
Roman sadece tarihi bir öykü değil, kilitli bir odada olan cinayetin gizemini çözen bir polisiye, mitolojik varlıkların cirit attığı, mitlerin ete kemiğe büründüğü bir fantastik, Decameron ile yarışacak bir yolculuktur.
13. yy başlarında Konstantinapolis Haçlı Orduları tarafından işgal edilmiştir. Şehir Haçlılar tarafından vahşîce yağmalanıp yıkılırken tarihçi Niketas Honiates’i sarhoş askerlerin elinden biri kurtarır. Adının Baudolino olduğunu söyleyen, 60 yaşlarında bir İtalyan’dır bu kişi. İki adam beraberce kaçarlar ve Cenevizlilerin yanına sığınırlar. İşte Baudolino hikayesine burada başlar. Unutmadan önce tüm yaşamını anlatmalıdır, Niketas’a dinlemesini ister ve anlatmaya başlar.
Aslında hayatını yazmaya çok küçük yaşta başlamıştır Baudolino, 12. yy ortalarında, 1155 yılında çalıntı bir parşömene, oldukça kötü bir İtalyanca ile. Ancak hepsini kaybettiği için aklında kalan her şeyi bir an önce anlatmak ister Niketas’a. Güvenilmez bir anlatıcıdır, çünkü daha en başından yalancı olduğunu saklamaz. Yalanın her zaman hayat kurtardığını ve gerekli olduğunu da ekler sözlerine. İtalya’da, köylerinin sisinde yolunu kaybeden Frederick I, kutsal Roma İmparatoru, nam-ı diğer Barbarossa’yı kurtararak evine getiren Baudolino aslında tüm hayatını değiştiren bir şey yapmıştır. İmparator, bu kurnaz ve ağzı laf yapan çocuğu beğenir ve yanına alır. Saraya yerleşen Baudolino hem eğitim almaya hem de Barbarossa’ya akıl vermeye başlar. Artık imparatorun manevi oğludur ve imtiyaz sahibidir. İmparatora gerçekleri söyleyebilen tek kişidir. Ne var ki imparatorun evlendiği genç Beatrix’e aşık olunca babasına ihanet ettiğini düşünür ve eğitim için Paris’e giderek saraydan uzaklaşır. Orada bir yandan Beatrix’i unutmaya çalışırken diğer yandan arkadaşlar edinir ve hayatın zevklerini keşfeder. Bir gün aklına saray’da hocası olan Otto’nun bahsettiği çok uzakta ve muhteşem bir zenginliğe sahip krallık gelir. Rahip Johannes’ın krallığıdır bu. Otto ölmeden önce Frederick’in İtalya’nın karmakarışık şehir savaşlarından vazgeçip doğuya, bu zengin krallığa ilerlemesini vasiyet etmiştir Baudolino’ya. Çünkü Otto, Baudolino’nun ne yapıp edip imparatoru kandıracağından emindir. Paris’te vasiyeti hatırlayan Baudolino arkadaşlarıyla birlikte Rahip’in ağzından bir davet mektubu yazar. İşte roman, imparatorun İtalya şehirleri ile olan savaşını, Rahip Johannes’ın Krallığına gitmeye karar vermesi ve yolculuğa çıkışını, yolculuk maceralarını, imparatorun ölümü ile Baudolino’nun yoluna devam etmesini anlatır.
Kitap birbirinden ilginç, komik ve anlamlı maceralar ile dolu; Baudolino’nun babasının, yaşadığı şehri, en sevdiği ineği kurban ederek kurtarması, Baudolino’nun evlenip karısını hamileliğin son günlerinde kaybetmesi, ölü doğan bebeğinin bir canavar olması, yıllar sonra aşkı bir Hipatia’da bulması, imparatorun iki kere ölümü, on iki müneccim kral olarak on bir arkadaşıyla beraber yolculuğa devam etmesi, imparator babasının ölümünden kendini sorumlu tutarak bir sütunun üzerinde inzivaya çekilmesi…
Roman sadece tarihi bir öykü değil, kilitli bir odada olan cinayetin gizemini çözen bir polisiye, mitolojik varlıkların cirit attığı, mitlerin ete kemiğe büründüğü bir fantastik, Decameron ile yarışacak bir yolculuktur. Karnavelesk roman özelliklerinin hepsini taşır, düalizm, yolculuklar, yeme-içme ve insani ihtiyaçların vurgulanması, abartılı mizah, hiyerarşinin yerle bir olması, çok seslilik gibi. Düalizm özellikle üç konuda göze çarpar; Hristiyanların kendi içlerinde yaşadıkları inanç karmaşaları hakkında yapılan tartışmalar (Baba-oğul-kutsal ruh, İsa’nın ruh ve et olarak ikiye ayrılması), evrende boşluğun var olup olmaması, Tanrı’nın iyi ve kötüyü içinde var etmesi. Tartışmaların her iki tarafı da haklı çıkarır nitelikle olması düalizmi yaratır.
Tarihi bir romandır aynı zamanda çünkü içinde gerçek ve ünlü kişiler barındırır. Olaylar kurmaca olmakla beraber dönemin birçok hakikatine de uygun düşmektedir. Örneğin Frederick’in Göksu Deresinde boğulması gerçektir, ancak kitapta dereye gelmeden önce zaten kilitli bir odada öldürüldüğü iddia edilir. Kitabın sonlarında bu cinayet dedektiflere yakışan bir akıl yürütmeyle çözülür. Kutsal emanetlerin kopyalanarak satılması dönemin gerçeğidir. Ancak bunları Baudolino ve arkadaşlarının el altından dağıtılması, Baudolino’nun babasının ahşap çanağını kutsal kase olarak sunması, rastgele mezarlardan toplanmış kafataslarının kurutularak Vaftizçi Yahya’nın kafası olarak hediye edilmesi kurgusal eklemelerdir. 12. Yy’da yazılmış olan Rahip John’un mektubu gerçektir ancak Baudolino’nun bunu yazmış olması kurmacadır.
Umberto Eco ortaçağda kullanılan Latince ve İtalyanca ile zenginleştirmiş metni. Orijinal metnin, Eco’nun tüm ortaçağ tarih bilgisi ve dil konusundaki ustalığını yansıttığı yazılmış yabancı eleştirilerde. Ancak çeviriye bu ne kadar yansımış, bilemiyorum.
Eco, alt tabaka insanların konuşmasını çağına ve yöresine uygun vermiş orjinal metinde;
“ama belki kimseyi alakadar etmez sansölyelikte luzumsuz şeyleride yazıyorlar ve bunları bulan (bu kağatlan) kıçına sokuyordur hicbişi etmiyordur bunlarla”[1]
“ve tabana kuvvet evime dondum neredeyse sabah olmuştv babam. Galiaudoya herşeyi anlatım bana aferin git Kuşşatmaların ortasında dur bir gun. kıcına bir mızrak yersin biliyormusunki
onlar senyurlere gore şeylerdir bırak ve halleri, varsa gorsunler bizim innekler hinekleri duşunmemiz lazım ve biz ciddi insanlarızdır Fredericus gibi deiliz bi geliyor bi gidiyor bir halt ettiği yok”[2]
Üst tabakanın konuşma dilini de aynı yetkinlikle yansıtmıştır Eco romanında;
“Quod principi plaguit legis habet vigorem, prensin hoşuma giden her şey yasadır:” dedi Rainald von Dassel. “Evet, çok makul ve kesin geliyor insanın kulağına. Ama bunun İncil’de de yazılı olması gerekir, yoksa herkesi, bu harika fikri kabul etmeye nasıl ikna edebiliriz?”
“Roma’da olup bitenleri cok iyi gördük” diyordu Friedrich,“kendimi papaya yağlattığımda, onun gücünün benimkinden ustun olduğunu ipso facto kabul ettim, papayı boğazından yakalasaydım ve Tevere’ye atsaydım, toprağı bol olsun Attila gibi Tann’nın kırbacı olurdum… Kendisini benden ustun görmeden benim yasalarımı, yetkilerimi tanımlayacak birini hangi cehennemde bulurum? Yok böyle biri dünyada.”[3]
Roman kahramanlar açısından da oldukça zengin. Baudolino ve Niketas dışında; İmparator Frederick, Baudolino’nun Paris’te tanıştığı dostları Şair, Abdül, Boron, dünya haritasını bildiğini iddia eden Zosimos, boşluğun olmadığını savunan mucit Arzruni, Baudolino’nun ilk eşi Colandrina, tek boynuzlu at ile gezen Baudolino’nun son aşkı Hipatia, tek bacaklı olmasına rağmen çok hızlı koşan, ayağının gölgesinde serinleyen Gavagai, kayıp on kabileyi arayan Solomon, Otto, Diyakinoz… ve diğerleri.
Her bölüm başlığı, tüm karnavelesk romanlarda olduğu gibi anlatacağı konuyu özetler şekilde verilmiş, tıpkı Gargantua ve Gecekuşu Kornelius gibi. Ayrıca Dante’ye yapıla atıflar sadece Beatrix ve cennet benzetmeleriyle kalmayıp, Baudolino’nun İnferno’da belirtilen günahlarla yüzleşmesiyle de belirgindir.
Sonuç olarak her yönüyle okuyucuyu doyuran bir roman yazmış Umberto Eco. Anlatılan döneme ilişkin gerçekleriyle tarihi, kilitli ve nöbet tutulan bir odada gerçekleştirilen cinayetiyle polisiye, yolculuklarda yaşananlar ve gidilen yerler ile serüven, karşılaşılan garip yaratıklarla da fantastik bir roman. Yalanla gerçeğin, kurmacayla tarihin iç içe geçtiği muhteşem bir post-modern örneği aynı zamanda Baudolino. Okurken Hristiyanlık ile ilgili ilginç tartışmaları da öğrenmiş olacaksınız. Keyifli okumalar,
Not: 1, 2 ve 3 nolu alıntılar kitaptan olduğu gibi alınmıştır.
- Baudolino
- Yazar: Umberto Eco
- Çeviri: Şemsa Gezgin
- Türü: Roman
- Baskı Yılı: 2014
- Sayfa Sayısı: 538 Sayfa
- Yayınevi: Doğan Kitap
[1] Baudolino, Umberto Eco, Doğan Kitap, 2003 s:9
[2] A.g.e s:11
[3] A.g.e s:67
- SORGULATAN, HAYAL KURDURAN KİTAPLARA İHTİYAÇ VAR! - 22 Mart 2020
- İnsanca bir başkaldırı; Aşk - 16 Mart 2016
- Gerçek Bir Çocuk Kitabı; Mumi Baba’nın Anıları - 20 Haziran 2017