Saramago’nun ironiye olan yetkinliğinden daha değerli ve daha göze çarpan bir diğer özelliği ise kullandığı dil ve üsluptur.
Hiciv, ironi deyince aklıma gelen ilk isimlerden biri de Jose Saramago’dur. Saramago çocuksu bir ruha sahip. İstedikçe daha çok isteyen, eleştirdikçe daha çok eleştiren ki bu eleştirenler çoğu zaman yapıcı eleştiriler olmakla beraber bazen vicdansızca eleştirdiğini de düşünmüyor değilim. Tıpkı Nobokov’un Dostoyevski’ye “vasat” demesi kadar bana ağır gelir eleştirileri. Bu eleştirel yanı, insanları sorgulamaya yöneltirken zaman zaman karamsarlığa da itiyor. Zaman, şahıs, mekân, olay önemli değildir Saramago için. O, her yerde sanatıyla anlatmak istediğini anlatma derdinde ve bu metinlerin yüksek sanatsal ve eleştirel yanı Saramago’nun edebi kişiliğinin yetkinliğindendir. Saramago bir edebiyat dehasıdır ve yüzyıllın en büyük isimlerinden biridir.
Saramago bizde “Körlük” ve “Kabil” kitaplarıyla bilinmektedir. Bildiğim kadarıyla telif haklarından dolayı “Körlük” uzun bir süredir basılmıyor. Bu yaz sahafçıları gezerken en çok aranan kitaplardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Saramago’nun tüm eserleri, şüphesiz çok değerlidir. Eserleri; edebi değeri çok yüksek, dili hicivle harmanlanan, sürekli insanları tartışmaya ve sorgulamaya iten özelliklere sahip. Çoğu kitaplarında da eleştirel bir bakış açısı mevcut. Yazının konusu olacak bu kitap da şüphesiz bu eleştirel bakış acısıyla yazılmış en güzel kitaplarından biridir. Saramago; kişileri, zamanı, mekânı, devri eleştirmekle kalmaz yepyeni karakterler, ortamlar, hayatlar ve sistemleri de yaratır. Yaratıklarını sorgulattırır ve yeri geldiğinde öldürür yenisini tekrar yaratır.
Elimizdeki bu kitap toplam altı öyküden oluşuyor. Her öykünün ayrı bir felsefi temeli var, her öykü bizi düşünmeye sevk etmektedir. İlk öyküsü “Sandalye”de bir diktatörü bir sandalye ile rezil eder yazar. “Beelzebub sandalyesi kırılınca yere kapaklanmış, zebanileri ve iblisleri de peşi sıra yere yuvarlamış, bir düşünsenize!”(s21). Eşyaya bir anlam, bir güç, bir insan-i nüans yükler. Eşyalarla, nesnelerle dost olurken insanları düşman olarak görebilecek kadar kendinizi kaptırabiliyorsunuz bu öykülerde. “… Böylece ihtiyar layık olduğu bu kutlu olayın her anını layık olduğu biçimde, yapayalnız yaşıyor. (s.25)”. “Aslında biçim ve karakter itibariyle sırtlan sınıfına dahil edilebilirler ve nereden baksak bu büyük bir keşif sayılır(26)” . Bu cümleleriyle okurun içini rahatlatıyor adeta. Burada Saramago’nun aslında insanın acizliğine ve sıradanlığına değinirken sonsuzluğun gölgesinde yer bulamayan bir güçten bir iktidardan bahsetmektedir. Ve bir gün tüm zorbaların ve zorbalığın kaderini sil baştan yazacak çok büyük olayların olmasına gerek olmadığını da şu cümlelerle dille getirir: “ Bazen, Buck Jones dağın öteki yamacında dürüst ve mütevazı birkaç at hırsızını kovalamakla meşgulse basit bir sandalye ve katı bir çıkıntı bile, tıpkı Arşimet’in Sirakuzalı Hierona’a dediği gibi dünyaları yerinden oynatmaya ve kafatası kemiklerinin aklınca koruduğu damarları yetebilir.(S.26)” Ve eminim bugünlerde hepimizin ihtiyacı olduğu bu cümleyi de kurar ve ümit var olun der; “Bu sene eylül ayı ne güzel geçiyor, değil mi? Bu güzel havalara epeydir hasret kalmıştık (s.30)”
Tabi tüm öyküleri burada ele almak, teker teker incelemek mümkün değil. Saramago’nun neredeyse tüm öykülerinde sürrealist bir konu ve hava hakkim. Ayrıca bu öykülerde, insanların egemenliğini eşyaların, nesnelerin, insan dışı varlıkların varlığı ve hükümleri ve tüm bunların normal hayatımızda ilgisizliğin ve kayıtsızlığın boyutlarını da irdelerken gerçek dünyanın sahibinin kim olduğunu da sorgulattırıyor. Hayatımızda nesnelerin konumu ne? Nesneler ve diğer canlılarla ne kadar diyaloğumuz var? Bir gün onların yok olması, aniden hayatımızdan çıkmaları ve bir gün –ilginç olanı burası– bizden intikam alabileceklerini düşünmemiz veya düşünemememiz ne kadar doğru? Bu soruların cevabını bu kitaptan sonra aramaya başlayan sadece ben olduğumu düşünmüyorum. Farkındalık ve sorgulama adına biraz da vicdanımız varsa eğer, dönüp kendimizi eleştirmeye bu kitapla tekrar başlayabiliriz ve tarafsız bir hükme varmamız işten bile olmayacak o zaman. Ama yapamadığımız muhakkak, yine yazara kulak verelim; “İki tarafın anlattıklarına kulak verip suya sabuna dokunmadan tarafsız kalmaktan kolay bir şey yoktur bu dünyada, çünkü bu sayede zinanın alasını işleyip vicdanımızı temiz tuttuğumu iddia edebiliriz.”(s.28)
Saramago’nun ironiye olan yetkinliğinden daha değerli ve daha göze çarpan bir diğer özelliği ise kullandığı dil ve üsluptur. “Sandalye” hikâyesinde daha ağır, uzun ve ayrıntılı bir dil kullanırken, “Nesneler”, “Ambargo”, “Kısas”, “Sentor”, “Kısırdöngü” hikâyelerinde ise daha sade daha kolay okunan bir dil kullanmış. Burada iki öykü üzerinde iyi durulmalı ve tekrar tekrar okunmalı diye düşünüyorum; “Sandalye” ve “Nesneler” öyküleri.
“Nesneler” öyküsünde bir hiyerarşik düzenin, devlet-hükümet-vatandaş üçlüsü arasında bizleri dolaştırırken sosyal ve toplumsal mesajlar vermekten kaçınmaz ve aslında halkın tüm sistemlerin içerisinde rolünü de bize bir kere daha hatırlatıyor. Tabi yine hiciv ve ironi sanatını kullanması burada daha etkili olduğunu söylemekte fayda var. “Tarih boyunca tüm krallar ne dedilerse haklı çıkmışlar, kral olmayanlarsa hep bu haklılığın gölgesinde kalmışlardır; hem bu saptama tarih boyunca kralların emriyle tutulmuş olan kraliyet kayıtlarında yazılanlarla da örtüşüyor.”(s.48)
Şu satırları okurken yaşadığımız bugünleri hatırlamamak mümkün değil; “Göçük altında kalarak, duvarın tepesinden çarpa çarpa düşerek, başına güneş geçip yere yığılarak, kanlı canlı ayaktayken aniden donup kaskatı kesilerek can verenlerin haddi hesabı yoktu. Ama bütün kurbanların şanlı törenlerle toprağa verildiği sakın unutulmasın.”(s.49). İtiraf edelim tam yaşadıklarımızı anlatıyor. Temel soru şu olmalı; hayat tekerrürden mi ibaret ve tüm insanlığın kaderi uçurumda sallanan aynı ip üzerine mi yazıldı? Yalnız değiliz ve yaptıklarımız sadece bizi değil tüm insanlığı etkilediğini, insanlığın geleceğine yön verdiğini bilmemiz lazım. Ona göre de hareket etmemiz lazım. Daha dünya bizimken.
“- Şimdi her şeyi baştan inşa etmemiz lazım.”
Ve bir kadın şöyle dedi;
“Nesneler olarak başka çaremiz kalmamıştı. İnsanlar bir daha asla nesnelerin yerine konmayacak”(s.106)
- Ölümlü Nesneler
- Yazar: Jose Saramago
- Çeviri: Emrah İmre
- Türü: Öykü
- Baskı Yılı: Ekim 2015
- Sayfa Sayısı: 131 Sayfa
- Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
- Musa’nın Uykusu - 9 Ağustos 2019
- Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası - 30 Temmuz 2019
- Yürümenin Felsefesi - 6 Temmuz 2019
FACEBOOK YORUMLARI