Daha önceki iki kitabında olduğu gibi Ucunda Ölüm Var romanında da kaybedişi, terkedilişi, arayışı farklı insan öyküleri aracılığıyla anlatıyor Kemal Varol.
“Çünkü kadınlar bir erkek uğruna heba olan sözlerini, bir aşk için harcadıkları sabırlarını, her seferinde kırılan gururlarını tamir etmek için bir zaman sonra artık boşluğa konuşurlarmış.”
( Jar; s. 80)
Yıllar önce kadim bir dostla birlikte gittim ilk kez Güneydoğu’ya. Otobüsle uzun bir yolculuğun sonunda uykudan uyanıp pencereden baktığımda gördüğüm o muazzam sarı kahverengi karışımı coğrafya ve sıcağı hatırlıyorum. Çok sıcak. Çok hüzünlü. Renklerden mi yoksa dinlediğimiz olayların coğrafyayla birlikte bilinçaltından çıkışından mı bilinmez ikimizin de ağlamaklı olduğunu hatırlıyorum.
Kanlı Newroz’ları, gözaltında kayıpları, köy boşaltmaları, beyaz Torosları, Yeşil’i, ölümleri… Ölümleri.
Hiç konuşmadık… Sessizce gözyaşlarımızı döktük kucağımızda kavuşturduğumuz ellerimizin üstüne.
Kemal Varol’un her romanı hep o anı hatırlatıyor bana. Sessizce gözyaşı döktürüyor. Kollarım kucağımda kavuşturulmuş.
Yakın zamanda da benzerini yaşadığımız ve batıdaki bizlerin gözyaşı dökmek dışında elinden bir şey gelmediği bir tarihsel dilimden daha geçiyoruz.
“ yedi sabah içre dönsem de
acı geçiyor
acı geçiyor
acı elbette geçiyor
acı çekmiş olmak geçmiyor.” ( Bakiye; XXXVIII.)
Kemal Varol
Haw romanı 2014 yılı Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü aldığında fark ettim böyle bir yazarın varlığını. Yayınevlerinin biz kötü bir kitap basmayız kendine güveninden mi diyelim, meraklısı iyi romanı bulur rahatlığından mı diyelim, benim gibi ülke edebiyatını iyi takip ettiğini düşünen bir okuyucunun bile geç fark ettiği yazarlardan Kemal Varol.
Kemal Varol bir şair. Yas Yüzükleri (2001) Kin Divanı (2005) Temmuzun On Sekizi (2007) adlı üç şiir kitabı ve Bakiye(2013) adlı bir şiir seçkisi var. Demiryolu Öyküleri(2010) adlı bir derlemesi de bulunuyor.
Yazdığı üç romanda da -Jar (2011), Haw ( 2014) ve Ucunda Ölüm Var (2016)- şairliği o kadar belirgin ki. Cümleler ancak bir şairin kaleminden çıkarsa bu kadar duygu yüklü, duyguyu karşı tarafa doğrudan aksettirici olabilir.
Jar
“Sonuçta annem onun kahrıyla ölmüştü. Annem beyaz bir tülbentti baş ağrısıyla. Bir çift buruşmuş zeytin sabah akşam. … İkimiz için de ışığını hep sonra veren bir çocukluk acısı…” ( Jar; s. 112)
Jar romanında iki yaşlı adamın Rahatsız Kamil’le İçli Halil’in öfkelerine/ kinlerine tanıklık ettiriyor okuyucuyu Kemal Varol. Kamil’le Halil’in öyküleri onları izleyenlerin de öyküleri oluyor. İzleyicilerin öyküleriyse, öfkeli ihtiyarların öykülerine karışıyor.
Askeri darbenin üzerinden geçen üç yıldan sonra sıkıyönetim biraz gevşemiştir. Yine de beş kişinin aynı ayak izine basmalarına izin verilmeyen bir ortam yaşanmaktadır Arkanya’da. Sülüsümüzü aldık askere gidiyoruz yalanıyla baskı koşullarının biraz rahatlamasını sağlayan gençler önce Lübnan’a sonra “Dağ’a” giderler. Türkleştirilememiş Kürtler ise anadillerinde konuşmaya başlamışlardır bile.
Jar’da iki yaşlı adamın zehre dönmüş kinlerinin anlatıldığı ana öykünün çevresindeki küçük öykülerle; dönemi, ülkenin güneydoğusunun durumunu, yan karakterlerin öyküleriyle paralel gider bir şekilde anlatır Kemal Varol.
Yalnızca bir roman yazmaz, gerçeğin cümle aralarından sıklıkla kafasını uzattığı uzun bir şiir kaleme alır.
Haw
Jar’dan 3 yıl sonra çıkan Haw romanında bir köpeğin, Mikasa’nın; Melsa’ya olan aşkını anlatır. Güneylilerle Kuzeylilerin savaştığı bir zamanda Arkanya’da geçer hikâye.
Yalnızca onların aşkı anlatılmaz elbette.
Bir köpeğin gözünden kirli bir savaş anlatılır. Turkuazıyla, mayınlı yollarıyla, Adıgüzel’i, Alevli Kalpler Çetesiyle, Melsa’nın sevdiği abi ve ablalarıyla bir savaş hikâyesi.
Mikasa bir mayın arama köpeği.
Tekbir getirilerek sokak ortasında enseden kurşunlananlara, sorgusuz sualsiz gömülenlere şahit olur demirbaşa kayıtlı Mikasa. Kuzeylilerin en büyük bayramında kavuşacaklarını düşündüğü Melsa’yı arayan, bekleyen Mikasa.
Ucunda Ölüm Var
“Ağıtçı Kadın, yerleri süpüren yırtık kara elbiseleri, bu yırtıklara düğümlediği renk renk çaputları, başına sardığı kara yazmaları, aslanağzı asası, beline kemer niyetine doladığı kurt ve çakal kuyrukları, iki kaşının ortasıyla elinin tersindeki dövmeleri, … bir cenaze kalktıysa vakit sektirmeden ayaklanıp yollara düştü.”
Daha önceki iki kitabında olduğu gibi Ucunda Ölüm Var romanında da kaybedişi, terkedilişi, arayışı farklı insan öyküleri aracılığıyla anlatıyor Kemal Varol. Anadolu’nun son ağıtçısı Ağıtçı Kadın’ın, Heves Ali’yi ararken gittiği cenaze törenleriyle bir ülkenin geçmişine yolculuk ettiriyor okuyucuyu.
Haw’da karşımıza çıkan, Arkanya’da sinema salonu işleten Heves Ali’nin hikâyesi bu.
Sahip olduğu sinema salonu Varlık Vergisiyle satılan Artin’in hikâyesi.
Damları olmayan evler çizmek için dağa gitmek isteyen Ümit’in hikâyesi.
Tekaüte ayrıldıktan sonra eve bir daha uğramayan demiryolcunun hikâyesi.
“Yarası acıtmıyor da hatırası acıtıyor bazen.” diyen ve herkesin yaka silktiği Como Emmi’nin hikâyesi.
Belki de o değil.
Belki tarihi boyunca yerinden yurdundan edilen Ermeni, Kürt, Türk, Alevi, Sünnilerin hikâyesi.
Kemal Varol romanlarında gerçekle kurgu sık sık yer değiştiriyor.
Haw’da Turkuaz diye yeniden adlandırmıştı bir katili.
Ucunda Ölüm Var romanındaysa Esat Oktay Yıldıran’ı anlatmış. Diyarbakır Cezaevi Komutanı’nı ve Köpeği Co’yu anlatmış Doğan İlteriş adıyla. Ağıtçı Kadın’ı sorgusuz sualsiz bir jandarma devriyesiyle aldırıveren komutanın karısının güzellemeleri ve kibriyle anlattırmış. İronik ve pek acıklı. İki kızına küçük notlarla onları sevdiğini söyleyerek işe gidip insanları köpeğe tekmil vermek zorunda bırakan, b.k yediren komutanı.
“Görsen sen de çok seversin Co’yu,” dedi gözleri dolu dolu, “öyle akıllı öyle uslu bir köpek ki, şaşıp kalırsın. Cezaevinin koridorlarında neşeyle koşturup duruyor gün boyu.”
Ağıtçı Kadın’ın ölümle randevusuna giderken uğrak yerleri, her bir ölümde elbisesinden birkaç dikiş söküşü, bu söküklere bağladığı bez parçaları gibi akıyor hayatı. Öyküsünü tam olarak öğrenemiyoruz.
“…
Çalınmadı davulum.
Söylenmedi türküm.
Çekilmedi zılgıtım.
Tutulmadı halayım.
Yeşermedi ağacım.
Meyveye durmadım hiç…”
Arguvan’da 50 yıldır yaşayan, 50 yıldır tüm ölülere ağıt yakan ve kendisini hep eksik hisseden Ağıtçı Kadın’ın Azrail gelmeden tamamlanma çabası Ucunda Ölüm Var romanı.
Heves Ali’yi ararken dolaştığı şehirlerde onu bulursa tamamlanacağı duygusuna tutunuyor Ağıtçı Kadın. Heves Ali’nin bir işaretini bekliyor eli boş döndüğü şehirlerdeki kuş uykularında. Gittiği tüm cenazelerde aslında kendisine, kendi kayıplarına, kaderinin ona ettiklerine, terk edenlerine ağlıyor. Sahiden kendisini sevip sevmediğini asla öğrenemediği Heves Ali’ye ağlıyor.
Kemal Varol birbiriyle dirsek teması olan, aynı acılardan beslenen, aynı topraklara tutunan karakterleriyle iyi bir yazar. Gerçek karakterler, kurgusal karakterlerden, kurgusal karakterler de gerçek olaylardan besleniyor. Bir destan geleneğine yaslanan Anadolu edebiyatını günümüz edebiyatıyla harmanlayıp, yeniden üretiyor. Gerçekle kurgu yer değiştirirken, zaman da özellikle muğlak kalıyor romanlarında. Siyasi tarihe hâkim okuyucu açısındansa göndermeler yerli yerine oturuyor.
Ucunda Ölüm Var son kertede bir aşk hikâyesi. Kavuşulamadığında aşk oluyor.
- Ucunda Ölüm Var
- Yazar: Kemal Varol
- Yayınevi: İletişim Yayınları
- Sayfa Sayısı: 227
- Baskı Yılı: 2016
- Çağatay Yaşmut’tan Moda Cinayetleri - 16 Şubat 2019
- Bir Sevgi Masalı ve Organik Kitaplar - 19 Ocak 2019
- Domingo’dan Böcek Çılgınlığı - 12 Aralık 2018
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
Harika bir yazı olmuş canim