coğrafyada ise, işte o zaman yaptığı vakanüvis-şair işlevi öne çıkmakta ve önemli hale gelmektedir.

Aslında Bendim Öteki

Mehmet Öztürk, merkezde olmayana, çevrede yaşayan bir şair. Kanguru Yayınları’ndan çıkan kitabın adı; Aslında Bendim Öteki… Başlıkta yazdığımız gibi, şiir yazılıyorsa, umut vardır. Bir de, yazılan şiirlerin bazen okuru yorduğu haller de vardır! Bu hallerin verdiği sakınımla doğrusu şairi ve şiirini tanımadığımız kitaplardan, biraz ukala bir tavırla, uzak ve soğuk durmamız -bir okur olarak- söz konusu olabiliyor. İtiraf edeyim, Mehmet Öztürk’ün kitabını elime aldığımda, şairi ve şiirin tanımıyor ve nasıl bir şiir toplamı ile karşılaşacağımı hiç bilmiyordum. Bu tür okuma deneyimlerinde, hep iyimser ve iyicil olmayı seçerim. Kitapta bir tane şiir, olmadı bir tane dize bulursam, bunu okumanın kar hanesine yazarım…

Kimi okumalarda, daha çok kitabın ilk şiirlerinde – olumsuz anlamda – gol yeme kaygısı baş gösterir. Kitap ilerlemez. Şiir ilerlemez. İşte, bu denli açık olmasa da, Mehmet Öztürk’ün kitabının ilk sayfasını açtığımda, nasıl bir şiirle karşılaşacağımı bilmiyordum. Ancak, daha yedinci sayfada ve kitabın daha üçüncü şiirinde şair, ‘’Sessizlik istiyorum/ Yağmur öncesi/ Fırtınayı çalacak/ Yüzüm var.’’ Diyerek, bencileyin ukala okura golünü –bu kez olumlu anlamda- atıverdi. Kitabın tamamını okuduğumda, bu golün karambol golü olmadığı da iyice anlaşıldı!

On birinci sayfada ‘’… Kırılınca taş gibi kırılmalı/ Kırılmayınca hiç…’’ dizelerini okuduktan sonra, şairin kendi anlatısını kurduğu, kendi sorunsalı ile şiirle söyleme sorunsalı arasındaki gerilimi çözdüğü anlaşılıyor. Şair, derdini en uygun bir şiiriyetle ve hiç de zorlamaya girmeden ‘’şiir yapmaya’’ çalışmadan anlatıyor. Ne kendini kasıyor, ne de okuru…

Dağın duldası gibi çokça kullanılmış bir adlandırmayı kullanması şiir tadını tam buracakken, son dize şiir tertemiz ediyor; “Sana yakın düşlerden geçiyorum.” (s. 17). Bütün şiirlerde benzer olmakla birlikte kendini yinelemeyen bir yalınlık var. Yukarda yer verdiğimiz benzer bir şaşırtma, “Bir yeşil dal gibi sürüyorsun/ İçimin bozkırında” (s.20) dizelerinin de bulunduğu şiir için geçerli. Bu şiirdeki görece “kolay” imge seçiminden sonra, izleyen şiirde “Bugün yas tutacağım tüm ölecekler” için dizesiyle şair, oluşabilecek olumsuz izlenimi siliveriyor. Şairin, ilk örnekte biraz daha anonimden uzak bir buluşla dize kurmasının doğru olacağını akla getirmişken, bunu yapabileceğini sonraki şiirinde kanıtlıyor. Keşke o kolay imgelere yaslamasaydı diyoruz. Çünkü, mühür gibi oturan bir şiir karşımıza çıkınca, diğer bir iki örnekte, şiiriyet bağlamında bize pek doğru gelmeyen yanların olmasın istemiyoruz. İşte o mühür gibi bir şiirin sonu; “Ömür ekiyoruz zamana/ Hasat öldükten sonra./ (s.26) diye has dizeler kuran, şiiri böyle bir iki dizeyle bağlayan bir şiir deneyiminden dolayı, şairden daha iyisini isteme adına belirtiyoruz olumsuz yanları…

Yukarıda yer verdiğimiz kimi eleştirilerden iki örnek: Birincisi, iç kapakta, kitabın adının altında yer verilen; ‘’Sizin Hiç Ali’niz Öldü Mü?” Alt ad olarak yazılan ek. Şairin Ali İsmail için koyduğu, bu ikinci ek adlandırmaya bilmem gerek var mıydı? Bu alt ad, kitabın on üçüncü sayfasında yer alan şiirin de adı… Ne var ki dokuz dizelik bu şiir, bir lokomotif şiir niteliğinde olmadığı gibi, bu şiirdeki yalın söyleyiş daha çok anonime kaymış… Ali İsmail için biraz daha anonimden uzak, kişiselliği olan şiir beklediğim için, bu şiiri eksik buldum açıkçası.

İkinci eleştirim, yine bir okur olarak, dulda, yalaz, esriklik… gibi sözlerin pek çok şair defalarca kullanılması, bir çeşit ikinci el imge duygusu uyandırmakta. Bunlara, taflan, tirşe, turkuaz, bungun… gibi nicelerini de ekleyebiliriz. Şairin seçimi ile okurun seçimi çatışabiliyor bazen böyle.

Bu iki eleştiri belki de bizim şiir algımızın sınırları ile ilgilidir. Ancak zaten bir kitaptaki her şiirin de çok sevilmesi düşünülemez. Bu anlamda, Mehmet Öztürk, “Aslında bendim Öteki’’ diyerek bize kendi şiiriyeti içinde sözünü söylemeyi başarıyla yerine getiren bir kitap sunuyor bize.

Şiirle umut arasındaki olumlu nitelikte kurulan neden sonuç ilişkisi belki de çok basmakalıp gelebilir kulaklara. Ancak, yapıp ettikleri, üretimleri ve ilişki biçimleri değil, doğrudan insanın kendisi bir ekonomi birimi, bir meta olarak temel alındığı bu zamanda, en ölü yatırım alanlarından biri olan şiire hala emek verilmesi, bu sözü neredeyse zorunlu kılıyor!

Mehmet Öztürk ve başkaca pek çok şair, insanı, zamanı, dili ve sözü sahipsiz bırakmıyor. Sözün, hayatın ve zamanın vakanüvisleri gibi sürekli, bıkmadan kayıt tutuyorlar. İyi kayıtlarla, iyi şiirlerle!

  • Aslında Bendim Öteki
  • Yazar: Mehmet Öztürk
  • Türü: Şiir
  • Baskı Yılı: 1. Baskı, Mart 2016
  • Sayfa Sayısı: 80 Sayfa
  • Yayınevi: Kanguru Yayınları
Sabri Kuşkonmaz
Vinkmag ad

Read Previous

Kıyısına Sığınmış Deniz

Read Next

Gılgamış; Bir Sümer Destanı

One Comment

  • Sabri Kuşkonmaz hocamızın Kitap Eki’n de11 Kasım 2016 tarihinde, ilk şiir kitabım ‘Aslında Bendim Öteki’ üzerine yazdığı yazı açıkçası beni heyecanlandırdı. şimdiye kadar kitabım hakkında ki en önemli yazı desem yalan olmaz.
    Sabri Bey’e bu duyarlılığından dolayı teşekkür ederim. Beni çok mutlu etti.
    Sabri Bey’e , Kitap Eki’ne ve herkese selamlar…saygılar…
    Hiç kimsenin ‘öteki olmadığı’ bir Dünya için…
    Şiir ve umut bitmesin…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *