
1985 yılında yazılan Galápagos, dilimize ilk kez geçtiğimiz günlerde çevrilerek Can Yayınları tarafından yayımlandı.
Kıyamet gününü mü yaşatacağız çok gelişmiş beyinlerimizin, koca kafalarımızın sayesinde insanlığa? Aristo’nun tanımıyla düşünen bir hayvan olan insanın sonunu getiren, kötülüğe yönelttiği aklı ve gereğinden büyük beyni mi olacak? Evrimsel olarak hayatta kalmamızı sağlayan yetimiz, bitiş hikâyemizin başkahramanına mı dönüşecek?
Kurt Vonnegut “Galápagos” adlı romanda bu soruları bir fal gibi açıyor önümüze. Bu tanımlama her ne kadar yeni bir kıyamet senaryosu gibi görünse de, apokaliptik bir anlatı değil sadece, ondan çok daha fazlası bu kitap.
1985 yılında yazılan Galápagos, dilimize ilk kez geçtiğimiz günlerde çevrilerek Can Yayınları tarafından yayımlandı. Romanın ana iskeletini, adından da mütevellit, Charles Darwin’in Galápagos adalarında yapmış olduğu çalışmaları sayesinde tanımladığı evrim teorisi oluşturuyor.
Evrim der ki; hayatta kalmak istiyorsan ya güçlü olacaksın ya da ortama uyum sağlayacaksın. Güçsüz olan harcanır, sonuçta bu “Doğal Seçilim Yasası”. Durum buysa eğer, güçsüz ve bağımlı bir bedene sahip olan insan türü nasıl sağ kalabildi dünyada? Tabii ki güçlü beyni sayesinde…
“Bunun üzerine Darwin, müthiş koca beyinler çağının tamamı süresince üretilmiş bilimsel kitapların en geniş yankı uyandıranını kaleme almıştı. Başarının ve başarısızlığın tayin edilmesine yönelik hercai insanlık görüşlerinin istikrar kazanmasına olan katkısı, başka tüm büyük yapıtlardan daha fazlaydı. Düşünsenize! Kitabın adı bile, acımasız içeriğini özetler nitelikteydi: Doğal Seçilim ya da Yaşam Mücadelesinde Kayrılmış Irkların Korunması Yoluyla Türlerin Kökeni.”
Aklı sayede hayatta kalabilmiştir bedenen yetersiz olan insanoğlu. Ortama uymuş, uyamadığı yerde onu kendine uydurmuştur binlerce yıldır. Düşünme yetimiz olmasaydı eğer, daha güçlü hayvanlar veya doğa tarafından yok edilirdik çoktan.
Evet, bu sayede sağ kaldık. Peki, gene beynimiz nedeniyle mi tükeneceğiz? Doğayı katleden, düşmanlık ve nefret dolu bir dünya yaratan, hayvanlara eziyet eden, savaşlar çıkaran da o akıllı beynimiz değil mi?
Vonnegut’a ait diğer kitaplarda olduğu gibi, okumanın keyfini kaçırıcı bilgiler vermeden anlatıyı özetlemek oldukça zor. Bu çaba tüm hikâyeyi önünüze serme ve kitapla oluşacak kişisel yolu engelleme riski taşıyor. Bu nedenle, “kısaca” ve “ana hatlarıyla” bir harita çıkarmaya çalışacağım. Çünkü anlatı düz bir çizgide ilerlemiyor. 310 sayfa boyunca metin zaman atlamaları içeren birbirine geçmiş sarmallar halinde kurgulanmış. Bir milyon yıl öteden başlayan anlatıdan 1986 yılında yaşanan bir hikâyeye, oradan 1800’lü yıllara ve hatta canlı türlerinin yaşam savaşı verdiği ilkçağlara gidip geliyor anlatıcı durmadan. Anlatıcının kimliği üzerineyse, sadece adının Leon olduğunu söyleyip susmam iyi olur düşüncesindeyim. Kitabın başlarında ismi ve cismi açıklanmasına rağmen, anlatı boyunca serpiştirilen ipuçları ile bir define avcısı gibi iz sürerek okurun bulması çok daha keyifli olacaktır. Zira yazar gizemli bir yolu tercih etmekte, okurun gizemin büyüsünü sevdiğini bilmektedir. “O zamanlar insanlar bugün olduklarından daha büyük beyinlere sahiptiler, dolayısıyla gizemlerin büyüsüne kapılabilirlerdi.”.
Evet, ana tema bu: “büyük beyinlere sahip insanların akılsız aklı…”
Galápagos adalarına sahip olan Ekvator’da 1986 yılında “Asrın Doğa Gezisi” sloganıyla bir gezi düzenlenir. “Bahia de Darwin” adında lüks bir gemiyle Galápagos adalarına yapılacak bu geziye bir ünlüler ordusu katılacaktır: Jacqueline Onassis, Dr. Henry Kissenger, Rudolf Nureyev, Mick Jagger, Paloma Picasso, Walter Cronkite, Bobby King, “Fransa’nın en büyük şefi” Robert Pepin … Ancak aynı yıl, dünyada büyük bir mali kriz yaşanmakta, birçok ülke aynı büyük şirketler gibi iflas etmektedir. Amerikan doları dışında hiçbir ülke parasının değeri kalmaz. Gene aynı yıl, açlık ve sefaletin körüklediği, üstün akıl ürünü silahların bolluğu ile bir salgın halinde yayılan savaşlar patlak verir dünyanın birçok yerinde. Âdeta III. Dünya Savaşı… Ve tabii ki “Asrın Doğa Gezisi” hayali de suya düşer. Ünlü isimlerin rezervasyonlarını iptal etmesi ile gezi iptal de edilir. Ancak gemi bir grup insanla Galápagos adalarına gidecektir gene de. Peru’nun Ekvator’a savaş açması, o sırada aç halkın aynen kalp krizi sırasında fibrilasyona giren kalp gibi sosyal fibrilasyona tutularak (bu tanım Vonnegut’a ait) yağma ve talana başlaması ile bir grup “ünsüz” ve “Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini besteleme yeteneğinden çok uzak” sıradan insan Galápagos adalarına doğru gemi ile kaçarak canlarını zor kurtarırlar. Aynı günlerde virütik bir salgın nedeniyle insanlığın da sonu gelecek, tüm insan ırkı Galápagos adalarında sönümlenerek tekrar yeni bir tür olarak genleşecektir.
İkinci bir Nuh Tufanı ve ikinci bir evrim… Ama bu kez “geri evrimleşme” ile daha küçük beyne sahip ve elleri olmayan bir insan ırkının oluşumu. İnsan, beyniyle ürettiği düşünceler ve elleriyle gerçekleştirdiği eylemler nedeniyle dünyayı kötülüğe boğduğuna göre, buna “geri evrim” ya da daha basit ve alt bir türe dönüşüm denilebilir mi öyleyse? “ … ama şunu da unutmamak lazım. O zamanlar hemen her yetişkin insanoğlu yaklaşık olarak üç kilo ağırlığında bir beyne sahipti! Böylesine büyük bir düşünce makinesinin hayal ya da icra edebileceği şeytani kumpasların haddi hesabı yoktu. (…) O müthiş koca beyinleri saymazsak, burası çok masum bir gezegendi.”
Kurmaca size biraz absürd, garip, sıra dışı ve tesadüflere bağlı gelmiş olabilir. Aynı anda tüm dünyayı saran felaketler ve şans eseri bu felaketlerden kurtulan aslında sıradan ve hatta defolu bir grup insan. Ama inanın evrim, yaşam ve doğal seleksiyon da aynen böyle işliyor: Olasılıklarla… Milyonda bir görülen bir hastalığın size isabet etmesi, saç ya da göz renginiz, yüzde elli yakalanma riski olan genetik bir hastalığa sizin değil de kardeşinizin yakalanması, doğduğunuz coğrafya, deprem sırasında şehir dışında olmanız, kaza yapan uçağı kaçırmanız, bir çılgın kendini havaya uçururken havaalanında bulunmamanız… Bilimsel ama tesadüfi… anlatıdaki ironik, komik, tesadüfi detaylar bu savaş ve salgınlarla sınırlı değil. Adaya giden insanlar da şans eseri o adaya yolculuk eden, genetik açıdan da oldukça defolu. Genetik körlüğe sahip bir kız, bir beyin hastalığı olan Huntington Korea hastalığını genlerinde taşıma riski olan bir adam, kısır bir kadın, Hiroşima’da atılan atom bombasının yaptığı genetik bozulma nedeniyle vücudu tamamen tüylerle kaplı bir kız doğuran başka bir kadın ve yamyam bir ırk olan Kanka-bono kabilesi kadınları. Yeni insan ırkının ataları. Belki bu atalar dünya için önceki akıllı atalarımızdan çok daha güvenli olacaktır, kim bilir?
Vonnegutt eşsiz bir mizahi anlatım dili ile aktarıyor hikâyeyi. İnsan ırkının akıl gücüyle dünyayı sürüklediği yıkımlar, gelinen son dönemeçte yaşanan kaos, savaşlar, açlık, talan, verilen hayatta kalma mücadelesi aslında tam bir karabasan, distopya etkisi yaratarak okunma olasılığı taşırken, siz kendinizi gülerken buluyorsunuz. “İkinci patlama da aynen ilki gibiydi. Roketin teki bir radar çanağı ile çiftleşmişti. Bu seferki çanak, küçük Kolombiya şilebi San Mateo’nun tepesindekiydi. Rokete hayat kıvılcımını veren Perulu pilot Ricardo Cortez, onu Bahia de Darwin’in radar çanağına aşık ettiğini sanmıştı; oysa Bahia de Darwin’in radarı madarı yoktu artık, dolayısıyla söz konusu türden roketlerin gözünde hiçbir seksapeli kalmamıştı.” Bu kara mizah, anlatının gücünü eksiltmiyor, aksine çoğaltıyor. Alt metinde insanoğlunun kötülüğe yatkınlığı, böyle devam ederse çok kısa süre içinde dünyayı yok edeceğimiz, hayvanlara eziyetimiz, atom bombası, Vietnam savaşı, ölümler, cinayetler insanın içine doğru usul usul akıyor.
Anlatının tek bir türe ait olmadığını, birçok edebi akımın özelliklerini taşıdığını söyleyebilirim. Bilim kurgu, kıyamet sonrasını anlatan apokaliptik bilim kurgu, fantastik yazın, büyülü gerçekçilik, kara mizah, distopya… Hiciv ve yergi dilini sınırsız hayal gücü ile birleştirmiş Kurt Vonnegut. Ancak konunun dönüp dolaşıp sürekli beyin boyutuna gelmesi, anlatıyı daraltan ve sıkıştıran bir etki yaratmış kanımca.
Kurmacanın içinde felsefe, edebiyat, teknoloji, coğrafya, tarih, genetik bilimi, tıp, evrim teorisi konularında çok detaylı bilgiler, çok ince bir şekilde yerleştirilmiş yazar tarafından. İlgisi olan okurun istediği kadarını alabileceği, ilgilenmeyen okurunsa kurmacanın akışını bozmadan devam edeceği şekilde verilmiş bu detaylar. Bu da yazarın ustalığını ve başarısını yansıtmakta. Hatta bazı bilgiler kitabın yazıldığı 1985 yılı için bir kehanet niteliği taşıyor bile diyebilirim. Mandarax adında, bir kelime verilince o kelimeyle ilgili bilgilere ulaşan, hastalıkları tanımlayan, konuşulan dili algılayıp başka bir dile anında çeviren bir bilgisayardan bahsediyor Vonnegut. 1998 yılında ortaya çıkan Google, ondan birkaç yıl öce tanımlanan Yahoo ve AOL ve hatta ilk arama motoru olan ve 1990 yılında tanımlanan Archie’den bile önce kurgulanan bir arama motoru! Henüz takvimler 1085 yılını gösterirken! Edebiyatın ileri görüşü… Belki bir milyon yıl sorası için konuşmak henüz sadece Vonegut’un kurmacası olarak kalmaya mâhkum ama…
Mandarax sayesinde pek çok alıntı ile de zenginleşmiş anlatı.
“Mandarax’ın minik mikrofonunu ağzına yaklaştırarak, bir milyon yıl önce başı sıkışmış gemilerin imdat çağrısı olan o uluslararası sözcüğü tekrarladı: “Mayday, Mayday, Mayday,” dedi tekdüze bir sesle. Sonra da Mandarax’ı, ekranı üzerinde belirebilecek herhangi bir yanıtı hem kendisinin hem de Mary’nin okuyabileceği şekilde tutup bekledi. Gokubi’de bulunmayan ve mayıs ayı dâhil, akla gelebilecek her konuda bir sürü alıntı bilen kısmını devreye sokmuşlardı. Küçük ekranda şu son derece gizemli sözcükler belirdi:
Yoz mayısta kızılcık ve kestane, çilekli erguvanlar,
Yenilecek, bölüşülecek, içilecek
Fısıltılar arasında… T.S. ELIOT (1888-1965)
Hiçbir S.O.S. mesajına bu kadar hızlı ve bu kadar edebi bir yanıt gelemeyeceği halde, kaptan ve Mary bir an için dış dünyayla temas kurduklarına inanabildiler. Sonra kaptan yine seslendi: “Mayday! Mayday!” Burası Bahia de Darwin, nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Anlaşıldı mı? Mandarax şöyle yanıtladı:
Mayıs belki gelecek sene de çok güzel olacak:
Ama biz de yirmi dördümüze basacağız. A.E. HOUSMAN (1859-1936)”
Bir kelimenin çağrıştırdığı ünlü yazarlara ve ya filozoflara ait ilgili ilgisiz özlü sözleri alıntılama merakımızı, günümüzün sosyal medya paylaşımlarını belki de o günlerden ince ince alaya almakta Vonnegut , kim bilir?
İnsanı düşündüren, güldüren, özeleştiriye ve sorgulamaya yönlendiren bir eser Galápagos. Dili ve anlatımı sizi uzak diyarlara götürecek, yıllarca akılda kalacak. Belki de korkmamız gerektiğini tekrar hatırlatacak:
“Bugün kimsenin aklı o türden silahlar yapmaya ermez, halbuki bir milyon yıl önce onlara en yoksul devletler bile sahipti. Evet, üstelik sürekli kullanılırlardı da. Bütün hayatım boyunca, gezegenin bir yerlerinde en az üç savaşın birden sürmediği tek bir gün bile geçmemiştir. Doğal Seçilim Yasası da böyle teknolojiler karşısında âciz kalırdı. Benim zamanımda Doğal Seçilim Yasası’nın elinden gelenin en iyisi, korkulacak çok şey olduğu halde hiçbir şeyden korkmayan bir insan türü yaratmak oldu.”
“Onlar artık ölüydüler ve bir milyon yıl önce sadece uyum sağlayanların hayatta kaldıklarına inanılan bir dünyanın ufkunda güneş batmaktaydı.”
- Galápagos
- Yazar: Kurt Vonnegut
- Çeviri: Handan Balkara
- Türü: Roman
- Basım Tarihi: Haziran 2016
- Sayfa Sayısı: 310 Sayfa
- Yayınevi: Can Yayınları
- Bu Kitabı Ateşten Koruyun: Fahrenheit 451 - 26 Nisan 2018
- Sonuçta bir direniştir yaşamak; Ernesto Sabato Üzerine - 31 Mart 2018
- Nefes Kesici Bir Gerilim: Kurtulan Kızlar - 21 Mart 2018