“İnsanlık ancak çözebileceği sorunları önüne koyar” K. Marx
Son on yıl içerisinde devasa bir şantiyeye dönüşmüş; hatıraları, yaşanmış neleri varsa her şeyi hafriyat olup denize dökülmüş bir şehirde yaşıyorum. ‘Kentsel Dönüşüm’ sloganıyla başlayan yeni, çağdaş şehir yapılanmasının bu şehirde kentsel bozguna ve biçimsizliğe denk düştüğünü, her gün bizzat bu şehrin içinde yaşayan biri olarak çok iyi biliyorum. Birçok Avrupa şehrine gitmiş biri olarak eski ve yeni şehir anlayışının Avrupa şehirlerinde ve başkentlerinde ilk önce eskiyi koruyup sahip çıkma yeniyi de sağlam bir yapılanma ile hayata geçirme ve yaşatma olduğunu gördüğümden, doğup büyüdüğüm şehre baktığımda hakikaten şehir adına, şehircilik adına hiçbir şey göremiyorum.
Şehir hakkı; diye bir şey var. Bilmiyorsunuz belki, belki de hiçbir zaman bilmeyeceksiniz veya farkında olmayacaksınız fakat ‘şehir hakkı’ diye bir şey var gerçekten. Henri Lefebvre’nin Şehir Hakkı isimli kitabını okuduğumda şehirlerin hakları olabileceğini ve bu hakkın ta antik çağdan itibaren sanayi devriminin başlangıcına kadarki süreçte dahi (yazılı kuralları olmamakla beraber) bir şekilde işlediğini öğrendim. Bu bilgi yaşadığım şehir olan İstanbul’un semtlerine art arda uygulanan Kentsel Dönüşüm projelerinin hiçbir şehir hakkı gözetilmeksizin yapıldığını bir kez daha hatırlattı bana.
Lefebvre 1968’de yayınlattığı Şehir Hakkı’nı Sanayi Devrimini baz alarak anlatmaya başlıyor. Sanayi Devrimi önemli çünkü içinde bulunduğumuz zamanın çıkış noktası diyor Lefebvre ve hemen ardından şu tespiti yapmaktan da geri kalmıyor: “Oysa, şehir sanayileşmeden önce vardır.” Bu tespit önemli zira Lefebvre şehir hakkı üzerine anlatacaklarını bu tespit üzerinden temellendiriyor.
Doğmakta olan sanayi diyor Lefebvre şehirlerin dışına yerleşme eğilimindedir ve insanlık tarihinde ilk kez belki de Sanayi Devrimiyle beraber şehirlerde yaşayanların sayısı kırsal kesimde yaşayanları geçmeye başlamaktadır. Bu durum ‘kentsel gerçeklik’ ile ‘sanayi gerçekliği’ arasında şiddetli bir çarpışmaya sebebiyet verir. Çünkü sanayileşme sadece işletmeler (işçiler ve işyeri şefleri) değil, çeşitli bürolar, bankacılık, finans, teknik ve politika merkezleri de üretmektedir.
Lefebvre kentsel gerçeklik ve sanayi gerçekliği ile ilgili bütün bunları yazdıktan sonra şu tespiti de yapıyor hemen: “ Henüz aydınlatılmamış olan bu diyalektik süreç, tamamlanmış olmaktan da uzaktır. Günümüzde bile “sorunlu” durumlara yol açmaktadır.” Yani aslında kentleri (Avrupa’da olduğu gibi) eski şehir ve yeni şehir diye ayırmak veya kentsel dönüşüm adı altında şehri yenilemek, şehrin neredeyse tarihsel siluetiyle oynamak sanayileşme ve kentleşme gerçeğinin sürekli birbiriyle çatışmasından başka bir şey değil.
Fakat kentsel dokunun ilmekleri her şeye rağmen birbirinin içine geçmekte kentsel yapı ister istemez bir yapılanmayı da beraberinde getirmektedir. Bu yapılanma kaotik bir yapılanma olsa da… Ki Lefebvre bu aşamada şu soruyu soruyor: “Bu kaotik karışıklığa nasıl düzen getirilebilir?” Çünkü bu karmaşa sağlıksızdır. Ve toplumlar rasyonel bir düzeni kentlerde oturtmak adına üç ayrı yapılanma modelini oturtmaya çalışır.
- İyi niyetli insanların (mimarlar-yazarlar) şehirciliği.
- Kamu sektörüne (devlete) bağlı idarecilerin şehirciliği.
- Müteahhitlerin şehirciliği.
Böylelikle farklı eğilimler arasında bir genel strateji (yani birlikçi bir sistem ve zaten bütünselleşmiş bir şehircilik) çizilir. İnsanların hem üretici, hem ürünlerin tüketicisi, hem de mekân tüketicisi olarak rafine sömürüsünün bütün koşulları birleşir.
Henri Lefebvre kitabın beşinci bölümü olan Şehrin Özgüllüğü bölümünde şu satırları yazıyor: “Şehrin (kent olgularının) özgüllüğünü ancak bugün kavramaya başlıyoruz. Şehrin bütün olarak toplumla, toplumu oluşturan unsurlarla (kır ve tarım, saldırgan ve savunmacı güç, politik güçler, devlet vb.) toplumun tarihiyle ilişkileri hep oldu. Dolayısıyla, bütün olarak toplum değiştiğinde şehir de değişir. Bununla birlikte, şehrin dönüşümleri genel olarak toplumdaki dönüşümlerin pasif sonuçları değildir. Şehir, toplumu oluşturan kişi ve gruplar (aileler, örgütlü yapılar, meslekler vb.) arasındaki dolaysız ilişkilere de bağlıdır. Bu da aynı ölçüde önemlidir, fakat şehir bu dolaysız ilişkilerin örgütlenmesine indirgenemeyeceği gibi geçirdiği başkalaşımlar da bunların değişimlerine indirgenemez.”
Bir dizi tespitten de öte şehirciliğin özünü anlatan Lefebvre her şehircilik oluşumunun nereden geldiğini ve nerelere bağlandığını net bir şekilde anlatıyor. Şehircilik sadece doğru yapılanmanın olduğu ve doğru kuralların uygulandığı bir anlayış değil, şehir insanının yaşayışındaki vizyon aynı zamanda. Çünkü sanayi devriminin başlangıcından günümüze kadar olan süreçte (metropollerdeki yaşamı düşündüğümüzde) gelinen nokta şehircilik anlayışının yaşam stili olarak kendini fersah fersah aştığı yönünde.
On ikinci bölüm olan kitaba da ismini veren Şehir Hakkı bölümünün tamamını buraya yazmak isterdim. Kitabı ters köşeye yatıran şu cümleyi büyük bir şaşkınlıkla okuduğum için: “Onu sahiden anlamaya çalışanlar için bile şehir ölüdür.” O zaman şimdiye kadar neden bahsetti Lefebvre? Kitabın 120. Sayfasına kadar neden bekledi? Kesin bir yargıda bulunmak için önce o yargının maddelerini oluşturmalı, iyice toparlamalı, sağlam bir zemine oturttuktan sonra ters köşe de olsa en rasyonel haliyle gerekli cümleyi yazmalısınız. Bir konuyu sahiden anlamak veya kaosu ve kompleksleri çok olan herhangi bir şehri bütünüyle anlamak imkânsızdır. Lefebvre bu cümleyi yazmakla da kalmayıp konuyu bütünüyle iflah olmaz bir nihilist de olan Nietzsche’ye ‘Tanrı öldü’ sözü üzerinden bağlıyor ki; bu durum kitabın 120. Sayfadan itibaren bambaşka bir yöne doğru rota değiştirmesine sebebiyet veriyor. Konusuna hâkim, konunun bütününün farkında, felsefe okumasına rağmen, bir şehir bilimciyle karşı karşıyayız kitap boyunca.
Şehirler var, bizler bu şehirlerde yaşıyoruz. Ve “Şehir Hakkı” diye bir hak da var. Bu oluşumda Lefebvre için imkânsız olan şey şu: “Eski şehrin canlandırılmasını düşünmek bile imkânsızdır; sadece yeni bir şehrin yeni temeller üzerinde, bir başka ölçekte, başka koşullarda, başka bir toplumda, inşası tahayyül edilebilir. Ne geriye (geleneksel şehre) dönüş, ne ileriye, devasa ve şekilsiz yerleşim bölgesine kaçış; reçete budur.”
Şehirleşmenin toplumların yapısını, standartlarını, gelişimini, tarzlarını, dünyaya bakış vizyonlarını nasıl etkilediğini ve belirlediğini gayet sarih ve olması gerekenden daha gerçekçi bir üslupla anlatıyor Lefebvre.
Sorbonne’da felsefe eğitimi almış, Politzer, Friedmann, Nizan gibi düşünürlerle birlikte Fransız Komünist Partisi’ne üye olmuş, 1940’da Fransız direnişine katılmış olan Henri Lefebvre’nin Mekan ve Siyaset (Şehir Hakkı II) kitabı da Sel Yayınları’nın yayın programındadır.
- ŞEHİR HAKKI
- Yazar: Henri Lefebvre
- Çeviri: Işık Ergüden
- Yayınevi: Sel Yayınları
- Sayfa: 167
- TOPRAKTA BÜYÜR, TOPRAKTA YAŞAR, TOPRAKTA ÖLÜR İNSAN - 9 Ağustos 2021
- NE TAM OLARAK SUYA, NE DE TAM OLARAK GÖKYÜZÜNE AİT: SAKARMEKE - 8 Temmuz 2021
- YÜRÜMEMİŞ İLİŞKİLERİN, HAYAL KIRIKLIKLARININ, VAZGEÇİŞLERİN VE KABULENMELERİN ÖYKÜLERİ - 20 Haziran 2021
FACEBOOK YORUMLARI