Kondulardan Paris Gecelerine İnsan Hikayeleri

8 öyküden oluşan “Hadi Gidelim” ilk kez 1982 yılında basılıyor. Sonraları çeşitli yayınevleri tarafından yeniden sunuluyor okura. Son basımı ise bu yılın eylül ayında Everest Yayınları’ndan yapılıyor.

İnsanın en büyük açmazlarından birisi yalnız olduğu gerçeğinden, dolayısıyla kendisinden kaçması, bunun sonucunda artık içinde kendisinin bile olmadığı bir yalnızlığa mahkum olması sanırım. Yalnızlıktan kaçarken bir başka yalnızlığa fakat bu kez daha yıkıcı bir yalnızlığa yakalanmak, zor olan hayatı biraz daha zorlaştırıyor bizim için. Kendi benliğimizden uzak, kendi karasularımızın dışında, her şeye yabancılaşarak yaşıyoruz.

Adalet Ağaoğlu metinlerinde de çoğunda vardır yalnızlık duygusu. O kaçmaz yalnızlıktan aksine ona doğru yürür. Kurgunun omurgasını oluşturmasa da ona eşlik eden bir gölge gibidir Adalet Ağaoğlu’nda yalnızlık. Çoğunlukla hissederiz, nadiren okuruz.

Geçmişten gelecekten, bu güne dokunur ve şimdiki zaman içinde bir insanda var olur onun yalnızlığı. Konfeksiyon tezgahından, kış günü doğuda bir şantiyeye sürülen arabadan, gecekondu duvarlarından ya da Paris gecelerinden oluşur ondaki yalnızlık.

“Sultan bir süre Mamak çayının akışını dinliyor. Çayın akışı mı, kulaklarından bir türlü silip çıkaramadığı tüfek sesleri mi? Yoksa işte, eriyen kar. Şıpşıp damlayışı suların. Belki bitti, hepsi eriyip gitti. Gökte yıldızlar. Esinti, bütün bulutları sürüyüp götürmüş. Geride sıvama yıldız kaplı bir gökyüzü bırakmış. Pus, az daha dağılsa, yıldızlar az daha alçalsalar, derin karanlık açılacak. Taa ilerdeki sarı ışıkla pencere arasındaki katıksız karanlık usuldan aklanacak. Yarın güneşli olacak. Fakat yerler de diz boyu çamurlu…”

Tüm  iç monologlar, bilincin metnin içine akışı, geri dönüşler, anılar, anlar ve insanlar sahnede birer dekor olmaktan kurtuluyor yaratılan şimdiki zamanda. Bu sayede yanılsamalardan kendini kurtarıp zamanın kırılıp parçalara bölünmediği, ağır ,kıvamlı ama canlı bir şekilde ilerlediği kişisel bir şehir kuruyor yazar kendine öykülerinde. Her şeyin gerçek olduğu, insanların bir kaç cümle ya da mimikle varoldoğu kurmaca şehirler… Seyircisi olmadan oynanan oyunları sevmiyor çünkü o.

“Bütün bu sapa yolculuklarımda içim ürperir, düşünürüm: Şu ıssız, uçsuz bucaksız topraklarda tek başına bir adam, yayan yapıldak nerden  gelir, nereye gider ki? Oysa, bir tepenin, bir toprak yığının ardında küçük bir köy ya da orta boy bir ilçe mutlak vardır. İnsan, kendi gözüne görünmeyeni yok sayıyor nedense, O ıssızlıkta tek başına giden adamı, ömür boyu öyle gidecek sanıyorsunuz.”

8 öyküden oluşan “Hadi Gidelim” ilk kez 1982 yılında basılıyor. Sonraları çeşitli yayınevleri tarafından yeniden sunuluyor okura. Son basımı ise bu yılın eylül ayında Everest Yayınları’ndan yapılıyor.

“Hadi Gidelim” deki öykülerin de, Adalet Ağaoğlu’nun diğer metinlerinde olduğu gibi süregiden düz bir ritmi yok. Silik bir çizgide ilerleyen “Şuan”ın etrafında olaylar, anlar, anılar ve insanlar tarafından örülen bir evren var. İleri geri gidişler, bu gidişlerin içinde mekanlar arası geçişler, bir insandan an’lara, an’lardan anılara sıçrayışlar var. Kaotikmiş gibi görünen ancak kendi düzeni içinde bir hayat var bu evrende. Zihnimizdeki, olaylar, anlar ve mekanlar arasında anlamlı bağlantılar oluşturan öyküler, bıraktığı boşluklarla okura yer açıyor. Böylece olayların dümdüz aktığı, her anın ve olayın öngörüldüğü, ağız kalabalığıyla her şeyi anlatan öykülerde olmadığı biçimde, bizi kendi içinde var ediyor. Pasif okurluktan kurtulup kendi deneyimlerimizle birlikte giriyoruz öykülerin içine. Kimi zaman bir gecekondu penceresinde Sultan’la sigara içiyoruz, kimi zaman külüstür bir arabayla, soğuk kış günü, bencil, çıkarcı ve sinir bozucu bir yazarla yola çıkıyoruz; kimi zaman Paris gecelerinde sokakları adımlıyoruz, kimi zaman da Düzyakalı Hüsrev’le yerleri süpürüyoruz. Kısacası “Hadi Gidelim”de öyküyle birlikte yürüyoruz.

Karakterlerin sosyal sınıfsal bağlarından soyutlanmadan çizilmesi de okur olarak edilgen bir pozisyonda kalmamıza engel oluyor. Okur-yazar bağını güçlendiren bu durum, bir öykünün ya da romanın var olma gerekçesini de açıklıyor aslında. Karakterlerin gerçekle bağını koparıp izole etmiyor onları Adalet Ağaoğlu. Bu yüzden güçlü ve kolay anlaşılır karakterler yaratabiliyor.

Öykülerdeki tekrarlar yol gösteriyor bize. Elektrik kesildiğinde televizyondaki son görüntü olan, devrimcilerin silahlarıyla teşhir edildiği sahne, başka bir öyküdeki “çıt” sesi öykünün izleğini tekrar ve tekrar anımsatıyor, ben burdayım diyor. Bir kelime, bir an, karakterlerden birinin söylediği cümle olabilir bu tekrar. Ne olduğundan bağımsız olarak asıl önemi dikkatimizi canlı tutuyor oluşu.

Verilen ayrıntının çokluğu ise gerçeklik duygusunu güçlendiriyor. Öyküleri okumaya başladığımızda, öykünün kendi dünyası, insanları ve tarihsel zamanı etrafımızda belirmeye başlıyor. Böylece okunan öyküyle sarmalanmış buluyoruz kendimizi. Bir başka dünyanın içinde nefes alıyoruz.

Çok zaman hissettiğim, geçmiş zamanlara özlem duygusu boşa değil sanırım. O eski hayatların basitliği, sıkıcı görünse bile geçmiş dünyanın iyileştiriciliği aklımı çeliyor belki de. Sadece o eski kitaplar ağzımda  güçlü bir tat, kalbimde hafif, ince çarpıntılar bırakıyor.

  • Hadi Gidelim
  • Yazar: Adalet Ağaoğlu
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: Eylül 2016
  • Sayfa Sayısı: 143 Sayfa
  • Yayınevi: Everest Yayınları
Bora Murat Pektaş
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Yaratıcı Yazının Sırları

Read Next

Trajik Nüans

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *