
İstisna halinin ve ölüm politikasının hüküm sürdüğü Kolombiya kırsalında hayatta kalma ve delirmeme stratejileri üzerine düşünüyor Rosero, Ordular’da.
21. yüzyılda savaş, toplumların dizayn edilmesinde bir enstrüman haline geldi. Nizami ve “dış” düşmana karşı girişilen, sivil ölümlerin asgari düzeyde olduğu savaşların yerini bölgesel ya da iç, düşük yoğunluklu çatışmalar aldıkça, şiddet toplumsallaşarak, tüm kesimler için tehdit oluşturmaya başladı. Claudia Aradau’nun cümlesiyle ifade edersek: “Barış, güvenlik, düzen, hukuk ve adalet savaş tarafından etkili bir biçimde ters çevrilmiş ve toplumsal düzen de gerçek bir savaş meydanı olarak belirmiştir”. Muhalif olan her hareketi terörist olarak kodlayarak bir iç düşmana dönüştüren devlet aklı da bu duruma eşlik edince tüm dünyayı sarıp sarmalayan bir şiddet ortamı yaratıldı.
Farklı ülkelerdeki edebiyatçıların bu durumu eserlerinin konusu haline getirmeleri kaçınılmazdı. Yaklaşık kırk yıldır düşük yoğunluklu iç savaş yaşanan ve şu an barış görüşmelerinin sürdüğü Kolombiya için de durum böyle. Kolombiya edebiyatı, Marquez’den başlayarak toplumsal yaşamın içerisinde şiddetin normalleşmesiyle yaşanan kırılmayı ana eksenine yerleştirmek zorunda kaldı. Özellikle son kırk yılda derinleşen iç savaşın etkisiyle, adam kaçırma, insan ticareti, cinayet, işkence, uyuşturucu kaçakçılığı günlük hayatın gerçekleri olmaya başladıkça, sanatsal üretimin konusu da yaşanan vahşet oldu. Yaklaşık 220.000 kişinin öldüğü, 6-7 milyon kişinin yerlerinden edildiği asimetrik savaş döneminden sonra, geçmişle hesaplaşmanın olanakları üzerine tartışmalar sürüyor. Şiddetin normalleştiği bir ortamda barışın nasıl geleceği sorusu ise hala ortada duruyor.
Tepkisizlik, Çaresizlik ve Şaka
Kolombiya’da savaşın normalleşmesinin insanlarda yarattığı çaresizliği ve tepkisizliği anlatan romanlardan biri olan Evelio Rosero’nun Ordular’ı ise geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Rosero, emekli bir köy öğretmeninin gözünden bir köyü -San Jose- mercek altına alarak, savaşın normalleşmesini sorguluyor romanında: Emekli öğretmen Ismael Pasos, günlerini evinin bahçesinde portakal toplayarak ve komşusunun güzel karısını röntgenleyerek geçirmektedir. Savaş henüz köylerine ulaşmadığı için, köyün içinden geçen köyleri boşaltılmış insanların durumunu anlayamaz. Köylüler, savaş sınırlarına dayanmasına rağmen, küçük hesapları ve zaafları ile yaşamaya devam etmektedirler. Ama her şey orduların köylerine gelmesiyle değişecektir.
İstisna halinin ve ölüm politikasının hüküm sürdüğü Kolombiya kırsalında hayatta kalma ve delirmeme stratejileri üzerine düşünüyor Rosero, Ordular’da. Pasos’un gözünden anlatılan küçük köy, savaşın farkındadır. Kaçırılan insanlara, arada bir basılan mekânlara, köyün kenarından yollarına giden savaş mağdurlarına gözlerini kapamamıştır. Ama bazen öyle anlar gelir ki, şiddete maruz kalanlar bile yaşadıklarını şaka olarak algılarlar: “Birkaç yıl önce Chepe’yi kaçırdılar ama kısa sürede ellerinden kurtulabildi: Kendini bir uçurumdan aşağı atmış ve altı gün boyunca dağdaki bir yarığın içinde saklanmış: Bunları büyük bir gururla ve sanki hepsi bir şakaymışçasına gülerek anlatıyor.” Savaş tüm sıcaklığı ile köye dayandığı zaman ise insanlar ne yapacaklarını bilemezler. Köyü kimin ele geçirdiği konusunda bile fikir sahibi değildirler. Artık saf şiddete maruz kalan isimsizler kervanına katılacaklardır. 220 bin ölüden ya da 6-7 milyon mülteciden biri olmak dünyanın en doğal şeyi gibi görülecektir.
İnsani Ölçütler Rafa Kalkarsa
Rosero, savaş kapılarına dayanmadan önce ülkelerinde hiçbir şey yaşanmıyormuş gibi gündelik hayatını sürdüren köylülerin, savaş kapıya dayandığında yaşanan tepkisizliği anlayamamaları üzerine de düşünüyor. Köyleri yakılır, insanlar kaçırılır ya da sokak ortasında öldürülürken televizyonların pembe dizi yayımlamasından, devlet başkanının çıkıp, bir savaşın olmadığını iddia etmesinden yakınır duruma geliyorlar. Oysa kendileri de savaştan bir adım uzaklaşsalar her şeyi unutma eğilimindeler: “İn cin top oynayan sokaklardan ilk birkaçını geride bırakırken savaşı çoktan unutmuşum: Sadece sırtımda tavuğun sıcaklığını hissediyorum, sadece tavuğa, onun mucizesine inanıyorum…” Ordular’ın önemli bir uyarısı da savaşın kaçınılmaz olarak kör bir şiddeti doğurup besleyeceği. Köy savaşın mekânı oldukça insani olan bütün ölçütler rafa kaldırılıyor. Şiddeti gerçekleştirenin kim olduğunun –ordu, paramiliterler, gerilla- belirsizliği ise durumu içinden çıkılmaz bir hale getiriyor. Köy halkı kime, nasıl sırtını dayayacağını şaşırıyor.
Gerçeğin Sanrılaşarak Açığa Çıkması
Rosero yaşanan vahşeti ununu elemiş eleğini asmış, unutkanlığın pençesinde emekli bir öğretmenin gözünden anlatarak dramatik etkiyi arttırmayı hedeflemiş ve başarılı olmuş. Ismael Pasos savaş ilerledikçe unutkanlığın ve deliliğin sınırlarına yaklaşıyor. Ama Rosero kahramanının güvenilmez anlatıcı olmasına da izin vermiyor. Pasos, köydeki herhangi bir kişiden daha az ya da daha çok şey bilmiyor. Belirsizlik herkes için bir tehdit çünkü. Saat başı el değiştiren sokaklar, köy çevresine tuzaklanan mayınlar, patlayan bombalar altında sıradan insanın bir şey öğrenmesi mümkün olmuyor zaten. Rosero, ölmekten korkmayan Pasos’u bu keşmekeş içerisinde sokaklarda dolaştırarak yaşanan vahşetin kaydını tutmayı başarıyor. Zaten gerçek olamayacak kadar insanlık dışılaşmış savaş ortamını yaşlı bir adamın sanrıları, unutkanlıkları, zaafları ve korkularıyla birlikte yansıtmayı seçerek romandaki gerçeklik hissini kuvvetlendiriyor yazar.
Sonuç olarak; Ordular, egemenlerin kontrol etme ve sermaye biriktirme mekanizması olarak gördüğü savaşın yarattığı toplumsal çöküşü anlatan kuvvetli bir roman. Aynı zamanda savaşa karşı barışı savunmanın ne kadar önemli olduğunu, ülkenin herhangi bir yerinde yaşanan bir savaşın aynı zamanda bizlere karşı yürütüldüğünü hatırlatıyor bizlere.
![]()
|
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019