Gerisi Pek Mühim Değil sokağı, edebiyatla dile getiren, birbirine kenetlenen cümlelerle hayalinizde değil, gözünüzün önünde bir farkındalık dünyası yaratacak, okunması tavsiye bir ilk roman.
Kağıttan gemiye binip, sonu görünmeyen bir akıntıya doğru yol alışın hikayesi duyuluyor arka sokaklardan.
“Dürbünün menzilinde önce semt, sonra kara bir çarşaf misali uzanan deniz, sonra yer kabuğu fakat başka insanlara ait bir yer kabuğu vardı. Her daim buradan daha güzel olacağına, orada daha mesut olunacağına inanılan yer kabuğu”
Sanki geçip karşımıza, çekip iskemleleri altlarına, günlerce anlatmak istiyorlar derin boşluklarını. Hani yaşamın özünü kavramaya çalışırken, her birimizin içinde debelenip durduğu o boşluklar.
Kara, Hırsız, Kadife.
Yitik bir mahallenin içinden evrene doğru yayılan varoluşçu savaşın umutkar neferleri.
Annesinin gönülden dualarıyla besleyip büyüttüğü, her yaktığı sigaranın ciğerine dolan dumanıyla tükenmişliğe bir adım daha atan Kara, yüreğini bir lisenin çıkış kapısına bağlayıp, sokak duvarlarını sevda sözlerine bulayan Hırsız, yaşam sancısını, bir kadının şehvetli ve şefkatli kollarında dindirmeye çalışan Kadife.
“Sonuçta bazı delikanlıların hayat felsefeleri, teneşirin gölge düşmez tarafında, sevişmeleri birkaç cinayete aşina sokak aralarına serpilmiştir.”
Hayata tutunma öyküsü
Onur Güzeldiyar’ın ilk romanı ‘Gerisi Pek Mühim Değil’, varoşların bağrından kopup gelen, bir hayata tutunma öyküsünü anlatıyor bizlere.
Her doğan gün içinde, ayakta kalabilme felsefesiyle yoğrulan, görünmezlik ve ezilmişliği şiddet ile bastırmaya çalışan, bağrında filizlendikleri semtin kalbini, yalnızlıktan tekleyen kalplerinden daha fazla dert edinen, çaresizlikleri nefeslerini keserken, onlar için bileklerini kesecek dostların var olduğunu bilen semt delikanlılarıyla tanışma şerefine nail oluyoruz burada.
“Emin olun, arınma çabamız Katolik ahlak anlayışından bile daha ısrarcıdır. Ve fısıltılarımızı bizde bir mana olduğuna inanan kardeşlere, ağabeylere, babalar ve annelere ulaştırıp şifresini sunabiliriz. Neyse ki ölümle aramızdaki o tatlı iletişimi koparmaya niyetimiz yok. Adrenalin, sevdiğimiz kafa yapıcı maddelerin en önde geleni ve bu tür mevzuların içinde en cömertidir. Hayatın parçalanması üzerine birkaç cümle söylemek, dosdoğru bir tavır takınmak isterdik, lakin kafamız dağılmış olabilir, arada sözü çürük muz kokusuna teslim edip, bulduğumuz bir aralıktan sıvışıp kaybolmak istiyoruz aslında. Bizler her şey karışsın ve parçalansın istiyoruz. Nezaket bir deniz ise dibi boylamak, ortada bir hata varsa bedelini ödetmek istiyoruz. İnsanın kör bir dilenciye öfkelenmesi nedir bilin artık.”
Kitap; kaybedişlerin, şiddetin, çaresizliğin, yine de inancın içinde, semte bağlılıkları aşikar olan, kayıp ama umutlu gençlerin; sadece ayakta kalma değil, aynı zamanda ayakta tutma mücadelesini anlatırken, aslında çok iyi bildiğimiz, üstümüze yapışıp kalmış, bir türlü terk etmek bilmeyen bazı hisleri hatırlatıyor bize.
Neye olduğunun önemi olmayan kuvvetli bir inanç, o inancın boy verip uzandığı bir hedef, büyüme evresine giriş, önce biraz bekleyiş, devreye giren umut, sonra yer yer hayal kırıklıkları, tıkanıp kalan gelişme aşaması, biraz daha bekleyiş, sonra biraz daha hayal kırıklığı ve nihayet; öngörülen ama kabullenmek istemediğimiz o ‘son’lar.
Hayatın içinden bir hikaye ile buluştuğumuz kitapta, yazarın kullandığı dil; hikayenin gözlemler üzerinden kurgulanan bir metin değil, bizzat kendi dünyasının tezahürü olduğunu hissettiriyor okura. “Onların değil, bizim hikayemiz” diyor bir nevi.
Sokağı, edebiyatla dile getiren, birbirine kenetlenen cümlelerle hayalinizde değil, gözünüzün önünde bir farkındalık dünyası yaratacak, okunması tavsiye bir ilk roman.
|
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı - 4 Mart 2019
- Saramago’dan eşsiz bir yolculuk hikayesi: Filin Yolculuğu - 18 Temmuz 2018
- Çölün kıyısı, var olmanın müthiş ağırlığı: Yedi Taş - 19 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI