1970’li yıllarda ortaya çıkan Kurtuluş Hareketi içinde mücadele vermiş isimlerle yapılan görüşmeleri içeren Kurtuluş Kendini Anlatıyor dizisinin iki kitabında da Kurtuluş Hareketi’nin kurucularıyla yapılan görüşmeler yer alıyor.
Hayatın bir hikâyesi varsa bizimki biraz da bu idi işte
Ölüm en gencimizden yakaladı, on yedisindeydi
Şimdi uzun uzun susuyor belleğini yitiren kim varsa
Çağ nedir, unutuş ne; zaman bir iğne deliğinden geçip
Darası oluyor birikmiş anıların ve ölümlerin
Kekeme bir tarih yazıcısının bize ayırdığı sayfada
Kanlı bir nidâ işaretiyiz, tarihin imlâsını bozan
Yaralı bir nidâyız yaşadığımız bu dünyada.
Ahmet Telli
İlk fırtına ‘68’de başladı. Zaten “68 kuşağı” dediğimiz o “asi” kuşak en çok da toplumsal uyanışın simgesi oldu. Bizim ülkemizde; 12 Mart darbesi, yargısız infazlar ve idamlarla engellendi o kuşak. Yeşil yerine kırmızı ışıkta geçen de, komşu kavgasında karakola düşen de, sokakta resmi görevli biriyle karşılaşan da, her kim olursa olsun bir şekilde tutuklanıyordu (Sevgi Soysal ne de güzel anlatır o süreci “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”nda).
“Yol Ayrımı”
1960’larla birlikte giderek güçlenen sosyal muhalefet, sadece bizim ülkemizde değil, tüm dünyada güçlendi. Doruğa çıktığında artık bir adı vardı: “68 Kuşağı”. Egemen erk, giderek güçlenen bu toplumsal muhalefeti bastırmakta gecikmedi. Sadece tutuklamakla kalmadı, işkence yaptı, öldürdü, idam etti. Hak, eşitlik, adalet arayanlar birbirini tutukevlerinde, hapishanelerde, cezaevlerinde bulmaya başladılar. Doğaldır ki düşünceleri uğruna düştükleri bu yerlerden çıkmak, çıktıktan sonra da mücadelelerini sürdürmek için sürekli okudu ve tartıştılar. Yeni bir grup oluşturup kaldıkları yerden yeniden örgütlendiler. Bir çığ gibi büyüyüp, ülke çapında taraftar buldular kendilerine, tek hedefleri vardı: Devrim yapmak.
“Kurtuluş Sosyalist Dergi” adlı aylık bir dergi çevresinde örgütlenip, haftalık gazeteleri, bildirileri ve seminerleri aracılığıyla düşüncelerini yaydılar. Yaşamın her anında, her alanında -ama özellikle antifaşist mücadelede- seslerini duyurdular.
Faşizme karşı omuz omuza
Faşist saldırılar tek tek insanları geçmiş, artık büyük toplulukları hedef almaya başlamıştı. İşte Maraş, işte Çorum ve daha birçok merkezde, kadın, çocuk, yaşlı demeden yüzlerle insan öldüren faşistlere karşı mücadeleyi yükseltmek zorundaydılar. Bunun için birlik olmalı, ittifak kurmalıydılar.
“İlkelerde savaş, devrimci kardeşlik” dediler, ama olmadı; bir taraftan antifaşist kavgalar, bir taraftan işçi örgütlenmeleri ve siyasal çalışmalar arasında ‘haksız’ bir rekabet içerisindeydiler ister istemez. Aralarındaki çelişkilerden doğan tartışma ne ilkelerle sınırlandı ne de kardeşlik kuruldu. Her grup kendince doğru, kendince haklı yolunda devam etti.
Yokuş aşağı giden araba
12 Eylül’den bir yıl kadar önce “somut koşulların somut tahlilleri” ışığında darbenin ayak sesini duyduklarını yazsalar da gerekli donanıma sahip olamadıklarından, gerekli önlemleri alamadıkları için birkaç yıl içinde hepsi birbiri ardına gelen operasyonlarla içeri tıkıldılar.
12 Eylül’ün ardından bir muhasebe başladı. “Şu doğruydu, bu yanlıştı… Bunun böyle yapılması gerekirdi, şunun şöyle yapılmasını istememeliydik” vb. içeride dışarıda, yurtdışında da birçok insan doluya koydu aldıramadı, boşa koydu dolduramadı… Tartışmalar arttıkça buluşma zemini kaydı, geldik bu güne…
Sosyal, siyasal muhasebe…
Sosyal Dayanışma ve İletişim Derneği (SODİD); bu atak, atak olduğu kadar heyecanlı, heyecanlı olduğu kadar gözü kara, gözü kara olduğu kadar sesi gür çıkan, sesi gür olduğu kadar da sömürüye ve haksızlıklara karşı çıkan “Kurtuluş” grubunun sözlü tarih çalışmasını hazırladı.
Aradan geçen 40 yılda tabii ki çok şey değişti. Tarihten ders alınarak geleceğe cesurca ve güvenle bakılabilirse; başta geçmişimizi öğrenmek isteyenler olmak üzere, araştırmacılar, sosyologlar, psikologlar, edebiyatçılar ve sinemacılar anlatılan bu hepimizin hikâyesini yapıtlarında değerlendireceklerdir muhakkak.
1974 affıyla dışarı çıkan Mahir Sayın, İlhami Aras, Mustafa Kemal Kaçaroğlu, Şaban İba, Ali Demir, İsmet Öztürk ve Doğan Tarkan ilk çekirdeğini oluşturdukları bu siyasal yapıyı “Kurucular” olarak anlatıyorlar. O denli yoğun bir süreç ki bu, 1976-1980 arasında geçen dört yıl Türkiye tarihinin de dönüm noktası aslında. Çok kısa, ama çok belirleyici… hâlâ da sürdürüyor bu özelliğini.
Sözlü tarih…
Aslında legal bir dergi çevresi olan, ama illegal olduğu iddiasıyla mücadele eden Kurtuluş grubunun (daha sonra Türkiye ve Kuzey Kürdistan Kurtuluş Örgütü) bilinen bilinmeyen, akla gelen gelmeyen yaşananlarını “Kurucular”dan başlayarak kitaplaştıran bu çaba; dalga dalga genişleyerek kadrolar, militanlar, sempatizanları da kapsayacak.
Sosyal ve siyasal panorama
Bir umut, bir aşk, bir sevda olan haksızlıklara, sömürüye karşı insanca bir yaşam uğruna çıkartılan “Kurtuluş” dergisi etrafında oluşturulan örgüt, her ne kadar yoksa da artık, bu insanlar hâlâ yaşıyor ve hâlâ kendilerince aynı mücadeleyi sürdürüyor.
Bu iki kitap, devamıyla birlikte, bir boyutuyla Türkiye’nin son 50 yılının sosyal ve siyasal panoraması, muhasebesi de aynı zamanda.
- Kurtuluş Kendini Anlatıyor
- Yazar: Kolektif
- Türü: Sözlü Tarih
- Sayfa Sayısı: 1. Kitap; 407 Sayfa, 2. Kitap; 284 Sayfa
- Basım Tarihi: Haziran 2016
- Yayınevi: Dipnot Yayınları
- Hayata bir de bu “pencere”den bak!… - 9 Nisan 2020
- BİTMEYEN AŞK: İSTANBUL - 7 Aralık 2019
- Türkiye’nin Çilingir Sofrası: Rakı Gastronomisi - 3 Aralık 2019
FACEBOOK YORUMLARI