
On dört tane kısa öykü var Hayatta Kalma Rehberi isimli kitapta. Öyküler kısa ama bazıları sanki roman tadında.
Zehra Çelenk’i Duvar gazetesinden büyük bir keyifle takip ediyorum. Sanırım benden genç. Geç de olsa yazma serüvenine dalmış ama buna büyük bir keyifle emek vererek “ben çöp adam bile çizemem” seviyesinin üzerine çıkmaya çalışan bir “yazar” olarak, kendimden genç öykücüleri takip etmeyi bir görev kabul ediyorum. Sadece öykü değil, senaryo ve köşe yazıları da yazıyor Zehra Çelenk.
Duvar’daki köşe yazıları öyle tatlı, öyle incecikten bir mizahla süsleniyor ve gündemin öyle bir içinde oluyor ki, bir de üstüne yeni bir öykü kitabı çıkardığını duyunca, görev bilincimin de itkisiyle hemen kitapçıya koştum. Ben, dedim, Hayatta Kalma Rehberi’ni istiyorum. Böyle de tatlı bir adı var kitabın. Beni hemen kişisel gelişim kitaplarının olduğu bölüme yönlendirdiler. Hayır, dedim, kişisel gelişim kitabı değil yahu, öyküler var içinde, kırmızı bir kitap. Buldular, hafif de mahcuplar.
On dört tane kısa öykü var kitapta. Öyküler kısa ama bazıları sanki roman tadında. Sadece dört beş sayfayla bir roman havası yaratabilmek yazarımızın zihninin, elinin mahareti. Ama dokuz sekizlik bir hava değil bu, bazılarında hüzünleniyorsunuz, bazılarında bildiğiniz canınız yanıyor.
Manzara Körlüğü’nde hep zalimlere aşık olduğumuz, iyilerin yalnızca sevildiği, yanımızdan su gibi akıp geçenleri kaçırıp kana zehir gibi karışanlarda kaldığımız anlatılıyor. Kendi kanıma zehir gibi karışanlar geliyor aklıma, ister istemez.
Boynuz’da adamın alnındaki boynuza şefkatle dokunma isteği uyandı bende, o adamın biriyle mutlu olmasını diledim, kadın ya da erkek fark etmez.
Parlak su yeşili Küvet, sizde de ovma isteği uyandırıyor, önce küveti ovacağız, sonra da küvetin sahibini omuzlarından tutup saçları dağılıncaya kadar sarsacağız, o derece. Filmin, pardon öykünün sonrasında ne olacağını da cidden merak ettim, öyle bir film tadında.
Hayatta Kalma Rehberi’nde canlarını sıkan gerçeklerin üzerine kilit asmayı reddeden anneyle kızı yanaklarından öpesim geliyor. Mark Twain ‘in bir zamanlar acı badem olan şeftalisini suyunu akıta akıta yiyorlar sonunda.
Hiçbir Şey Olmamış Gibi Öğle Olmuştu’nun Toprak’ının güzelliği daha hafif, serin ve uçarı geliyor bana. Çünkü güzelliğin aceleye ihtiyacı yoktur. Sonra hiçbir şey olmamış gibi, öğle oluyor.
Ses Rengi, kısacık bir öykü ama güzel kıza sesini duyuran inşaat işçisinin heyecanı bana ulaşıyor, içimden şarkı söylüyorum.
Kan Bağı’nda gelmeyen abi’yi ben de bekliyorum, gelmeyen abi gelmeyen sevgili oluyor, sonra ayvalar boğazıma diziliyor. Hareket halindeki hatalarımı düşünüyorum, aman diyorum, onları durdurmak tehlikelidir.
Mavi Fincan’da mutluluk vaadiyle gelen mutsuzlukları sorguluyor insan, hangimizin hayatında yok ki. Sonra gidip mavi bir fincana yeşil çay koyuyorum.
Geride Kalan’da birilerinin geride kalması gerektiğini düşünüyorum ama kim ? Ben mi o mu?
Sonbaharın İki Yüzü’nde Şurup olup, aşk şiirleri yazan ama gerçekten sevmeyi pek de bilmeyen insanlara kızıyorum. Neyse ki akşama balık ziyafeti var.
Tolga’yla Üçüncü Yemeğimizi Yediğimiz Yer’de ah be kızım diyorum, şu Tolga’ya da terlikle girişesim var. Sizin de yok mu gün gelip şahane acılara dönüşen şahane anılarınız?
Tüm bu anlattıklarım görece olarak şimdiki zamanda geçen öyküler. Bir de Gelecekte Biten Hikayeler başlığı altında üç adet hikâye var ki bilim kurgu filmi izliyormuş gibi hissediyorum. Dikdörtgen ekrana değil de hologram olarak bulunduğunuz herhangi bir yere düşen tweetler çok ilginç geldi bana, oluru var sanki. Ya da aşk gibi coşkun bir duyguya kapıldığı için rahim denen içi su dolu etten tabuta dönmekle cezalandırılan kambur mızıkacı. Bu bir ceza olabilir mi ? Gelecekte belki. Seyreltme gazıyla yarı uykuda geçirilen otuz beş yıllık ömürlerini kendi istekleriyle sonlandıranlar var sonuncu öyküde. Bir yandan “big brother is watching us” gerginliğinde olduklarından sanki anlıyorum onları.
Yüz on bir sayfalık bu kısa öykü kitabında sanki bir roman okur ya da film izler gibi, hayata dair, ölüme dair, aşka dair o kadar çok şey yakaladım ki, kitap bittiğinde sanki kalın bir roman devirmiş ya da beni derinden etkilemiş bir film izlemiş duygusuna kapıldım ve hep yaptığım gibi derin bir nefes aldım. Benden genç bu yazarın önünde önce şapka çıkardım, sonra da bende kalanları az buçuk buraya yazdım. Bilginize ilginize…
![]()
|
- Flaubert’ten Üç Öykü - 26 Nisan 2020
- KIRLANGIÇ ÇIĞLIĞI - 25 Ekim 2019
- BARBARIN KAHKAHASI - 25 Ekim 2019
FACEBOOK YORUMLARI