
Yazar toplam yüz yirmi üç sayfada, bir yalıtma/yalıtılma ve yalnızlaştırma halini romanında anlatmış. Ne eksik, ne fazla. Yalın ve düz gibi görünen hikâyelemesinde, biraz da anlatı biçemiyle kurularak, metne dinamik bir iç anlatım kazandırılmış.
Sünepe bir ilk roman. 2013’de “Kırmız Perfect” adlı şiir kitabı 160. Kilometre Yayınları’ndan çıkan Rıdvan Gecü’nün, Tekin Yayınevi’nin yayımladığı romanı. İlk roman olduğuna ilişkin vurguyla birlikte, yazarın 1989 doğumlu olduğunu da belirtmek gerekebilir. Çünkü, bu bilgiler elimizde olmasaydı, bu romanın, yazarın bir “olgunluk dönemi” ürünü olduğunu yazabilirdik. Bu cümleden hareketle, yazarın oldukça genç oluşunu bir yana bırakıp, romanın “olgun” bir metin olduğu saptamasını yapabiliriz.
Peşinen yaptığımız olgun nitelemesinde, aslında genç yazarlara yönelik gizli bir güvensizlik duyduğumuz akla gelebilir. Çünkü yazarın 1989 doğumlu olduğunu da ima ederek, aslında bu yaşta olgun metinler oluşturulmaz gibi bir çıkarımda bulunulduğu düşünülebilir. Bir edebiyat eserine yaşla başlamanın olası sonuçlarında söz ediyorum. Uzun sözün kısası, Rıdvan Gecü yolun nerdeyse daha başında hikâyesini anlatacak kanalı çoktan aşmış, dile dolaşmadan dilini “Sünepe” adlı ilk romanda kurmuş.
Yazar toplam yüz yirmi üç sayfada, bir yalıtma/yalıtılma ve yalnızlaştırma halini romanında anlatmış. Ne eksik, ne fazla. Yalın ve düz gibi görünen hikâyelemesinde, biraz da anlatı biçemiyle kurularak, metne dinamik bir iç anlatım kazandırılmış.
Yaşadığımız hayat, modüler bir hayattır. Bir başka bakışla, önce bölüntülere dönüştürülmüş ve sonra bölüntülerden oluşturulmuş bir hayat yaşıyoruz. Her küçük kutucuk bir çeşit “şimdi ve burada” paketine dönüşmüş. Bu hal, “Carpe Diem” (Anı Yaşa!) romantik kinizminden uzak bir tablodur. Ultra kapitalizm zamanında, tüketim toplumunun sosyo-ekonomik yapılandırılmasıyla ilgili bir durumdur. Hayatın sürekliliği medya başta olmak üzere tüm sistem aygıtları kullanılarak kesintiye uğratılır. Günlük hayat böyle kesinti ve bölüntülere dönüştürülürse, her bölüntü için yeni bir algı yeni bir tüketim paketi oluşturabilmek mümkün hale gelir. Böylece, tüm insan davranışları da süreksizleşir. Her gün ve her an alıcı/tüketici konumuna düşer insanoğlu.
Değindiğimiz bu bölüntülü tablo, romanda günlük, sıradan bir yaşanmışlıkla kendini gösteriyor. Otobüste, yer vermek zorunda kalınan “Teyze”nin ve otobüs içindeki diğer yolcuların davranış kalıplarına kadar yansıyor. Hayatın bölüntülerden oluşturulmuş olması, elbette ki iyi bir şey değil. Ancak hayatın bu gerçekliğini romancı, kendi öznel kurgusal metni ile yeniden oluşturduğunda, bu roman için başarı hanesine yazılan bir özellik oluyor.
Yazarın bize sunduğu kurgusal metin bir kurgusal bir gerçekliktir. İçeriği oluşturan anlatıma, olaylara, karakterler ve anlatım biçimine ve biçemine göre de, yeni bir gerçeklik olabildiği gibi, duruma göre bir üst gerçeklik özelliğine de ulaşabilir. Romanın olay örgüsünü, karakterlerini, “gerçek hayattaki” yerine oturmak yerine, bunu okuyucu olarak alıp, romanın gerçekliğini kabul etmek, kurulan metnin ikna gücüyle ilgili bir durumdur. Roman, öyküsünü okuyucuya inandıran bir örgüye sahiptir bu anlamda. “Bu harfler hiçbir zaman benim o an söylemek istediğim şeyi tam olarak ifade etmiyor. Karşılamıyor. Çünkü romancı ile okur arasındaki ilişkiyi bilirsiniz, romancı kitabı yazar, anlatmak istediğini anlatır, söyleyeceğini bitirir ve o andan itibaren yazdıklarıyla bağını koparıp hayatına başka kulvarlarda ne bileyim başka bir romanda devam eder: okuyucuysa kitabı alır… romanla ilişkisi orada bitmez.” Bu pasaj, yazarın aynı romanı tekrar yazamayacağı çıkarımıyla bitiyor. (sayfa 25-26) Roman karakteri, metinde okuyucu ile kurduğu organik olmayan ilişki ile, kendini okuyucudan bağımsızlaştırıyor. Okuru kitapla ve kitabın kurgusal gerçeğiyle baş başa bırakıyor.
Yazıya bölüntüyle başladık. Metinde ilerledikçe bölüntü açıklaması bile durumu anlatmakta oldukça yumuşak kalabiliyor. Romanın anlatıcı ana karakterinin bileklerini kesen kadın sevgilisin adı ile bedensel varlığı arasında bir farklılık kurulduğu gibi; gerçek adı ile karakterin ona uygun gördüğü adlandırma ile farklı bir parçalanma örneği gösterilir. (sayfa 49)
İnsanın yalıtık olmasının biricik önerme olmadığını da, romandaki yalnızlaşma ve parçalanma bölümlerinde okuyoruz. Kişinin kendini yalıtma ve yalnızlaştırması demiştik başta. Buna parçalanmayı da eklemek gerek. Bu süreç, yani parçalanma, yalnızlaşma ve yalıtık bir hale gelme, zamanın temel insani sorunlarından. Bu yargıyla birlikte, romandaki önermeyi biraz da geliştirmemiz gerekiyor: Farkında olmak! Yani yalıtılmaya ve yalnızlaştırma halinde olunduğunun farkına varmak. Bu noktada, yalıtılmanın farkında olan yalnızlığı kolay gideremez. Çünkü o özne, Leyla Erbil’in yazdığı gibi “hepimiz yaralıyız” dır. Bu yaralanma, sevgilinin bileklerini keserek yaralanmasıyla somutlaşmıştır.
Romanda, ana karakter “ne kahraman” ne de “anti- kahraman”dır . O sadece “nötr-kahraman” nitelikli bir kişiliktir. Karakter bir anlatı kurgusu içinde kendini nötürleştiriyor; önce sünepe, sonra düşüncesiz, sonra alıngan. Hiç gürültülü abartılı olmayan bir olay/anlatım dizisi ile sözünü ettiğimiz karakter ortayı çıkıp, ilerliyor. Eş zamanlı olarak kurgunun dili ilerliyor.
Nesnenin doğada oluş biçimleri kendi içinde tutarlıdır. Buz, soğuk katı ve saydamdır. Örneğin buz aynı zamanda sıcak ve sıvı olamaz. Roman karakterinin de, nesnenin doğada oluş biçimlerine uygunluğu ve bizatihi doğallığı kesinlikle yazarın bir dilsel başarısı. Ama belki de yazarın aynı zamanda mühendis olmanın getirdiği bir disiplinler arası etkidir…
- Sünepe
- Yazan: Rıdvan Gecü
- Yayınevi: Tekin Yayınevi
- Baskı tarihi: Aralık 2014
- Sayfa sayısı: 128
- Azerbaycan Şiiri ve Çağdaş Bir Derviş, İbrahim İlyaslı - 1 Kasım 2018
- Paslı Bir Kelime; Umut - 15 Eylül 2018
- Zor Olanı Yazmak; Kırgın Çocuklar Mevsimi - 1 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI