Yeni Hayatın Kapılarını Aralayan Bilimkurgu Öyküler

21 yazarın kaleminden 21 bilimkurgu öyküyle edebiyatımızın değerli ve nitelikli kalemlerini bir araya getiren kitaba öyküleriyle katkıda bulanan Feyza Hepçilingirler ve Afşin Kum ile söyleşi yapmanın mutluluğunu yaşıyorum.

İthaki Yayınları, Pangea Kitaplığı tarafından yayımlanan İLK isimli bilimkurgu öykü seçkisi tümü birbirinden değerli yerli yazarlardan oluşması, Pangea Kitaplığı bünyesinde böyle bir seçkinin ilk defa yayımlanıyor olması ve sunumunu Bülent Somay ile yapmasıyla tüm nitelikleri birbirinden önemli olan kitabı okuyucularla buluşturuyor. Bilimkurgu üzerine yazan ve bilimkurgu öyküleri okumayı sevenlerin sınır çizgisini aşarak içindeki öykülerle tüm okuyuculara hitap eden İLK kitabı raflardaki yerini alır almaz önemli bir yere konumlanıyor. 

21 yazarın kaleminden 21 bilimkurgu öyküyle edebiyatımızın değerli ve nitelikli kalemlerini bir araya getiren kitaba öyküleriyle katkıda bulanan Feyza Hepçilingirler ve Afşin Kum ile söyleşi yapmanın mutluluğunu yaşıyorum. Çok sevdiğim, minnettar olduğum Feyza Hepçilingirler’in edebiyatımıza ve dil bilgimize kazandırdığı birbirinden değerli  kitapların  ve yeni nesil bilimkurgu türüne yazdığı kitaplarla önemli kilometre taşları ekleyen Afşin Kum ile anne-oğul olarak böyle bir seçkide buluşmuş olmalarının da heyecanıyla söyleşi yapmak, heyecanlarını onlarla paylaşabilmek mutluluğumun sebebini açıklar diye düşünüyorum. Bu çok güzel söyleşi için buyurun lütfen. 

Aynur Kulak: İthaki Yayınları Pangea Kitaplığı tarafından yayımlanan İLK isimli bilim-kurgu öykü seçkisi içinde Moral Ölçme ve Değerlendirme Merkezi öykünüz ile yer alıyorsunuz. Tamamı yerli yazarların öykülerinden oluşan böyle bir seçkinin içinde yer alma süreciniz nasıl gerçekleşti? 

Feyza Hepçilingirler: İthaki’ye minikler için bir öykü kitabı yazmıştım: “Bay Baykuş ile Bilge Kuş”. O vesileyle tanıştık Burak Bey’le. Tanışmamış olsaydık büyük olasılıkla bir bilimkurgu seçkisi için benden öykü istemezdi. Önerisini alınca aklıma ilk, “Bağışlayın, çok isterdim ama…” diye öneriyi geri çevirmek geldi, gerçekten çok işim vardı. Ama iyi ki demedim. Çünkü Burak Bey’e öyle demek yerine kendime, bildiğiniz çeviri Türkçesiyle, “Neden olmasın?” diye sordum. Bilimkurgu öykülerim vardı ama uzun zamandır bu alan üzerinde düşünmüşlüğüm yoktu. Sanırım, gençlere özgü olduğunu varsayıp bir adım geri durmayı yeğlemiştim. Öneri gelince hem kendimi yenilemiş hem de gençlerle arama bir mesafe koymuşsam onu kısaltmış olurum, diye düşünüp yazmaya karar verdim. 

Moral Ölçme ve Değerlendirme Merkezi moralimizin hiç kalmadığı böyle bir çağda (içinde bulunduğumuz pandemi sürecini de düşünürsek) “moralimizi ölçen” bir merkez olarak karşımıza çıkıyor. Öykü kafanızda nasıl oluştu? Siz bilim-kurgu dünyasında kaleme alıyorsunuz böyle bir öyküyü fakat cidden böyle bir merkeze ihtiyacımız olduğu gerçeği  de var. Ne dersiniz?

F.H: İnsana belli bir direnme gücü, yaşam mücadelesini sürdürme gücü verebilecek bir merkeze, hele şimdilerde, korku ve panik içinde yaşadığımız, her an ölüm haberi alıp kendimizde hastalık belirtileri aradığımız bu günlerde haklısınız, çok ihtiyacımız var. Gerçekler artık avutmuyor kimseyi. Gelecekle ilgili parlak düşler kurulan günleri yaşamıyoruz; tam tersine bir uğursuzluk beklentisi içindeyiz. Oysa yarım yüzyıl kadar önce gelecekle ilgili beklentiler bambaşkaydı. İnsanoğlunun kendi hatalarından ders alacağı, yaşam kalitesinin giderek yükseleceği, her anlamdaki geriliğin ortadan kalkacağı bir dünya hayali ve böyle bir dünyayı var edebilecek güce sahip olduğuna inanan bir gençlik vardı. Ulaşılan nokta, o hayallerin gerçekten de “hayalden ibaret” olduğunu kanıtlamaktan öteye gitmedi. Savaşlar, faşist yönetimler, insanoğlunun  egemen olacağım derken, doğanın bütün dengelerini altüst etmesi, bilim dışında avuntu aramalar… Bugünden geleceğe bakınca da bu eğilimin artarak süreceğini varsayan bir öykü tasarımı oldu benimki. Bir yanda her türlü bilimsel gelişme boyut kazanırken öbür yanda bu gelişmelere ayak uyduramayan büyükçe bir kesimin cahillikten cahilliğe savrulmasının; fal, büyü vb. bilimdışılığa sığınmasının karşıtlığı… Önümüzdeki yılların gündelik yaşam kurgusunun da bilimden geçmeyeceğini görür gibiyim.  Bu yüzden kısa erimli bir gelecekte ilkel düşüncenin egemen olacağı bir dünyayı öngördüm. Demek istediğim benim “Moral Ölçme ve Değerlendirme Merkezi” bilim karşıtlığını vurgulamak için duruyor orada. Keşke gereksindiğimiz morali verecek bir gücü olsaydı… Ama yok!  

Öykünün merkezindeki karakterler bir profesör ve ona hayran bir öğrenci. Profesöre öyküde geçen şu çok önemli soruyu sorduruyorsunuz: “Teknolojinin insan klonlamayı başardığı günümüzde hangi moral değerler göz önüne alınacak, hangi erdemler vazgeçilmez kabul edilecektir?” Evet, gerçekten de teknolojik ilerlemenin zirvesi olarak adlandırılan “İnsan Klonlama” meselesinde atladığımız, üzerine hiç düşünmediğimiz şeyler (değerler, duygular) var. Profesörün de sorusunu göz önünde bulundurarak ne dersiniz? Teknolojik ilerlemeler böylesine almış başını giderken, nelerden vazgeçmemeliyiz?  

F.H: Teknoloji uğruna insanı gözden çıkarmamalıyız. Teknolojinin salt teknoloji bayrağını yükseltmek için değil, insan için, hatta yalnız insan için de değil, barış için, huzur için, dünya için olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamalıyız. İnsanın mutluluğunu ve huzurunu sağlamayacak, doğadaki dengeleri gözetmeyecek bir teknolojinin kime ne yararı olabilir? Var olan insan soyunu “ehlileştirmeden” klonlanmış insanlar oluşturmanın belli alanlarda işlevsellik kazanacağına kuşku yok ama insanoğluna hep peşinde koştuğu şeyi, mutluluğu getirmeyeceği de ortada. Moral değerlerden vazgeçmemeliyiz. Ahlaktan, iyi insan olmaktan, yalnız kendi duygularımızı önemseyen değil, başkalarının duygusal beklentilerini de hesaba katan, duyarlı varlıklar olmaktan vazgeçmemeliyiz. 

Öykünüzde Moral ve Değer kavramalarını yan yana getiriyorsunuz. Bilim-kurgu içinde farklı iki kavramla yüz yüze getirilmek istendiğimizi düşündüm. Bilim-kurgu böylesine teknolojik bir siber çağ kurgusu içerisinde yaşadığımız düşünülür ise, kavramlar üzerinden yüzleşmelerimizi en iyi anlatabilecek tür olabilir mi? Ne dersiniz?  

F.H: “Teknolojik siber çağ” diye tanımladığınız günümüzde insan artık ahlaki değerlere bağlılık, ruh kuvveti ya da eskilerin kısaca “maneviyat” dediği inanç dizgesinden yardım ve destek görebilecek durumda değil. İnancını yitiren ve zorla inançlı kılamayacağınız insana tutunacağı sağlam bir dal veremeyeceğiniz de ortada. Onu yeniden bütün olumlu beklentileri için göklere el açan bir konuma getiremeyiz. Kısacası, değişen yalnız teknoloji değil. Eskinin her şeyi ilahi bir gücün yönettiğine inanan “mütevekkil” insanı da yok artık. Yarının insanına onu ayakta tutacak başka ve yeni bir değerler sistemi yaratmak gerek. Yani gerçekten moral yanını güçlü kılacak bir tutamak. Bunu tek başına bilimkurgu yapamayacağı gibi, bütün dallarıyla ve bütün zenginliğini ortaya dökerek sanatın yapabileceği bile şüpheli. Belki de daha kapsamlı, daha büyük bir sistem kurgusu gerekir. Siber çağın iyice sindirdiği insana, teknolojinin gücü karşısında ezilmesinin önüne geçmek için, kendisini birey olarak güçlü hissedeceği, onu direngen ve sağlam tutacak başka bir ortam lazım. 

Moral Ölçme ve Değerlendirme Merkezi iyimser bir distopya gibi geldi bana. Bilim söz konusu olduğunda -veya edebiyat içerisinde bilimin gerçeklerini kurgulamak söz konusu olduğunda-  her şeyi ölçebiliriz distopyasının iyimserliğinin yanı sıra, acı gerçeği  gibi de sanki bu öykü.  Bu anlamda seçkideki diğer öykülerden ayrılan bir tarafı da var. 

F.H: Distopya belki ama iyimser değil. Bugünün insanının bile doğaüstü güçlerden yardım ummasının akıl dışılığını düşünürken, insanın klonlanmasının gerçekleşebileceği geleceğin dünyasında hâlâ faldan, birtakım astral güçlerden, doğaüstü ve doğalın dışında yardımlar ummanın zavallılığını vurgulamaya çalıştım. Bilimle bilimdışının birbiriyle koşut gittiğini, hatta bilimin bir yanıyla bilimdışıyı kışkırttığını düşünüyorum çünkü. Bilimin sağlayamadığı iç huzurunu başka yerlerde ve başka şeylerde aramaya çalışıyor insanoğlu. Başka dillerde pek fazla kullanılmayan anlamıyla, “cesaretlendirme, maneviyatı yükseltme” anlamında kullandığımız “moral”, ne yazık ki ölçülebilen bir şey değil. Her şeyi ölçebileceğini sanan teknolojik kişiliğin, bu sanıyı nasıl ticari bir tuzak olarak karşımıza çıkarabileceğini bir karşıtlık dünyası kurgusuyla sergilemek istedim. Seçkideki diğer öykülerle buluşma noktası sanırım bu uğursuzluk beklentisi.  

Son zamanlarda bilim-kurgu, fantastik hikayelerde ciddi bir yazar grubu oluşmakta.  Bunu nasıl buluyorsunuz? Ve tabii yeri gelmişken bu seçkide genç kuşağın önemli temsilcilerinden oğlunuz Afşin Kum ile yer almak nasıl bir duygu? Böyle bir seçkide kuşaklar arasındaki geçişleri, etkileşimleri görmek açısından çok değerli bir ayrıntı, ne dersiniz?

F.H: Bilimkurgu, fantastik, polisiye, geleneksel edebiyatın dış çeperinde yer alan türler olarak kabul edilir genellikle. Oysa edebiyat yelpazesinin bu türleri de kapsamına alarak genişlemesi son derece sevindirici. Oğlumun bu kapıdan edebiyat dünyasına girmesinin benim açımdan ayrı bir anlamı var tabii ki… Bu kitap, bizim için de bir İLK. Ana – oğul ilk kez aynı kitapta yer alıyoruz. Bu açıdan sanırım bizim heyecanımız biraz daha farklı, biraz daha boyutlu. Okur buluşmalarında “Ailenizde sizden başka yazar var mı?” diye sorarlar bazen. En çok da çocuklar sorar. Ben yakın zamana kadar hep “Yok!” diye yanıtlardım bu soruyu. Gerçekten de yoktu. Şimdi göğsümü gere gere, “Var!” diyorum. “Benim oğlum yazar.” Bir anne için ne büyük gurur! 

Sizin Türk diline yapmış olduğunuz katkılardan söz etmeden bitirmek istemiyorum çünkü gerçekten bu anlamda çok değerli kitaplar kazandırdınız literatürümüze. Türkçe dilindeki tüm bozulmalardan, yeni çağı, çağın yaşama biçimlerini, dijital çağı ve oluşturduğu yeni dili (bilim-kurgusal düzlemden de bakarsak) teknolojiyi sorumlu tutabilir miyiz?  Sadece bozulma olarak da sormak istemiyorum aslında, dilin kazanımları oldu mu bu yeni bilim-kurgusal, teknolojik ifade biçimlerinden?

F.H: “Keşke…” demek istiyorum bu sorunuza bütün içtenliğimle. Keşke Türkçedeki savrulmaların kaynağı olarak çağın bilimsel gelişmelerini, dijitalleşmeyi, teknolojiyi sorumlu tutabilseydik. Keşke gerçek neden, bunlar olsaydı. Bilgisayar çağında Türkçe, başka pek çok dilin yapamadığını yaptı. Tek kişinin, değerli bilim insanı Aydın Köksal’ın çabasıyla bilgisayar terimi olarak, hiçbiri yadırganmayan binlerce sözcük türetti. Bilgisayar sözcüğü de içinde olmak üzere iletişim, bilişim, bilgi işlem, veri, veri tabanı, donanım, yazılım, çevrimiçi, yazıcı, bellek gibi iki bin beş yüzden çok sözcüğü dolaşıma soktu. Bundan büyük dilsel kazanım olur mu? Türkçenin yara almasına yol açan teknoloji ile gelen yabancı sözcükler değil. Yabancı dilde eğitim veren okullar büyük bir etki yaratıyor kuşkusuz. Orada yetişen gençler birtakım kavramların karşılığı olarak yalnızca İngilizcesini öğreniyor ve onu kullanıyor olabilirler. Ama bence asıl büyük neden, yaşamakta olduğumuz kültür değişiminin dilsel değişimi de birlikte getireceğine duyulan safça hoşgörü. Toplumda rol modeli oluşturabilecek bir kesim tarafından yaşam biçimi ile taklit edilen ABD’nin dilsel olarak da takip edilmesi gerektiği sanılıyor. Kullanılan yabancı sözcük sayısı, çağı yakalamış olmanın göstergesi sayılıyor. Yalnız İngilizce değil elbette. Siyasal etkiler, doğudan, özellikle Arapçadan yeniden bir sözcük akınının yolunu açmış durumda. Ürkütücü olan, Türkçedeki yabancı sözcüklerin artması değil, bu sözcükler arttıkça bizim Türkçeyi doğru dürüst kullanamıyor olmamız. 

***************

İthaki Yayınları Pangea Kitaplığı tarafından hazırlanan İLK isimli, yerli yazarların öykülerinden oluşan, bilimkurgu öykü seçkisi içinde Yeni Hayat Dükkânı öykünüz ile yer alıyorsunuz. Süreci biraz anlatır mısın? Nasıl dahil oldunuz ilki gerçekleştirilen böyle bir seçkiye?

Afşin Kum: Kitabı yayına hazırlayan sevgili Burak Albayrak’ın davetiyle bu seçkiye dahil oldum. Bir süredir aklımda dönüp duran bir temanın, kitabın konusuyla örtüşmesi şanslı bir tesadüf oldu. O sayede, seçkide yer alan Yeni Hayat Dükkânı öyküsünü zevkle ve hevesle yazdım. Farklı kuşaklardan seçkin yazarlarla birarada bulunmak mutluluk verici.

Yeni Hayat Dükkânı öykünüz artık işlevsiz olan, terk edilmiş büyük bir AVM’de geçiyor. Kişiler arası “ruh transferleri” gerçekleştiren bir doktor, bu transferleri AVM’nin altındaki terk edilmiş akvaryumda yaşayan balina üzerinden yapıyor. Mekân olarak terk edilmiş bir AVM ve insana en yakın memeli tür olan balinanın ana hikâye içerisinde yan unsur olarak kurguda yerini almalarını sormak istiyorum.  Çünkü aynı zamanda ana unsur da diyebiliriz bu iki metafor için. Böyle bir öyküyü oluştururken ana noktaya ne koymak istediniz, öykünün odağında ne tür bir izlek söz konusu?

Afşin Kum: Balinalar ve yunuslar, insanınkini andıran üstün bilişsel becerilere sahipler ve bu beyinlerinin büyüklüğüne de yansıyor. Balinagillerin beyinlerinin veri depolamak için kullanılması, William Gibson’un Johnny Mnemonic öyküsünde, ve sanırım ondan esinle Luc Besson’un 5. Element filminde geçiyor. Bu fikri, dijital olmayan, tümüyle organik bir teknolojinin bir öğesi olarak kullandım. Öyküde, beyinde depolanan bilgi, hiç dijitalleştirilmeden, göbekbağına benzer organik bağlantılar aracılığıyla balina beynine ve oradan geri insan beynine akabiliyor. Öykü, bu teknolojinin, hukuki olarak baş edilemez sorunlara yol açtığı için tümüyle yasaklandığı bir zamanda geçiyor. Ruh transferi ancak yasadışı ve gizli olarak yapılabiliyor. Terk edilmiş AVM hem bunun için ideal bir mekân, hem de öykünün karanlık atmosferi için uygun bir arka plan oluşturuyor.

İleride belki de uçan arabaları, ışınlanan insanları görebileceğiz fakat “ruh transferi” nasıl mümkün olabilir diye düşünüyor insan, çünkü duygular devreye giriyor, tüm yaşam, insana dair her şey. Fakat bilimkurgu öyküler işte tam da bundan dolayı var diyebilir miyiz? Ütopik veya distopik olarak hayal edemeyeceğimiz şeyleri bizlere düşündürdüğü için çok özel bir tür diyebilir miyiz bilimkurgu için?

Afşin Kum: Benim, öyküde “ruh transferi” olarak andığım, başka mecralarda bilinç değiş tokuşu veya vücut değiş tokuşu da denilebilen hikâye unsuru, bilimkurgu ve fantazyanın en eski ve en sık kullanılan temalarından biri. İnsanlık durumunun derinliklerine inmek için bereketli bir araç olduğundan, çeşitlemeleri de tükenecek gibi değil. Üstelik, çok yakın gelecekte olmasa da, ulaşılması gayet mümkün görünen bir teknoloji bu. Kişiliğimizi oluşturan her şey beynimizde saklı, buna duygular da dahil. Ama duyguların asıl işlevi, insanın vücudunun, ya da tabiatının ihtiyaçlarını, arzularını öne çıkarmak. Dolayısıyla vücut değiştiğinde duyguların da yeni vücuda göre bir değişime uğraması beklenebilir. İnsan ruhu üzerine fikir üretmek açısından olanaklar açan bir mevzu. Bilimkurgu zaten bunları olanaklı kıldığı için ilginç bir tür.

Teknolojik ilerlemelerin, dijitalleşmenin inanılmaz boyutlara gelmesi fakat insanın mutluluktan daha da fazla uzaklaşması -Yeni Hayat Dükkânı’nda olduğu gibi- bir gün ruhlarımız değiştirilse de bazı hızlı gelişmelere karşılık çoğu güzel duygumuzdan hızla uzaklaşıyor olmamız bu çağı yapay kılıyor olabilir mi? 

Afşin Kum: Günümüzün ve muhtemelen yakın geleceğin insanını tanımlayan en belirleyici niteliklerden biri tatminsizlik. Bu çağın çocukları, “özel” oldukları söylenerek yetiştiriliyorlar. Çok önemli, çok başarılı ve aynı zamanda (nasıl olacaksa) çok kendine özgü olma baskısıyla mutsuzluğa sürükleniyorlar. Tüketim toplumunun çarpık ideolojisinin kurbanlarıyız. O yüzden, bize başka kimliğe, başka vücuda geçme şansı verilse, çoğumuz sırf bitmek bilmeyen tatminsizlik duygusuyla baş edebilmek için bunu isteriz gibime geliyor. İnsanı öne çıkaran, bireye değer veren fikirlerin, ideolojilerin, toplumsal barışa ve mutluluğa daha çok hizmet edeceğine inanıyoruz, ama gerçekte insan kendini ne kadar önemli ve değerli görürse, yaşadığı hayatı kendine yakıştırması da o kadar zorlaşıyor. Ortada çelişkili bir durum var gibi ama nasıl çözüleceği konusunda bir fikrim yok.

Anneniz Feyza Hepçilingirler ile böyle bir seçkide  yer almanız, sizleri yan yana görebilmemiz açısından çok değerli, ne dersiniz? 

Afşin Kum: Annem, malumunuz, öykü sanatının büyük ustalarından biri. Kırk yılı aşan bir edebiyat serüveni var. Buna rağmen farklılıklar denemek konusunda her zaman hevesli olmasını  çok seviyorum. Onunla aynı seçkide yer almak heyecan verici.

  • İLK
  • Yazar: Kolektif
  • Türü: Bilimkurgu
  • Baskı Yılı: 2021
  • Sayfa Sayısı: 248 Sayfa
  • Yayınevi: İthaki Yayınları
Aynur Kulak
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

221B Polisiye Festivali Geliyor!

Read Next

Institut Français Türkiye, Fransızca Çeviri Ödülleri’ni Başlattı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *