Sıradanlığın çok ötesinde bir akıl: Flannery O’Connor

Her Çıkışın Bir İnişi Vardır ve İyi İnsan Bulmak Zor kitaplarındaki on dokuz öyküyü okuyup bitirdiğinizde dimağınızda oluşan buruk, kekremsi, kışkırtıcı lezzeti çoğu romanda bulamazsınız.

“Sevmeyi öğrenmek için önce nefret etmeyi öğrenmek zorundayız.” Kardinal Newman

Koyu Katolik bir ortamda yetişmiş ve o ortamdan bize yazan bir yazar kötülüğü, nefreti, ikircikli korkuyu, düpedüz kini, tekinsizliği ya da karşısındakini de kendisi gibi bilen kötü niyetli, kötü düşünen, her daim şüpheci, şikâyetçi, sevmeyen insanları yazmış olamaz.

Olamaz çünkü; sadece Katolik inancı değil hiçbir din buna izin vermez. Bütün dinlerde sevmek esastır; kötü olmamak, kötüye bulaşmamak, nefret etmemek, kin gütmemek…; inanmak sanıldığı kadar kolay bir şey değildir.

Flannery O’Connor da bunları biliyordu elbet. 1925 yılında Amerika’nın Georgia eyaletinde doğan Flannery koyu Katolikti. Kendisinin de içinde yetiştiği dini öğreti ‘Katolik olmak’ ile ilgili (özelikle de hastalığından dolayı ailesinin yanına döndükten sonra) birçok kitap okudu. Çeşitli üniversitelerde inanç ve edebiyat üzerine konferanslar verdi.

Hem Flannery’i yazmak istiyorum hem de her ikisi de Metis Yayınları’ndan çıkan İyi İnsan Bulmak Zor ve Her Çıkışın Bir İnişi Vardır öykü kitaplarını. Kendisi, yaşantısı ve öyküleri birbirine hemhal olmuş böyle bir yazarın sadece öykücülüğünü, sadece güney gotiği tarzında yazışını, sadece edebiyat ve inanç sarmalını nasıl da ustalıkla kullandığını yazamazsınız. Bazı yazarlar sizi bir bütünü yazmaya zorlar. Hayatın kendisi gibi.

O yüzden bütünden yola çıkarak parçalara gideceğim. Zira Flannery öykü kitaplarının tamamını okumayıp sadece birkaç tanesini okuyorsanız Flannery öykü kitabı okumamış sayılırsınız ya da -tek tek öykülerini ele alırsak- öykünün tamamını; özellikle de sonunu okumadıysanız, öyküyü okumuş sayılmazsınız. Buradan şöyle bir sonuca da varabiliriz: Öykü edebiyatın içinde Roman’ın gerisine düşmüştür hep. Oysa ki Flannery’nin de dediği gibi:

“İyi bir kısa öykü, bir romandan daha az anlam içermemeli, eylemleri romanınkinden daha az bütünlüklü olmamalıdır. Ana tecrübe için zaruri olan hiçbir şey, kısa öykünün dışında bırakılmaz. Bütün eylemlerin saikleri tatmin edici bir biçimde açıklanmalı ve bu sırayla olmak zorunda değilse bile bir başlangıç, orta ve son olmalıdır. Bence birçok insan, kısa olduğu içi, hem de her anlamda kısa olduğunu düşündükleri için kısa öykü yazmaya karar veriyor. Kısa öykünün az şeyin gösterilip çok şeyin ima edildiği tamamlanmanmış bir olay olduğunu, her şeyi ima etmenin onu dışarıda bırakmak olduğunu sanıyor”           

İyi İnsan Bulmak Zor da on; Her Çıkışın Bir İnişi Vardır da dokuz öykü var. Her iki kitaptaki on dokuz öyküyü okuyup bitirdiğinizde dimağınızda oluşan buruk, kekremsi, kışkırtıcı lezzeti çoğu romanda bulamazsınız. Flannery karakterlerinin kendine çeken değil, aksine iten davranışları okuyucunun dimağını diri tutan başlıca özellikleri. Her iki öykü kitabını da okuduğunuzda sanki Güney Amerika’da bir şehir (Georgia olabilir burası Tennessee olabilir, Florida ya da Atlanta) bir ev ve bu evde yaşayan insanlar, konular çeşitlense de ana bir konu, diyaloglar ve insanların başına gelenler söz konusuymuş gibi; yani on dokuz bölümden oluşmuş bir roman gibi.

Mesela; “Dünyanın hali berbat, her yer karıştı,” dedi annesi. “Bu duruma gelmesine nasıl izin verdik, aklım ermiyor.” Her Çıkışın Bir İnişi Vardır isimli öyküden.

Julian’ın annesi olarak tanıdığımız bu karakter bu sözleri sanki, Düşmanla Gecikmiş Bir Karşılaşma öyküsündeki General Sash’a söylüyormuş gibi. Fakat General Sash annenin söylediklerine cevap vermeksizin torunun mezuniyetinde yapacağı konuşmayı düşünüyor. Dünyanın çivisi çıktı evet, herkese anlatmalı bunu (hatta tüm dünyaya) yapacağı konuşmada. Julian’ın annesi görmüş geçirmiş, inançlı bir kadın v e zencileri sevmiyor.

İyi İnsan Bulmak Zor isimli öyküdeki Babaanne oturduğu köşeden hiç sesini çıkarmıyor. Dilini yutmuş gibi. Kim bilir dua ediyordur belki, inançlı bir kadın. Öykü boyunca hiç susmadan konuşan ve kehanetlerde bulunan Babaanneyi bu şekilde susmasını sağlayan Ayarsız, öyküye on dakika önce dahil oldu oysa ki ve Babaanneyle ilgili O’nu en iyi anlatan cümleyi sarf etti yere tükürür gibi: “Aslında iyi bir kadın olabilirdi” dedi Ayarsız, “tabii ömrünün her anı yanı başında onu zımbalayacak biri olsaydı.” Öykü bittiğinde allak bullak olmuş vaziyette ‘yok canım!’ diyorsunuz fakat dimağınızda buz etkisi yaratan o tat bu öyküyü ve Babaanneyi asla unutmamanızı sağlıyor.

Irmak öyküsündeki Bayan Connin ve Bayan Connin’e kendini “Bevel” olarak tanıtan dört-beş yaşlarındaki Harry Ashfield. Bu yaşlarda bir çocuk ismini Bayan Connin’in ilgisini çekecek biçimde değiştirmeyi nasıl akıl edebilir ve öyküyü nerelere sürükler? Mümkün mü böyle bir şey? Kendini tanıttığı şekliyle “Bevel” çocuk aklının bir hikayeyi nerelere sürükleyeceği ve hikayeyi bir anda nasıl ter düz edeceğini gösteren en şaşırtıcı örneklerden biri. Oysa ki Bayan Connin inançlı bir kadın, aklı ermedi “Bevel” in yaptıklarına!

Ateşte Bir Çember öyküsündeki Bayan Cope, çocuğu ve Bayan Pritchard yaşayıp gidiyorlar. Bayan Cope da her şeye şükreden inançlı bir kadın. Yaşadıkları yere ansızın çıkıp gelen üç oğlan ikircikli bir durum yaratıyorlar. Her gün bir mesele her gün bir olay. Aldırmayışları, rahatsız ediciliklerinin dozajı her geçen gün artıyor. Bayan Cope’un şükreden kalbi, Bayan Pritchard’ın çocuklarla ilgili bitmek bilmeyen rahatsız edici kehanetlerinin eklenmesi sonucunda korkuyla sarmalanıyor. Öykünün sonu öyle bir cümleyle bitiyor ki; oğlanların neleri yapmış olabileceklerini zihnimize bir çivi gibi çakıyor: “Olduğu yerde gergin bir halde kulak kesildi ve uzaklarda birkaç vahşi sevinç çığlığı duyar gibi oldu; ateşi harlanmış fırında peygamberler, meleğin etraflarına çizdiği koruyucu çemberin içinde dans ediyorlardı sanki.”

Temiz Köylüler; dışardan gelen birinin inandığınız ne varsa her şeyi alt üst edişini inanılmaz derecede sert anlatan bir öykü. Kızın yüzü neredeyse mordu. “Sen bir Hıristiyansın!” diye tısladı dişlerinin arasından. “İyi bir Hıristiyansın! Diğerlerinden hiç farkın yok senin –dediklerinle yaptıkların birbirini tutmuyor. Gerçekten de kusursuz bir Hıristiyanmışsın sen…” Oğlanın ağzı öfkeyle gerilmişti. “Umarım o saçmalıklara falan inandığımı sanmıyorsundur.” dedi kibirli bir sesle ve alınmışçasına. “İncil satıyor olabilirim ama neyin ne olduğunu biliyorum ben. O kadar saf değilim herhalde, ben de herkes kadar bilirim işimi!”

Din- İnanç Flannery öyküleri ele alındığında başlı başına bir inceleme konusudur aslında. Bir dine, bir mezhebe veya bir insana inanmanın, -başlı başına inanma ediminin- ne kadar yıkıcı olabileceğinin en iyi göstergesi bu öyküler. İki kitaptan sadece birkaçını alıntıladığım bu öykülerde değil, iki kitap boyunca tüm öykülerde karakterlerin inanca hemhal olmuş günlük hayatları ve inanç vesilesiyle başlarına gelen olaylar gerçeklikten hiç de uzak değil. Son derece çarpıcı yer yer irite edici, nefreti, kötülüğü harekete geçirici bu inanç sarmalı karakterlerin geri plana atıp göstermedikleri o gerçek ruhlarını görünür hale getiriyor. Flannery O’Connor bunu yapmayı çok seviyor ve bu da bir yana bunu yapmasındaki ustalığı bu sistemin (Koyu Katolik inancı) tam göbeğinde olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden karakterler sürekli olarak inançlarıyla yoğruluyorlar ve yine sürekli olarak inanç üzerinden tehdit edilip, deneniyorlar.

O benim Flannery’im. Öykülerine hayran olduğum yazarın konferanslarına katılmayı onu dinlemeyi çok isterdim. 1964 yılında öldüğünde onu okuyan her okuyucunun benim diyebileceği bir öykücü olmuştu bile. Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum. Fırındaki çöreğinin pişmesini beklerken masasına oturup küçük Harry Ashfield’in Bevel’e dönüş anını yazdığını hayal ediyorum yalnızca. Ya da bir Pazar günü kiliseden eve dönerken tekerlekli sandalyesinde oturan çok yaşlı bir adamı General Sash olarak düşünmesini hayal ediyorum. Ya da teyzesiyle çay içerken teyzesinin anlattığı bir hikayeyi nasıl öyküleştirebileceğini düşünürken. Günlük hayatın sıradanlığı içinde sıradan bir kadın olarak dolaşması fakat sıradan olmayan bir aklın, hayal gücünün, hafızanın ona eşlik ediyor oluşu muhteşem.

“Kısa öykü hakkında söyleyecek çok az şeyim var. kısa öykü yazmak ayrı, onlar hakkında yazmak ayrı; umarım öykü yazmak konusunda bana soru sormanızın, yüzme dersinde balık tutmakla ilgili soru sormaya benzediğini fark ediyorsunuzdur. Yazdığım her yeni öyküyle, öykü yazmak hakkında daha fazla gizem keşfediyor, kendimi bu konuda daha az çözümleme yapacak yetide hissediyorum. Öykü yazmaya başlamadan önce, sanırım size bu konu hakkında iyi bir ders verebilirdim, ama hiçbir şey tecrübe kadar sessizlik yaratmaz. Bu noktada size nasıl öykü yazılacağı konusunda söyleyecek pek az şeyim var.”

Sessizlik…

  • HER ÇIKIŞIN BİR İNİŞİ VARDIR
  • Yazar: Flannery O’Connor
  • Çeviriler: Tomris Uyar – Fatih Özgüven – Nazım Dikbaş
  • Metis Yayınları
  • Baskı Tarihi: 2011
  • Sayfa Sayısı: 250

 

  • İYİ İNSAN BULMAK ZOR
  • Yazar: Flannery O’Connor
  • Çeviri: Aylin Ülçer
  • Metis Yayınları
  • Baskı Tarihi: 2014
  • Sayfa Sayısı: 251
Aynur Kulak
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat: Tarihi yapan sultanlar mı?

Read Next

Zihin açan mektuplar

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *