“Elveda Dünya Giderek Berbatlaşıyorsun!”

Nobel Ödüllü Saramago ülkemizde daha çok ‘Körlük’ ve ‘Görme’ isimli romanlarıyla öne çıkar. Bahse konu ‘Filin Yolculuğu’ ise ölümünden kısa bir süre önce hasta yatağında kaleme aldığı son hikayesi olmuş.

“Beklendiğimiz yere mutlaka varırız.”
Bir filin bir yerden bir yere götürülüş hikayesi ne kadar ilginç, dinlenebilir, okunabilir, izlenebilir gelebilir ki insana… İşte bazı kalemlerin yüreğine, belleğine, düş gücüne düşerse böyle bir konu, insana bambaşka tatlarla nasıl okutulabileceğinin bir göstergesi sanki bu ‘Filin Yolculuğu’

Hangimiz hayvanat bahçesi dışında bir fil gördük? Hangimiz dokunabildik ona? Kitaplar, belgeseller ve hayvanat bahçesinden tanıdığımız bu dev yaratığın ne kadar kırılgan olduğunu kaçımız gördük, duyduk, hissedebildik acaba… ’Üzüntüden ağlayan’ tek hayvanın fil olduğunu biliyor muyduk mesela? İşte, 1551 yılında Lizbon’dan Viyana’ya götürülen bir filin altı aylık yolculuğunun, Saramago tarafından gerçeğe yakın hikayeleştirilmiş bu romanında, bir filin ve etrafında yarattığı etkileşimin öyküsünü izliyoruz hep birlikte.

Hikayeye geçmeden önce kitabın yazarı, dili ve çevresinde gelişen etkileşim hakkında birkaç söz söylemek sanırım okuyucunun borcu.

Ben okumadım ama yazar Elif Şafak’ın ‘Ustam ve Ben’ romanın bu hikayeden çalıntı söylemleri hala gündemini koruyor.  Ayrıca, bu hikayenin, Joao Amaral tarafından aynı isimli çizgi roman haline getirilmiş eseri de mevcut. Önsözünü Saramago’nun eşinin yazdığı bu çizgi romanı, yazarın diline konsantre olmakta zorlanan ama hikayeyi merak edenlere önerilir.

Saramago’nun dili denilince anlatılmak istenen, yazarın bu hikayede alışılagelmiş dil bilgisi kurallarını reddeden bir teknik kullanması. Başında çevirmen Pınar Savaş’ın çok detaylı anlattığı bu yeni tekniği takip etmek başlangıçta zorlar gibi olsa da, kısa zamanda adapte olabiliyor insan. Örneğin; noktalama işareti olarak sadece nokta ve virgül kullanılmış. Büyük harf yalnızca noktadan sonra ve diyalog başlarında yer veriliyor. Özel adlar büyük harfle başlamıyor ve eklere tepeden kesme işaretleri kullanılmıyor. Yazarın diyalog formunda olmayan diyalogları anlatıyla bütünleştirerek örneğin bir betimlemenin ardına eklemlenebiliyor. Birinin söze girdiği büyük harflerden veya metinin kendisinden anlaşılıyor. Tırnak veya diyalog çizgisi yok. Kimin söz aldığı isimlendirilmiyor, ‘dedi, ekledi’ gibi diyaloğun bitiş ifadeleri yer almıyor. O yüzden okuması biraz dikkat istediği gibi, hikayeden de hiç kopmamak gerekiyor

Yazara gelince; Nobel Ödüllü Saramago ülkemizde daha çok ‘Körlük’ ve ‘Görme’ isimli romanlarıyla öne çıkar. Bahse konu ‘Filin Yolculuğu’ ise ölümünden kısa bir süre önce hasta yatağında kaleme aldığı son hikayesi olmuş. Eşinin deyişi ile, en büyük korkusu ‘kitabı bitiremeden ölmekmiş. Yazarın kimliği, ne yazdığı, nasıl yazdığı, Nobel ödülü her şey bir tarafa sadece karısına yazdığı kısacık ithaf cümlesi ile bile insanı içine çekiyor kitap. ”Ölmeme izin vermeyen Pilar’a”…       

Gelelim hikayeye…

Yazarın, Avusturya’da satılan Avrupa’nın belli başlı yapılarını temsil eden küçük heykelciklerin arasında tesadüfen karşılaştığı ve ona bir güzergahı işaret eder gibi gelen ‘Lizbon’daki Belem Kulesi’nin’ izini sürmesi sonucu kitabın varlığı ortaya çıkar. Bu iz sürümünde, bir akademisyenden duyduğu tarihi bir bilgi olan 1551 yılında bir filin Lizbon’dan Viyana’ya gittiğini öğrenmesi ona bu hikayeyi yazdırır.

Hikayenin asıl kahramanları, adı önceleri Salomon olan ancak daha sonra Kanuni Sultan Süleyman’dan esinlenerek ‘Muhteşem Süleyman’a dönen bir fil ve onun asıl adı Subhro olup daha sonra Fritz olarak değiştirilen Hintli bakıcısıdır.

Dönemin en güçlü sömürgecisi Portekiz’e Hindistan’dan ganimet olarak getirilmiş ve geldiğinde Portekiz kralı III.Joao ve yakın eşrafı tarafından görkemle karşılanıp daha sonra ilgi ve ihtişamı azalmış olan bu fili, kral bir gün Kutsal Roma-Germen İmparator’u ve aynı zamanda kuzeni olan II.Maximilian’a  diplomatik ilişkileri yumuşatma çabası olarak hediye etmek ister. Hediyenin kabulü ile sevimli fil Süleyman’ın yolculuğu da başlamış olur.

1529’da Avrupa’nın en doğu başkenti olan İstanbul’dan yola çıkıp hedef Viyana diyen Sultan Süleyman’dan yaklaşık 20 yıl sonra, Avrupa’nın en batı başkenti olan Lizbon’dan bu kez bir başka Süleyman olan filimizin yolculuk hedefi yine Viyana olacaktır…

Daha önceki kitaplarında ağırlıklı olarak gerçekçi bir kötümserlik içinde toplumsal birliktelik kurulamama nedeni olarak gördüğü insan ilişkilerindeki olumsuzlukları aktarma yerine daha insani bir konu ve insan ilişkilerindeki yakınlaşmayı esas aldığı bu eseri okuyunca, yazarın ölüme beş kala hayata karşı hoşgörüsü mü, yoksa düşü mü diye düşünmeden edemedim doğrusu.

Filimiz Süleyman ve Hint kültüründen beslenmiş bilge bakıcısı Subhro, güdüleri, duyuları ve düşünceleri ile yola koyulduğu bu yolculuğun bir kısmına Portekiz kralının korumaları ve saray tarafından bulunmuş ırgatlar eşlik ederken, diğer kısmına II.Maximilian ve eşi ile onun askerleri eşlik etmektedir.Yolculuk boyunca karşılaşılan doğa koşulları, mevsimsel farklılıklar ve güzergah engelleri kimi zaman zorlu, kimi zaman eğlenceli, kimi zaman çetrefilli geçer. Bunun en büyük nedenlerinden biri de, kendini otorite gören konvoy komutanlarının filin otoritesi ve sadece bu otoriteye saygı duyan filin bakıcısı Subhro’nun dolaylı otoritesi karşısında aciz kalması karşısında kırılan egoları.

Portekiz, İspanya, İtalya, Alpler ve Tuna nehri üzerinden Viyana’yı kapsayan bu 3000 km’lik yolculuğun, katı ve önyargılarla dolu bir engizisyon Avrupa’sında, bilge bir Hintli bakıcı ve doğasından başka otorite tanımayan bir filin karşısında hem konvoydakilerin, hem de yolda karşılaştıkları halkın nasıl etkilendiğini ve hayata bakışlarının değişimini çok güzel bir şekilde yansıtır bize Saramago. Roman da gücünü buradan alır zaten.

En başta iki farklı konvoyun otoritesi olan, ilkinde Portekiz kralının en iyi askeri komutanı, bu yolculukta ne kadar içsel yolculuk yapmış ve ruhsal değişim geçirmişse  ikinci konvoya eşlik eden İmparator Maximilian da kendini bu değişimden sıyıramamıştır. Hikayenin içinde geçen Hinduizm ve mitsizim hikayeleri ile Hıristiyanlık ve mucize anlatıları arasındaki tezatlık ise tam bir hoşluk içinde. Bu tezatlığı “Çok tuhaf bir yaratıktır insanoğlu, nice önemsiz nedenlerle korkunç uykusuzluk çeker de, savaş arifesinde mışıl mışıl uyur.” diye özetler yazar.

Öyle bir hikaye ki bu yol hikayesi, bu yolculuğa eşlik edenlerin asla aynı insan olamayacaklarına inandırıyor insanı. Kendilerine ayrılan yolculuğun bitiminde bir ırgatın Süleyman’ın hortumuna elini uzatıp vedalaşırken hıçkırıklara boğulması bunun en belirgin örneği. Çünkü bu yolculukta sadece yol kat edilmiyor, hareket aynı zamanda duygu ve düşünce yaratıyor. Ve yazar yolculuğu sadece bir noktadan bir noktaya gitmek olmadığını düşündürürken bizleri, yeni bir duygu ve düşünceye ulaşılmadan yapılacak bir yolculuğun da önemsizliğini hissettiriyor adeta.

Süleyman fil içinde çok zorlu geçen bu yolculukta ağır bedeni yavaşladığında semirdiği saman balyaları, yaptığı siestalar ve bakıcısı Subhro’nun sıcak kollarıyla direnecek gücü buluyor. Subhro; “Bir filde iki fil vardır, biri kendisine öğretilenleri öğrenir, öteki her şeyi bilmezden gelmekte ısrar eder” diye tanımlarken fili, kendisinin de artık fil gibi olduğunu düşünüp “Ben de fil gibi olduğumu keşfettim, bir parçam öğrenirken, öbür parçam diğerinin öğrendiğini bilmezden geliyor ve ne kadar bilmezden gelebilirse o kadar uzun süre yaşıyor” derken, doğasından gelen öğretisi ile yaşadığı deneyimlerin yarattığı ikilemin sızısını yansıtır bize.

Yazar Saramago’da hikayenin içine zaman zaman giriyor. Politik eleştiriler serpiştiriyor herkese. Her şeyi bildiğini iddia eden krallığa, otoriteye, din adamlarına ve hatta Tanrı’ya bile eleştirilerini yeri geldikçe savuruveriyor. Örneğin bir cümlesinde “Tanrı’dan mucize istemek gibi bir densizlik etmeyiz, en fazla bakire Meryem’in başını ağrıtırız, o mucize konusunda fena sayılmaz.” gibi salvoları ile insanı hem gülümsetiyor hem düşündürüyor.

Süleyman her köy, her kasaba ve kentte büyük tezahüratlarla karşılanırken, onu vaftiz etmek isteyen ya da içindeki şeytanı çıkarmak isteyen hatta ondan bir mucize dileyen papazlarla da karşılaşır yol boyunca. Ancak filin mucizeleri ve çığlıkları ile süren yolculuk aslında unutuluşa ve ölüme giden bir yolculuktur ve belki de bunu tek bilen de fil Süleyman’dır.

Gerçek bir hikayeden yola çıkarak kurgulanmış bu hikaye tarihi bir roman değil, gerçek olayla kurgunun müthiş harmanlanmış hali. Bir filin çevresinde düzenlenmiş bir yolculuğu değil, filin çevresindeki dünyayı nasıl düzenlediğini anlatırken bize Saramago, gerçek ile kurmacanın ayrılmaz bir bütün olduğunu da gösterir gibi sanki. Ve belki de bunun ifadesidir yazarın şu cümlesi…

Hepimiz çok iyi biliriz ki, bir HİKAYE ANLATAN ona en azından, bir nokta bazen de bir virgül EKLEMEDEN edemez.”

  • Filin Yolculuğu
  • Yazar: Jose Saramago
  • Çeviri: Pınar Savaş
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2013
  • Sayfa Sayısı: 196 Sayfa
  • Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Leyla Öztürk
Vinkmag ad

Read Previous

Bilim Ve Felsefe Arasındaki “Eksik Halka”

Read Next

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2017 kazananları belli oldu!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *