Eksilmeyecekler çünkü yaşamın içinde eserleri

Bütün bunları yazan insanların biraz daha yaşasalardı daha neler yazabileceklerini düşünmek bile hüzün verici. Dünyalık meseleler bitmez, dünyadaki hikayeler de.

Ve Umberto Eco… O kadar sık zaman aralıklarıyla üst üste geldi ki ölümler; yaşayan kim kaldı diye düşünmeye başladım ister istemez. Sadece bu da değil, gün geçmiyor ki toplu ölümler, patlayan bombalar, bitmek bilmez kaza haberleri, yangınlar, yeni bir hayat için yaşam mücadelesine yenik düşen mülteciler, kıyılara vuran çocuk cesetleri, kadın cinayetleri, ölümler, ölümler, ölümler…

Dünya bu kadar gelişmişken, her konuyla ilgili farkındalığın doruklarındayken daha iyi yaşamamız gerekmez miydi?

Durdum ve düşündüm gerçekten; ‘Yaşayan kim kaldı?’ diye. Soru yaşam üzerine fakat içeriği yine ölüm! Yazmazsam bunun üzerine, yani yaşayanların; gitmezsem bunun üzerine üzerine, yani ölümün, kabullenmek istemediğim birçok şeyi kabullenmek zorunda kalacağım.

Bir kere ben yaşıyorum. Her gün neredeyse bir ölüm haberi ya da haberleri alarak güne başlıyorum. Akşam olduğunda eve dönebildiğime dua ediyorum sonra. Hafta boyunca izlediğim üç dört film ve çantamdaki kitaplardan başka bana yaşamın da olduğunu hatırlatacak neredeyse hiçbir şey kalmadı.

Yaşar Kemal, Gülten Akın, Tahsin Yücel, Gabriel Garcia Marquez, Rene Girard, Harper Lee, Umberto Eco …

Toplumun onda biri haberdar bu insanlardan. Bu bir trajedi değil. Onda dokuzunun haberi olsaydı bu mücevher değerindeki adamlar veya kadınlar olmazdı zaten. “Herkes tarafından sevilip popüler olmak için vasat olmak lazım” demiş; Oscar Wilde. Tam da günümüze uygun tam da Türkiye’ye uygun ne kadar da isabetli bir söz!

Her gün binlerce insan ölürken bu insanların ölümü; hüznü daha keskin hissetmemizi, kendimizi daha çaresiz daha dirençsiz (direnme gücünü yitirmiş) hissetmemizi nasıl sağlıyor?

“biz azaldık” dedim, “dünya da eksildi”

Birkaç yıldır Türkiye’de ve Ortadoğu’da olup biteni savaşı ve yüz binlerce ölümü en iyi anlatan mısra. Bir yıl içinde Akdeniz’de kaç mülteci boğuldu, bu ölümler karşısında dünya kaç kere eksildi? Bu mısrayı kim yazdı Uzak Bir Kıyıda’dan

Gülten Akın.

Her gün onlarca taziye mesajı dinliyoruz televizyondan, onlarca. Her gün en güzel taziye mesajını ben söylerim diyerek ve televizyonda bir iki dakika daha fazla görünmek uğruna ‘yaşamda’ öne çıkarılan ‘ölümler’ üzerine söylenmiş taziye mesajları…!

Sonra Gülten Akın, Uzak Bir Kıyıda’sında şu dizeleri yazıyor:

“sevinsin korkunun tüccarları
Yoksulluğun, yokluğun, ölümlerin
Sessiz gürültüsü
Savaşların, yıkımların diliyle beslendin
Öyle muhteşem öyle mamur incinmeyi
İşte becerdin”

Sonra on binlerce ölüm varken niye Gülten Akın’ın ölümü hüzünlendirsin ki bizi demeyin! Onlarca kuru kuru edilmiş ve ezberlenmiş taziye mesajları mı bu mısralar mı yakıyor içinizi?

Tam da bu günlerde öyle dördünü birden okumanıza da gerek yok. Kitaplığınızda varsa veya bir kitapçıya girdiğinizde, raftan dördünden herhangi bir tanesini çekin ve herhangi bir sayfasını açıp okumaya başlayın. Doğuda neler oluyor, bu toplumun ağaları İnce Memed’lere neler yapıyor daha iyi anlayacaksınız. İlk yayınlanma tarihi 1955 olan bu destanın üzerinden 60 yıl geçmiş. Altmış yıl sonra hiçbir şeyin değişmediğine mi yanalım, yoksa altmış yıl önce Yaşar Kemal bakışının bu günleri nasıl görmüş olabileceğini mi düşünelim! Aslında bu coğrafyada neden hiçbir şey değişemiyor? Asıl yüzü nereye sakladık da bulamıyoruz?

Çözüm sürecinin akil insanları çözümsüzlük sürecinde hain ilan edildi. Maymun iştahlı entellektüellerimizin nerede durup neyi savunmaları gerektiğini, aydın olabilme öznelliklerini en başta, ta en başta nasıl sağlamaları gerektiğini şu satırlardan daha iyi ne anlatabilir:

“Bir sinemada yangın çıktığında entellektüelin yapması gereken ilk iş itfaiyeyi çağırmaktır. (tıpkı diğer insanlar gibi!) Yoksa sahneye çıkıp yangın redifli bir gazel okumak ya da yangının kavramsal çerçevesi üzerine nutuk atmak değil. (Bu bağlamda o, çok da aykırı bir fiilde bulunamaz.) Hatta yangına karşı ne türlü önlemler alınması gerektiğini dahi söylememelidir. Çünkü bunu yangın çıkmadan önce söylemiş olması gerekir.” Umberto Eco; Foucault Sarkacı

Bütün bunları yazan insanların biraz daha yaşasalardı daha neler yazabileceklerini düşünmek bile hüzün verici. Dünyalık meseleler bitmez, dünyadaki hikayeler de.

Zihnim bunca ölüme rağmen beni, yaşayanları yazmaya zorluyor. Umudum devam etsin diye belki.

Kimler yaşıyor? Bir anda çığlık atar gibi yazacağım şimdi bu isimleri, içimden geldiği gibi.

Ursula K. LeGuin, Milan Kundera, John Berger, Mıchael Hanake, Elfriede jelinek, Tayfun Pirselimoğlu, Alice Munro, Murathan Mungan, Noam Chomsky , Enis Batur, Bella Tarr, Adalet Ağaoğlu, Abbas Kiarostami, Judith Hermann, Latife Tekin…,

Yaşayanlar daha çok. Yazmasam göremeyecektim. Yazmasaydım, aslında yaşamın her zaman, ölümün soğuk gerçeğinden insana daha yakın olduğunu göremeyecektim. Bu insanların ölüm karşısında eserlerini yaşamın içerisine bir mücevher gibi bıraktığını hatırlayamayacaktım.

Yaşar Kemal, Gülten Akın, Marquez, Tahsin Yücel, Umberto Eco kitapları tam karşımda ve yaşamın içinde. Ölmeyecekler, eksilmeyecekler yaşamın içine bıraktılar çünkü eserlerini, yangın çıkmadan önce yangın çıkacak dediler. O yüzden aslında yaşıyorlar hala.

Aynur Kulak
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Murat Uyurkulak’tan şiir gibi bir roman: “MERHUME”

Read Next

Doğaya boyun eğdiren insan ve Orman Kitabı

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram