77. Yılında Köy Enstitüleri ve Bir Bibliyografya Yoklaması; Bir çağrı

Denizli Kitap Fuarı’nda, naif, sevimli bir kitaba rastladım; “Köy Aşkının Meyvesi – Köy Enstitüleri” adını taşıyan bu kitabın yazarı Ramazan Zeybek. Tahmin edileceği kendisi bir “enstitülü”.

31 Mart – 9 Nisan tarihleri arasında düzenlenen Denizli Kitap Fuarı’nda, naif, sevimli bir kitaba rastladım; “Köy Aşkının Meyvesi – Köy Enstitüleri” adını taşıyan bu kitabın yazarı Ramazan Zeybek. Tahmin edileceği kendisi bir “enstitülü”. Denizli’nin Çal İlçesi, Sakızcılar köyü, 1933 doğumlu. 1949 yılında Gönen Köy Enstitüsüne girmiş. Enstitü olarak girdiği okuldan “İlk öğretmen okullu” olarak mezun olmuş. Kitabında, hem kendi kişisel deneyimleri var, hem de enstitülerin genel anlamda geçirdiği evreler ve yazarın değerlendirmeleri.

Bu ve benzeri kitaplar, alanıyla olan ilgisin dışında, özel deneyimler, olaylar, yaşanmışlıklarla birlikte bir tarihi barındırıyor. Bu anlamda birer sözlü tarih kaydı niteliğine de sahipler. Bu konudaki, özellikle kişisel deneyime dayanan kitapları incelediğimizde göze çarpan pek çok özellik var: Sınırsız bir romantizm, sınırsız bir sevgi ve hayranlık, sayısız hayaller, düşler, farklı dostluklar, olağanüstü bir özverili çalışma süreci ve bir kardeşlik dünyası… Ramazan Zeybek ve onun gibi “enstitülü” eğitimcilerin yazdıkları pek çok kitabın yanı sıra, Fakir Baykurt ( Unutulmaz Köy Enstitüleri) Talip Apaydın (Köy Enstitüsü Yolları) Mahut Makal (Köy Enstitüleri ve Ötesi) gibi adı iyi bilinen yazarlarımızın kitaplarında da aynı özellikleri görebiliriz.

Kitapların bu özellikleri dışında, söylenecek sayısız söz ve yapılacak pek çok değerlendirme var. Ayrıca bir de şu nokta önemli; enstitülü öğretmenlerin edebiyat yapıtları üzerinden bir “Köy edebiyatı” evresini yaşanmıştır. Bu durum, edebiyat tarihi açısından oldukça ilginç bir evredir. Bu dönemi başlatan Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” (1950) romanının, 1966 yılında Unesco ödülü alması önemlidir: Ancak, ana akım edebiyat dünyası bu evreye biraz istihza ve biraz da “öteleme” ile bakmıştır.

Başta Attila İlhan olmak üzere bazı aydınların, dünya ölçeğinde önemli bir eğitim deneyimi olan köy enstitülerine olumsuz bakışları ise, bana göre en hafif deyimiyle “gaf” olarak değerlendirilmeli. O zamanlar henüz moda olmayan, şimdiki adıyla “kültürelci” bir anlayışın ürünü olan bu tür değerlendirmeleri de henüz yeterince tartışmadık.

Külliyat ya da bibliyografya

Yukarıdaki değerIendirmeler bir yana, belirttiğimiz gibi, bana göre dünya ölçeğinde çok başarılı bir eğitim deneyimi olan köy enstitüleri ile ilgili bibliyografyanın da, deneyimin değerine göre oldukça yetersiz olduğunu söyleyebiliriz.

Öncelikle, dünya ölçeği derken, bu soyut bir değerlendirme olmayıp, kişisel deneyimlerimizden çıkardığımız bir sonuçtur… Başka bir deyişle, alandan gelmekten ileri gelen bir sonuçtur. Enstitüler kapatılıp, önce İlk Öğretmen okulu, arkasından Öğretmen lisesi yapıldı. İşte, ben de bu okullardan birisinde öğrenci oldum. Kapatılmanın üzerinden tam 21 yıl geçtikten sonra, 1974 yılında Ortaklar Öğretmen Lisesi’ne girdim. Buradaki eğitim deneyimi, daha sonraki dönemlerdeki uygulama ile karşılaştırdığımızda, artık şimdiki zamanda hayalini kurmanın bile olanaksız olduğu bir hayal olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Bu okullardaki eğitim-öğretimi, bir bakıma bir politeknik eğitimi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Öyle bir politeknik eğitim ki, ülkenin dönemine, koşullarına ve yerel ihtiyaçlara göre belirlenmiştir. Sonuçları itibariyle başarılı olmuş bir eğitim deneyimidir.

Halk için, hatta ülke insanları için çok doğru ve başarılı olmasını, Soğuk Savaş şartları ve koşulları nedeniyle ortadan kaldırılmasıyla bile anlamak olasıdır!

Bu önemli deneyimle ilgili olarak ne yazık ki, bibliyografımız çok doyurucu değil. Gerçi hangi alandaki bibliyografya ya da literatür doyurucu diye sorulabilir. Ancak buradaki özellik, olayın kahramanlarının da yazıyla kitapla iç içe olması, pek çok öğretmenin bu okullardan aldıkları eğitimle birlikte şair ve yazar kimliğiyle tanınmış olmaları, yüzlerce binlerce eli kalem tutan enstitülünün az ya da çok yazıya da emek vermiş olmasıdır. Buna karşın değindiğimiz zayıf bibliyografya ve yeterli olmayan akademik-entelektüel çalışmalar için kestirmeden bir neden söylemek gerekirse; ülkenin ortalama kalitesiyle ilgili bir durumdur.

Sadece enstitü çerçevesinde değil, genelde eğitim meselesinde de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Cumhuriyet modernitesi için de çok önemli bir başlık tutan eğitim ile ilgili iki temel bakıştan söz edilebilir: Muhafazakâr bakış ve yenilikçi bakış. Her iki bakışın daha çok politik kaygı ve yaklaşımları dışında, yeterli araştırmanın yapıldığını ve yeterli telif eserlerin oluşturulduğunu söylemek zor.

Mevcut alfabeyi değiştirmek, dünya ölçeğinde sık rastlanan olaylardan değildir. Bu önemli bir tarihsel karar ve örnektir. Matbaanın Avrupa’da uygulamaya konmasıyla başlayan kitap uygarlığı ve bunun kurumsal alt ve üst yapısını da oluşturduğu yaklaşık beş yüz yıllık tarihsel yolculuk ve elde edilen mesafe, Cumhuriyet ile birlikte, çok hızlı bir koşu ile alınmak istenmiştir. Bu ve benzeri önemli deneyimler, konu başlıkları da enstitü tartışmasının içindedir. Bu açıdan da, en azından bu alandaki bibliyografya çalışmasını yapmak gerekmektedir. Çok görkemli genel tarihimize karşın(!) eğitim tarihimiz o denli görkemli değil! Eğitim sorununun hep gündemde olmasına ve sürekli tartışılmasına karşın, kitap uygarlığımızın verileri bu alanda da zayıftır.

Alanın kurumsal temsilcileri

Halen enstitü konusunda, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Köy Enstitüleri Araştırma ve Eğitimi geliştirme Derneği, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği gibi kuruluşlar çalışmalar yapmaktadır. Ortaklar Öğretmen Okulları – Adabelenliler Derneği gibi her okulun kendi derneği de olanca olanağı ile varlık göstermektedir. Yine, bu kuruluşların yeterli olduğunu söylemek zor. Bu sayılanlardan, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı’nın internet sitesindeki verilere göre (koyenstitülerivakfi.org.tr; 17.04.2017) kitap, makale, yayın gibi farklı türlerdeki toplam kaynak sayısı 227 olarak yer almakladır. Rastladığımız, listesi en kalabalık sitenin bu olması, yukarıdan beri dile getirdiğimiz yetersizlik görüşünü doğrulamaktadır.

Şimdi, bir çağrıda bulunuyoruz: Bu konuda yazılmış her türlü yazılı kaynağı bir araya toplayan, sağlıklı/tam bir bibliyografya/literatür/kaynakça/külliyat çalışması yapmak gerekli. Bu anlamdaki, her türlü yayın, kitap dergi, sempozyum kitabı ve başkaca ne varsa sabrikuskonmaz@speronline.com adresinde iletilmesi çağrısında buluyoruz.

Bir özeleştiri yapmak gerekirse, enstitülü öğretmenimiz Ramazan Zeybek’in, yazının başında andığımız kitabına Denizli Kitap Fuarı’nda rastlayıp almasaydım, sorunun varlığı benim de dikkatimi çekmeyecekti. O kültürden olmama karşın!

Kısaca enstitüler

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında çıkarılan bir kanunla kuruldu. 27 Ocak 1954 yılında çıkarılan bir kanunla da kapatıldı. Daha doğrusu, adı, içeriği, eğitim yöntemi… tamamen değiştirildi. Ancak, kısa sürede öylesine bir köklü etkisi olmuştur ki, adı ve müfredatı değişse bile, o mekânlarda enstitü oluşan gelenek/kültür yıllarca devam etti. Yukarıda belirttiğimiz gibi bizzat kendimiz bu kültürün canlı bir tanığı olma şansına sahip olduk.

Enstitüler eğitime 1940’da başlamış olsalar da, eğitim meselesi Osmanlı zamanında da gündemde olduğu gibi (Köy Enstitüsü Sistemine Toplu bakış, Dr. Niyazi Altunya, KAVEGY. İstanbul 2009,  2. Baskı) Cumhuriyet’in de hep gündeminde olmuştur. Köye öğretmen yetiştirmek konusunda ilk denemeler 1926’da Denizli ve Kayseri’de “Köy Muallim Mektebi” olarak başlatıldı. Arkasından üç yıllık eğitim süresi olan “Eğitmenler” süreci gündeme geldi. 1937’de “Köy Öğretmen Okulları” uygulaması yaşandı. Sonrasında da enstitü dönemi. Yani hiçbir şey birden olmadı. Ülkenin tüm bölgelerine dengeli olarak dağıtılmış yirmi bir tane enstitü bu süreçte açıldı.

Kısa sayılacak deneyim sürecinde bu enstitülerden binlerce öğretmen, sağlık ve ziraat memuru yetişti ve köylerde çalıştı. Altunya’nın kitabından öğrendiğimize göre, (age, s. 27-29) bu sürede, 1398 kadın ve 15943 erkek öğretmen yetişti. Toplamda 17341 öğretmen eder ki, bu önemli bir saydır. Bu eğitim ordusuna, 1948’e kadar sürdürülen “Eğitmen” kurslarında yetiştirilen dokuz bin eğitmeni de katmak gerekir…Yine bu kısa sürede, kimi enstitüler de açılan sağlık kollarında 1599 sağlık memuru yetişmiştir. Ki uygulama 1943’de başlatılıp, 1951 sona erdirilmiştir. Az sayıdaki enstitüden bu sayı elde edilmişken, 1926-1945 arasında Sağlık Bakanlığı’nın yetiştirdiği sağlık memuru sayısı 905 olarak bildirilmektedir (Altunya, age. S. 29.)

Bu kurumların kuruluşu öncesinde ve kuruluştan sonra İlköğretim Genel Müdürü olan İsmail Hakkı Tonguç ve Mili Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in olağanüstü çaba ve katkısını, emeğini unutmamak gerekir. Nitekim uygulama budanmak istendiğinde önce bu iki isimden başlanmıştır. O zamana kadar, ilk köy romanımız sayılan “Kara Pürçek” bir yana, zihin dünyamız köy konusunda, Çalıkuşu, Yaban, Vurun Kahpeye üçgenine sıkışmış iken, enstitülülerin oluşturduğu külliyat yeni bir pencere açmıştır.

Bu pencereyi onarıp, güneş girecek bir aydınlığa kavuşturmak gerekmekte!

Not: Veri gönderimi için; sabrikuskonmaz@superonline.com veya 0532 296 33 48

Sabri Kuşkonmaz
Vinkmag ad

Read Previous

İkinci Dünya Savaşı’nın Gerçekliği; Rahip C.

Read Next

Ucunda Ölüm Var, gerçekten…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *