Kübizmin Edebiyatı: Üç Yaşam

Hayatları sadece çalışmakla geçmiş, ilişkiler konusunda talihsizlikler ve mutsuzluklarla boğuşmuş bu karakterler, zaman geçtikçe omzundaki yükleri taşıyamaz hale gelmiş ve solup gitmişlerdir. Yani, Anna, Melanctha ve Lena, pek yakından tanıdığımız kadınlardır.

Gertrude Stein’ın Üç Yaşam’ı, hayata tutunmaya ve kendilerini görünür kılmaya çabalayan üç kadının öyküsünü konu alıyor.

İyi Anna, Melancta, Nazik Lena

DeliDolu Yayınları etiketiyle çıkan ve üç ayrı bölümden oluşan kitap, Anna’nın yaşam öyküsü ile başlıyor.

Anna, 40 yaşlarında, alt orta sınıfa mensup, Güney Alman soyundan gelen bir kadındır. O, Bayan Mathilda’nın küçük evinin tamamını idare eden bir hizmetçidir. Bu ev; Anna, yardımcısı, sokak kedileri ve köpeklerinin bulunduğu ve bir de Anna’nın otoriter, söylenen, çekip çeviren sesiyle dolu bir yerdir. Etrafında tüm mallarına sahip çıkıp ilgilenen İyi Anna varken, hayat rahat ve tembel Mathilda için çok kolaydır.

Bu hikayede olay örgüsünün bazı anlarında, kadının toplumsal konumuna dair eleştirilerle karşılaşırız.

Anna’ya göre bir şeyin vakti geldiğinde aniden kısa ve öz bir şekilde yapılması gerekir ve ‘bir kadının yapması gereken doğru şey’in ne olduğuna dair, temelden geleneksel ve çelikleşmiş bir dünya görüşü vardır. Hiçbir güç, bir akşam olsun salonda keyif yapmasına neden olmaz. Mathilda ile uzun konuşmaları sırasında asla oturmaz. ‘Kadın dediğin böyle olmalıdır’ ve hem saygılı olmak hem de yemek yapmak konusunda her zaman bir kadın gibi davranmalıdır!

“Görüyorsunuz Anna’nın meşakkatli ve sıkıntılı bir hayatı vardı”

Anna’yı tanıdıkça, hem saygı hem de yer yer öfke duyduğumuz bir karakter olarak canlanır gözümüzde.

Gelelim Melanctha’ya…

“Bu kadar hüzünlüyken nasıl yaşamaya devam edebileceğini düşünüyordu sık sık”             

Melanctha Herbert, gördüğü her şeyi isteyen ve bu sebeple elindekileri de kaybedip duran bir kadındır. Melanctha her zaman çok fazla ve çok sık sever, ancak o başkalarını bırakmazken kendi hep terk edilmiştir. Her zaman gizemli hareketler, inkarlar, belirsiz kuşkular ve karmaşık hayal kırıklıklarıyla doludur. Sonrasında fevri ve kontrolsüz davranır, acı çeker ve bu baskı altında güçlü olmaya çalışır. Çocukluğu boyunca babasını, annesini ve kendini de sevmemiş ve o döneme dair aklında kalan tek şey acı dolu anılar olmuştur.

Melanctha’nın bilgi ve güç adına sahip olduğu tek şey erkeklerdir. Çocukluğunun sonlarından itibaren erkeklerle ilgilenmeye, onları izlemeye, ilişki kurmaya ve bu şekilde onlar hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıştır. Artık genç bir kadın olduğunda, bir zaman, hasta annesini tedavi eden Doktor Jefferson Campbell ile aralarında ağır ve sorunlu denilebilecek düzeyde bir ilişki gelişmeye başlar.

Burada ikili arasındaki bir diyalog, açıklama için yeterli olacaktır:

-Söylediklerinizle ne kastettiğinizi kesinlikle anlıyorum. Böyle söyleyerek herhangi birini sevmenin doğru olduğuna kesinlikle inanmadığınızı anlıyorum Doktor Campbell.

-Tabii ki inanıyorum Bayan Melanctha, sevgiye kesinlikle inanıyorum, herkese karşı iyi olmaya, herkesin neye ihtiyacı olduğunu anlamaya çalışmaya ve onlara yardım etmeye inanıyorum.

-Ah sevginin bu halini çok iyi bilirim Doktor Campbell ama bu kesinlikle benim kastettiğim sevgi değil. Ben gerçek, güçlü, ateşli sevgiyi kastediyorum Doktor Campbell, sizi seven biri için size her şeyi yaptıran sevgiyi.

-Bu çeşit sevgi hakkında henüz pek bir şey bilmiyorum Bayan Melanctha. Görüyorsunuz ya ben hep böyleyim bayan Melanctha.

Melanctha’nın çelişkili hayatı içinde gezindikten sonra, son hikayenin başrolü olan Lena ile tanışırız:

Lena da Anna gibi hizmetçilik yaparak hayatına devam eder. Tek fark, Lena ailesi tarafından, onu evlendirmeye çalışan halası Mathilda Haydon’un evine gönderilmiştir. O da Anna gibi parasının tamamını biriktiren, fakat nasıl harcayacağını hiç düşünmeyen biridir. Mathilda, Lena’yı sever çünkü o ne derse onu yapar, asla başına buyruk davranmaz. Halası, onu evlendirmek için girişimlere başlar ve bu iş için en uygun adayın, Herman Kreder olduğuna karar verir.

Herman, anne babasının sözünden hiç çıkmayan ve kadınlardan pek de haz etmeyen bir adamdır. İkisi de evlenmeyi istemez ama emre itaat etmeleri gerektiği için, bu işe tamam derler. Ancak Herman, düğünden önce şehir dışına çıkıp, planları alt üst eder. Bu dönem Lena için oldukça üzücü geçer.

Herman bir hafta sonra döndüğünde, babası ve kız kardeşinin ikna etmesiyle birlikte, evlilik planına kaldığı yerden devam ederler.

Zaman içinde Lena solgunlaşmaya, bir süre sonra da hastalanmaya başlar. Herman’ın annesinin onu sürekli azarlaması ve yok sayması bunda büyük pay sahibidir. Herman da karısı Lena’yı hiçbir zaman umursamamış, ilgisini çeken tek şey çocukları olmuştur.

Farklı kadınların farklı hikayeleriyle buluştuğumuz Üç Yaşam’da, her öykünün sonuna doğru gözümüze çarpan birleştirici bir vurgu var: hastalıklar ve sonucunda ölüm. Hayatları sadece çalışmakla geçmiş, ilişkiler konusunda talihsizlikler ve mutsuzluklarla boğuşmuş bu karakterler, zaman geçtikçe omzundaki yükleri taşıyamaz hale gelmiş ve solup gitmişlerdir. Yani, Anna, Melanctha ve Lena, pek yakından tanıdığımız kadınlardır.

Neticede bu üç kadın, toplumsal hayatta sönümlenmiş, yok sayılmış ve buna mecbur bırakılmış her kadının temsilcisi rolünde çıkıyor karşımıza. Gelenekselliği son derece baskın bir karakter olarak yaratan kitap, ‘ilkel’ olarak tanımlayabileceğimiz bir dille de bütün süslerden sıyrılmış ve kelime tekrarlarıyla, ağır edebi anlatım tarzını reddetmiş bir yapıt özelliği taşıyor.

Modernist edebiyatın öncü isimlerinden Gertrude Stein’ın edebiyatın kilometre taşlarından biri olarak görülen ve birçok yazara ilham veren kitabının en çarpıcı özelliği; 20. yüzyılda Empresyonizm (İzlenimcilik) akımına bir tepki olarak ortaya çıkan ve sanatta köklü değişimler meydana getiren Kübizm akımının resimde gerçekleştirdiğini, edebiyatta var etmeye çalışması. Nesneyi, sadece görünen şekli ile değil görünmeyen tüm yanları ile ile ele almayı benimseyen Kübizm ile yoğrulmuş Stein’ın bu kitabı, yayımlandığı dönemde ilgiyle karşılanmış ve olağanüstü bir gerçekçilik ürünü olarak nitelendirilmiştir.

Benimsediği tarzla birçok yazarı etkilemiş olan Gertrude Stein, aynı zamanda, E. O. Neill, Fitzgerald ve Hemingway gibi Amerika’nın geleneksel değerlerinden yüz çevirmiş yazarlar için ‘yitik kuşak’ tanımlamasını kullanan ilk yazardır.

    • Üç Yaşam
    • Yazar: Gertrude Stein
    • Çeviri: Gökçe Yavaş
    • Türü: Roman
    • Baskı Yılı: Ekim 2017
    • Sayfa Sayısı: 284 Sayfa
    • Yayınevi: DeliDolu Yayınları

Derya Doğan
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Nazi Subayının Karısı

Read Next

Tepki çeken yazıya ilişkin dergi ve yazardan açıklama

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *